Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Danıştay’ın 146′nci yıldönümü dolayısıyla düzenlenen törende konuşan Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’na tepki gösterdi.

Feyzioğlu’nun konuşmasını ‘Yanlış konuşuyorsun’ diyerek bölen Başbakan Erdoğan’a ‘Neyi yanlış konuşuyorum sayın Başbakan’ım?’ diye sordu. Bunun üzerine Başbakan Feyzioğlu’na ‘Böyle bir edepsizlik olmaz ki’ diye tepki gösterdi. Konuşması devam eden Feyzioğlu, Başbakan Erdoğan’ın bu sözleri üzerine kürsüden; ‘Edepsizlik yapan ben değilim sayın Başbakan’ dedi.



Danıştay’ın 146. kuruluş yıldönümü etkinliği devletin zirvesini buluşturdu. Gergin geçen toplantıda, TBB Başkanının kürsüye gelmesiyle tansiyon yükseldi.

Metin Feyzioğlu, çok sert eleştiriler yaparken, konuşmasının sonunda Başbakan kürsüye müdahale ederek, “Edepsizlik yapıyorsun! Vallahi anlattıkların baştan aşağı yalan. Yaptıklarınızı herkes gördü, siyaset yapmaya hakkın yok.” diye bağırdı. Feyzioğlu, “Edepsizlik eden ben değilim. Çok yapıcı bir konuşmaydı Sayın Başbakan. Bir cümlede hakaret yoktur size” dedi.



Daha sonra konuşma metnini okumaya devam eden Feyzioğlu, konuşmasının sonunda ‘Ben edepsizlik yapmadım, kimseye de edepsizlik yapıyorsun demeyi kendime yakıştırmam sayın Başbakan. Çok yapıcı bir konuşmaydı’ dedi. Feyzioğlu’nun bu sözleri üzerine ayağa kalkan Başbakan Erdoğan; ‘Yasal hakkı da yok, ama maalesef biz tüzükle böyle bir şeye söz veriyoruz’ diyerek tepkisine devam etti. ‘Tamemen siyasi bir konuşma yapılıyor ya böyle bir şey olabilir mi?’ diyen Başbakan Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı Gül’ün sakinleştirmeye çalıştığı görüldü. Başbakan, bu sözlerinin ardından salonu terk etti.



TÖRENDE SOĞUK RÜZGARLAR

Törene ilk olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan gelmişti. Erdoğan'dan sonra CHP lideri salona girdi. Kılıçdaroğlu, Başbakan'la tokalaştıktan sonra yerine oturdu. İki lider arasındaki mesafe dikkat çekti.



Danıştay'ın konferans salonunda yapılan kuruluş yıldönümü etkinliği yargı camiası ile siyaset dünyasını buluşturdu.

Başbakan Erdoğan törene ilk gelenler arasında yerini aldı. Erdoğan salona girdikten sonra Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Fevzioğlu ile tokalaştı.

Daha sonra kendisine ayrılan yere geçti. Salona Erdoğan'ın ardından CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu geldi. Kılıçdaroğlu salona girdikten sonra ön sırada oturanlarla tokalaştı. Erdoğan ile de tokalaşan Kılıçdaroğlu daha sonra ön sıralarda kendisine ayrılan yere oturdu.



Salona gelen Genelkurmay Başkanı Necdet Özel de Erdoğan ile tokalaştıktan sonra yerine geçti.

Törene en son gelen ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül oldu. Gül, salona girdikten sonra ön sırada oturanlarla tokalaştı.

Gül'ün yerini almasının ardından tören başladı.

Önce Saygı Duruşu'nda bulunuldu. Sonra İstiklal Marşı okundu.

DANIŞTAY BAŞKANI'NDAN MÜDAHALE UYARISI

Daha sonra kürsüye çıkan Danıştay Başkanı Zerrin Güngör, şunları söyledi:
"Yargı kararlarına ve yargıçlara eleştiri getirilirken, yargı ve yargıçlar idarenin yandaşı ya da idarenin faaliyetlerine sürekli engel çıkaran bir güç gibi değerlendirilmemelidir. Yargı sürecinin sağlıklı şekilde işleyebilmesi için bir taraftan yasama ve yürütme, yasal yetkilerini kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun kullanmalı, diğer taraftan yargıçlar da uygunsuz müdahalelerden kendilerini olabildiğince korumalıdır."



FEYZİOĞLU GEZİ ŞEHİTLERİNİ ANDI

Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu, kürsüye eglerek, Danıştay’ın 146. Kuruluş Yıldönümü’nü kutladı. Feyzioğlu konuşmasına, Mustafa Kemal Atatürk'ü, silah arkadaşlarını ve Cumhuriyetimizi kuran tüm devlet adamlarını ve ayrıca Danıştay şehidimiz Mustafa Yücel Özbilgin'i anarak başladı.

Feyzioğlu'nun konuşmasından satır başları şöyle:

BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ VURGUSU

Daha birkaç gün önce, 3 Mayıs “dünya basın özgürlüğü günü”ydü; gazeteciler, hür basın için ağızları bantla kapalı olarak yürümek suretiyle basına yönelik sansürü protesto ettiler ve tutuklu meslektaşlarına özgürlük istediler. Dileriz bundan sonraki yürüyüşler protesto değil, kutlama yürüyüşleri olur.

BAĞIMSIZ VE TARAFSIZ YARGI

Hukuk devletinin tanımlayıcı unsuru olan hukuki güvenlik ilkesi, etkin bir idari yargı denetimi olmaksızın hayata geçirilemez. Hukukun üstünlüğüne inanan, insan onurunun korunmasını gözeten, şeklen değil, özde adalet dağıtmayı esas alan bağımsız ve tarafsız bir yargı, demokrasinin ve hukuk devletinin asli unsurudur.

SİYASETİN GİRDİĞİ MAHKEMEDEN...

Unutmayalım ki adaletin tecelli ettiği mahkemeler, hepimizin son sığınağıdır, umut kapılarımızdır. Bu kapıların kapanması, ihtiyaç halinde kolay kolay açılmaması ya da çok geç açılması, hukuk güvenliğini derinden sarsar. Başka bir deyişle, yargının adil davranmadığının yaygın kanaat haline gelmesi, yurttaşların mahkemelerde haklarını alamayacaklarını düşünmeye, suçsuz olsalar bile mahkûm edileceklerinden korkmaya başlamaları durumunda, mülk yani ülke temelsiz kalır. Siyasetin girdiği mahkemeden adalet kaçar. Adaletsiz demokrasi olmaz.

SOSYAL MEDYA YASAĞI

Son dönemde yaşadığımız ve geçmişin yasakçı zihniyetini çağrıştıran sosyal medyaya yönelik idari veya yargısal engellemeler, Anayasamıza, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne ve İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında Kanun’a aykırıdır. Üstelik erişimi top yekûn engellemek teknik olarak da mümkün değildir. Yani atılan taş, zedelenen itibara değmemiştir.

Bu engellemelere karşı idari yargının yürütmeyi durdurma kararlarıyla, Anayasa Mahkemesi’nin ihlali tespit edici kararları isabetli olmuştur.

1 MAYIS ELEŞTİRİSİ

2011 senesinde Taksim’in 1 Mayıs kutlamalarına açılmasını mutlulukla karşılamış idik. Hatırlanacak olursa, 2011 ve 2012 senelerinde Taksim’de coşkulu kutlamalar gerçekleşmiş, hiçbir olay olmamıştı. Bu sene, Anayasa’nın 34. maddesine, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 11. maddesine ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarına aykırı olarak getirilen yasak ise, halkı polisle çatıştırmak isteyen provokatörlere uygun iklimi hazırlamış, artık görmek istemediğimiz pek çok üzücü olay yaşanmasına sebebiyet vermiştir. Maalesef polis, şiddete başvuran ile barışçıl gösteri hakkını kullanmak isteyenleri birbirinden yine ayırmamış, orantısız güç kullanımı yoluna gitmiştir.

KUTUPLAŞMALAR ARTTI

30 Mart yerel seçimlerini geçirdik. Açıkça ifade etmek gerekirse, siyasetin dilinin keskinleştiği, buna bağlı olarak toplumda kutuplaşmaların arttığı bir süreç yaşadık. Artık yaraları sarma zamanıdır. Toplumun yeni gerginliklere tahammülü yoktur. Derslerimizi almalı ve yola devam etmeliyiz.

ETHEM, MEHMET, ABDULLAH...

Dünyanın bu güzel ülkesinde yaşayıp, 1960 askeri darbesi sonunda ülkemizin başbakanının, bakanlarının asılmalarının üzüntüsünü; üç fidanımız Deniz, Hüseyin ve Yusuf’un idamlarının acısını yüreğinde hissetmeyenimiz var mıdır? Ethem Sarısülük, Mehmet Ayvalıtaş, Abdullah Cömert, Komiser Mustafa Sarı, Medeni Yıldırım, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Berkin Elvan, Hasan Ferit Gedik evlatlarımızın yasını tutmayanımız olabilir mi? Uludere’de savaş uçaklarınca param parça edilen 34 yurttaşımızın; Sivas’ta, Kahramanmaraş’ta, Çorum’da, Reyhanlı’da katledilen canlarımızın dağlamadığı yürek var mıdır? Uludere katliamının takipsizlikle, Sivas davasının bir kısım sanıklar için zamanaşımıyla sonuçlanmasını içimize sindirebildik mi? Mardin Derik’te, Hakkâri Yüksekova’da, Şırnak Silopi’de, Muş Altınova’da, Bitlis Yaygın köyünde terörle mücadele adına işlenen cinayetleri ve daha nice faili meçhul cinayeti meşru görüp faillerini arayıp bulmaktan, cezalandırmaktan vazgeçebilir miyiz? Sırf komünist olduğu gerekçesiyle sürgün yiyen, cezalandırılan şairlerimizin, yazarlarımızın, Nazım Hikmetimizin çektiği acıları görmezden gelebilir miyiz? Peki, bu ülkenin bir büyükşehir belediye başkanının şiir okuduğu için niyet okuma yöntemiyle hapse atılmasını bugün hala içine sindiren var mıdır? Hrant Dink’in yazısının içinden cımbızla iki cümle çekip, yazının tamamını okumaya gerek bile görmeyenlerce mahkûm edilmesini ve sonra katlini, boğazı düğümlenmeden, yüreği sıkışmadan konuşabilenimiz olabilir mi? Bu topraklar sayılamayacak kadar çok zulme tanıklık etti. Tuvalete bile gidemeyecek kadar ağır hasta olmasına rağmen her an kaçabilir diye yatağa zincirlenerek ölümüne seyirci kalınmış Kuddusi Okkır, Prof. Dr. Uçkun Geray, İlhan Selçuk, Türkan Saylan, Engin Aydın, Kaşif Kozinoğlu, Albay Halil Yıldız, Albay Ali Tarık Akça, Yarbay Ali Tatar ve en son Albay Murat Özenalp… Vicdanlarımız kanamıyor mu?

Bombalanmış, boşaltılmış köyler, yakılan ormanlar, faili meçhul cinayetler, altı bini çocuk tam on altı bin kayıp, çocuklarını bekleyen “cumartesi anneleri”, eşlerini babalarını bekleyen “vardiya bizde”ciler ve “sessiz çığlık”çılar, tırmanan çocuk işçiliği, şafak vakti operasyonları, sonu gelmeyen davalar, karartılan hayatlar, şiddet mağduru kadınlar, dinlemeler, fişlemeler, basılmadan yasaklanan kitaplar, Gezi olayları esnasında sırf yaralılara yardım ettiği için yargılanan doktorlar ve benzeri yürek yaraları çözümsüz bırakılabilir mi?

Varsın yürekleri taşlaşmış olanlar yine kızsın söylediklerimize. Ben, ülkemin Cumhurbaşkanına, Başbakanına, iktidar ve ana muhalefet partilerine, diğer tüm siyasi partilere ve milletvekillerimize sesleniyorum. Bu sessiz çığlığı duyalım, ilk sırada özel görevli mahkemelerin sebep olduğu mağduriyetler olmak üzere bu sorunları yarından tezi yok el birliğiyle gidermeye başlayalım.