Sevgili okuyucularım, kaç zamandır ensemizde boza pişirdiler:
“Kürt açılımı başlattık. Analar artık ağlamasın.”
Aslında amaçları başkaydı.
Güneydoğu’ya eninde sonunda özerklik vermek ve kitabına uydurup Apo’yu tahliye etmek.
Bunları açıktan söylemeleri mümkün olmuyordu çünkü ahalinin çoğunu makarna-nohut-bulgur paketleriyle kafakola almayı başarmışlardı.
Ahali yardım karşılığında sadece oy’unu değil, onurunu da satmaya razı edilmişti. Ne yaparlarsa yapsınlar oylar onlara akıyordu.
İşin içine bir de bol soslu din sömürüsü kattın mıydı iş tamamdı.
Propaganda mekanizması korkunç bir biçimde çalışıyor, insanların beyni inanılmaz biçimde yıkanıyordu!
TRT başta olmak üzere medyanın çok büyük bir bölümünü ele geçirmişlerdi.
Yalanın, hokkabazlığın, cazgırlığın, iktidar savunuculuğunun haddi hesabı yoktu.
Açılım, ille de açılım!
Ağızlarına bir gün olsun “Türk” sözcüğünü alamayan, “Türk Milleti” diyemeyen ihanet şebekesi, bütün umudunu açılıma bağlamıştı.
Ama bu yalanlar meyvesini veriyordu. Bunu gördüler. Seçimleri kazanıyor, Tayyip’i Çankaya’ya zıplatmayı başarıyorlardı.
O halde yola aynen devam etmeliydi!

* * * *

Yolun sonunu son üç gün içerisinde utanarak gördük. Sadece biz değil bütün dünya gördü.
35 ölü, iki polis şehit, yüzlerce yaralı.
Yakılan yıkılan işyerleri, okullar, banka şubeleri, belediye binaları, Atatürk heykelleri, yağmalanan dükkanlar ve marketler, birbiriyle kapışıp kıyasıya vuruşan Kürtçü ve şeriatçı güruhlar...
Ellerinde sopalar, baltalar, döner bıçakları ve silahlar...
Peki bütün bunlar olurken Tayyip nerede?
Hiçbir fırsatı kaçırmayan, gerekli gereksiz her gün kürsülere çıkıp tıraş atan, toplama kitlelere nutuk atan o şahıs ortalıktan niçin kayboldu, nereye gitti?
Yaptığı eften püften bir yazılı açıklama dışında ñdüne kadar- ortaya çıkmadı, konuşmadı.
Sütre gerisine çekilmeyi tercih etti.
Niçin?..
Çünkü köşeye sıkışmıştı, söyleyeceği yeni bir şey yoktu.
Neyse ki dün Trabzon’da düzenlettiği toplu açılış töreninde eski tesisleri yeniden açtı, bir de nutuk atıp aynı masalları okudu ve içimizi rahatlattı!
Bunu yaparken o açılım bilançosunun kanlı sonucu altında herhalde eziliyor olmalıydı.

* * * *

Kürt açılımı uğruna ülkede sergilenen bütün pislikleri seyretmekle yetindiler. Güneydoğu’da karayolları kesiliyor, denetim her alanda PKK’nın “Asayiş birliklerinin” ellerine terk ediliyor, Apo posterleri ve PKK bezleri askerin ve polisin gözleri önünde serbestçe açılıyor, askeri birliklerdeki Türk Bayrakları bile indirilip yakılıyordu.
Bizim Necdet Bey askeri valilerin emrine sokmuş, kışlasına çekmiş, “Ne olursa olsun siz karışmayın” demişti.
Böyle bir Genelkurmay Başkanı’na Türkiye Cumhuriyeti ilk kez tanık oluyor. Keşke olmasaydı.
Ülke alev alev yanarken sınıra tank sevkıyatı yaptırıyor.

* * * *

Şimdi biraz geriye, Nisan 2013’e, bir buçuk yıl öncesine gidelim. Açılım başladı başlayacak...
Tayyip hükümeti açılım propagandasını yurt düzeyinde yapması için bir sürü kelleyi “Akil (akıllı) insan” seçti.
Bunlar yedi grupta toplandı ve piyasaya salındı.
Görevleri açılım konusunda toplumu ikna etmekti.
Aralarında çaptan düşmüş ve artık unutulmuş eski şarkıcılar, türkücüler, arabeskçiler, artistler, işadamları, gazeteciler vesaire, ne ararsanız vardı. İsimleri yeniden gündeme geldiği için mutluydular.
Bütün harcamaları devlet tarafından karşılanan, illerde valiler tarafından beş yıldızlı otellerde ağırlanan, emirlerine salonlar tahsis edilen bu yandaşlar ve liboşlar korosunda kimler yoktu ki!..
Lale Mansur, Rifat Hisarcıklıoğlu, Kadir İnanır, Abdurrahman Dilipak, İzzettin Doğan, Tarhan Erdem,
Arzuhan Doğan Yalçındağ, Fehmi Koru, Kezban Hatemi, Murat Belge, Yılmaz Erdoğan, Etyen Mahçupyan, Ahmet Taşgetiren, Mustafa Kumlu, Doğu Ergil, Deniz Ülke Arıboğan, Hülya Koçyiğit, Oral Çalışlar, Yıldıray Oğur, Orhan Gencebay, Bendevi Palandöken vesaire...
Toplam 63 adet kelle.
Dikkat ediniz, bu açılım rezaleti aşamasında neler oldu ama, şimdi hiçbirinden tık yok!
Son olarak 40’a yakın insanımız can verdi, ortalık yakıldı yıkıldı, kan gövdeyi götürdü, yine yok!
Göreve başlarken hepsi de bülbül gibi şakıyor, Tayyip’e destek atıyor ve onun ayaklı propaganda malzemesi olmayı içlerine sindiriyordu.
Şimdi kayboldular!..
Neredesiniz akiller nerede, konuşsanıza!

* * * *

Olaylar iyice büyüyüp dehşet salınca hükümet çareyi yine İmralı’daki katilin şefaatine sığınmakta buldu.
MİT ekibi lüks odasında kendisiyle bir araya geldi:
“Sayın Öcalan olaylar büyüyor. Sizden istirhamımız olacak. Sayın Selahattin Demirtaş’a bir yumuşama mesajı gönderin de olaylar durulsun...”
Sonra Apo’nun eline hükümet tarafından önceden hazırlanan metni tutuşturup altını imzalamasını rica ettiler.
Kendi kıçını kurtarma peşindeki Apo çaresizdi...
Kabul etti. Mesaj beş dakika sonra bölücü örgütün elindeydi.
Kürtçü partinin eşbaşkanı Demirtaş, aslında suç olan bu uygulamayı Diyarbakır’da, kendi başkentlerinde (!) ağzından kaçırdı:
“Dün gece Sayın Öcalan’la kısa bir mesaj bağlantısı kurma imkanı bulduk! Diyalog ve müzakereyi hızlandırma önerisinde bulundu!..”
Açılım olaylarında süt dökmüş kedi gibi uysallaşan hükümet, çareyi yine Apo’dan yardım istemekte bulmuş, “Aman yetiş oğlan” deyip imdat istemişti.
Oysa ben bu hükümetten şöyle bir açıklama beklerdim ki, kamuoyu doğruları öğrensin:
“Yapılan çok yönlü araştırmalar ve gelen imzasız ihbar mektupları sonucunda, son olayları cemaat, haşhaşiler, paralel devlet, Gezi ekibi, faiz lobisi, CHP ve Esad’ın çıkardığı belirlenmiş, haklarında soruşturma başlatılmıştır! Çok yakında inlerine girilecektir!..”
Al sana açılım.