SEVGİLİ okuyucularım, Ergenekon davasında yargılanan, ömür boyu hapis cezasına mahkum edilen ve Silivri hapishanesinde yatmakta olan emekli Orgeneral Hurşit Tolon‘dan aldığım 21 Ağustos tarihli mektubu aynen, bir sözcüğüne bile dokunmadan sizlere iletiyorum.
Mektup iki bölümden oluşuyor. İşte el yazısıyla yazdığı ilk bölüm:
“Çok değerli dostum Sayın Çölaşan, Ergenekon Davası olarak isimlendirilen ve başlangıcından sonuna kadar sayısız hukuka aykırı uygulamanın yapıldığı bu sözde ‘Asrın davasını’ yakından takip ettiğinizi biliyorum.
Ergenekon ve Balyoz davaları konusunda yüzlerce insanın nasıl mağdur edildiğini köşenizde tüm açıklığı ile yazarak kamuoyunu doğru bilgilerle aydınlatmanızdan son derece mutlu olduğumuzu belirtmek istiyorum.
Sağolunuz!
Size uzun zamandır yazamamış olmanın üzüntüsü ile, 5 Ağustos 2013’te verilen karara ilişkin duygu ve düşüncelerimi daha çok gecikmeden sizlerle paylaşmak istedim.
Uygun görürseniz bu düşüncelerimin kamuoyuna, Yüce Türk Milleti’ne duyurulması takdiri size aittir.
Bu vesile ile saygıdeğer eşiniz hanımefendiye ve size derin saygılarımı ve kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.” Hurşit Tolon.

* * *

Hurşit Paşa mektubunun ikinci bölümüne başlık koymuş:
“ADALETİN KÜÇÜLDÜĞÜ ÜLKELERDE BÜYÜK OLAN ARTIK SUÇLULARDIR”
Bu bölümdeki büyük harfler kendisine, bazı sözcüklerin yanındaki parantezler bana aittir.
İşte ikinci bölüm:
“Yüce milletimin bağrından çıkan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin şerefli üniformasını 47 yıl onurla üzerimde taşıdım.
En küçük rütbeden başlayarak Orgenerallik rütbesiyle iki Orduya (Ege Ordusu ve 1. Ordu) komuta ettikten sonra göğsümde devletimin üç madalyası ve alnımdaki şerefle Türk Silahlı Kuvvetleri’nden emekliye ayrıldım.
Tüm görevlerimde ülkeme, milletime ve devletime doğruluk, dürüstlük, bağlılık, içtenlik ve özveri ile hizmet etmeye çalıştım.
Geriye doğru baktığım zaman 71 yıllık yaşantımda bugüne kadar milletimin ve devletimin güven ve saygısını yitireceğim, başımı eğecek, hukuka ya da yasalara aykırı hiçbir eylemde bulunmadığımı göğsümü gere gere Yüce Türk Milleti’ne haykırmak istiyorum.
Yaşantım boyunca ülkem, milletim ve devletim için tüm müktesebatımla (bilgilerimle) inandığım doğrular ve değerlere uygun hareket ettiğim için de, bugün suçlu addedilip (sayılıp) cezalandırılmayı asla ve asla hak etmedim.

* * *

Bundan yaklaşık yarım asır önce Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ocağı olan Türk Silahlı Kuvvetleri’ne katılırken günün birinde hain bir düşman kurşunu ile şehit olabileceğimi, ya da savaşta düşmana esir düşebileceğimi göze alarak bu göreve başlamıştım.
Her zaman ayakta ölmeyi, dizüstü yaşamaya tercih etmiş biriyim.
Ancak üzülerek söylemek gerekirse ömrümü adadığım kendi vatanımda, yargı vasıta kılınarak bir hukuk suikastına kurban edileceğim hiç ama hiç aklıma gelmemişti!
Bugün sadece Anayasal ve Yasal haklarımı kullanmaktan ibaret eylemlerimden dolayı düzmece deliller ve şaibeli gizli tanıklardan medet umularak ‘Darbeye Teşebbüs’ gibi son derece ağır bir suçlama ile -şayet yürürlükten kalkmamış olsaydı- İDAMIM istenecekken- Mahkemece ‘İYİ HALİM’ de gözetilerek MÜEBBET HAPİS CEZASINA mahkum edilmiş olmamı, öncelikle adalet adına bir zül (alçalma) olarak telakki ediyorum.
Ancak, ELİ KANLI CANİLERİN BERAAT ETTİRİLDİĞİ, BEBEK KATİLİ TERÖRİSTLERİN önce GİZLİ TANIK, ardından MUTEBER (saygın, güvenilir) AÇIK TANIKMIŞ gibi dinlenildiği ve buna karşılık DURUŞMADA HAZIR EDİLEN SAVUNMA TANIKLARININ YASAL ZORUNLULUĞA RAĞMEN DİNLENİLMESİNDEN KASTEN İMTİNA EDİLDİĞİ (bilerek kaçınıldığı) ve DAVANIN ESASINA İLİŞKİN SON DERECE ETKİLİ SAVUNMA DELİLLERİNİN TOPLANILMADIĞI bir davada, elbette ki ADİL BİR KARARIN ÇIKMASI da beklenemezdi.
Neticeten, soruşturma ve kovuşturma süreçleri ADİL OLMAYAN bu davada çıkan hüküm de ADİL DEĞİLDİR.

* * *

Ulu Önder Atatürk, bundan tam 93 yıl önce, 31 Temmuz 1920’de Afyonkarahisar’da Kolordu Dairesi’nde subaylara hitaben yaptığı konuşmada ‘ORDUYU İMHA ETMEK İÇİN MUTLAKA SUBAYINI MAHVETMEK, AŞAĞILAMAK LAZIMDIR. KUMANDANLARIMIZA VE SUBAYLARIMIZA TECAVÜZ VE TAARRUZA BAŞLADILAR. ASKERLİK İZZET-İ NEFSİNİ (onurunu) YOK ETMEYE GAYRET ETTİLER’ demiştir.
Silivri’de verilen bu karar ile Yüce Önder’in 93 yıl önceki bu değerlendirmesinin günümüzde de ne kadar geçerli olduğu maalesef bir kez daha kanıtlanarak, muvazzaf ve emekli bazı askeri şahıslar üzerinden, gerçekte Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yıpranmasının amaçlandığı tüm açıklığı ile gözler önüne serilmiştir.
Ancak, unutulmamalıdır ki ADALETİN KÜÇÜLDÜĞÜ ÜLKELERDE BÜYÜK OLAN ARTIK SUÇLULARDIR...
Silivri’de verilen bu karar adalete olan inancı sarsmış ve kamu vicdanında onarılmaz yaralar açmıştır.
Ülkemizin bu DEMOKRASİ VE HUKUK AYIBINDAN BİR AN ÖNCE KURTULMASINI temenni eder, işbu açıklamalarımı ADALETİN ŞAŞMAZ TERAZİSİ OLAN YÜCE TÜRK MİLLETİ’NE saygılarımla sunarım. Emekli Orgeneral Ahmet Hurşit TOLON.”
Anladığım kadarıyla Hurşit Paşa bu içten mektubunu sadece kendi adına değil, başta aynı hücrede kaldığı İlker Başbuğ olmak üzere bu davada inanılmaz haksızlıklara uğrayan bütün silah arkadaşları adına yazmış.
Necdet Bey döneminde eğer “Silah arkadaşlığı” kavramı kaldıysa!

Nuh Mete Yüksel’in kitabı

SEVGİLİ okuyucularım, Devlet Güvenlik Mahkemesi eski Savcısı Nuh Mete Yüksel değerli ve saygın bir hukukçu. Nuh Bey son olayları konu alan ilginç bir kitap yazdı:
“Balyoz, Gizli Tanık ve Gezi Olayları.” (Alter Yayınevi.)
Bu kitapta Balyoz ve Ergenekon davalarıyla birlikte gizli tanık rezaletini ve ayrıca Gezi olaylarını irdeleyen çok ilginç olaylar var:
Balyoz-TSK yargılanıyor... Ergenekon... İmamın düzeni ve güçleri... Hukukçu gözüyle gizli tanıklar... Türk Yargısı ve yabancı hukukta gizli tanıklık... Danıştay saldırısı olayı... Gezi direnişleri...
İlginç bir kitap... Bir hukuk adamının gözüyle hukuksuzluk ve son olaylar...
Okumanızı öneriyorum.