Sevgili okuyucularım, son yıllarda Türkiye’de çok popüler olan iki Abdullah var.
İlki İmralı’da yatmakta olan ve kamuoyunda Apo olarak bilinen bir katil.
İkincisi ise eski Cumhurbaşkanı Abdullah Gül.
İlkini İmralı’da devlet o kadar güzel ağırlıyor ki!.. Güzel bir dairesi, televizyonu, banyosu, 24 saat sıcak suyu var.
Emrinde istihbarat görevlisi olan kamu görevlileri çalışıyor. Yemek siparişlerini onlar alıp mutfağa iletiyor, servisi, bakım ve temizlik hizmetlerini onlar yapıyor.
Apo şimdi önemli adam oldu, iyice kasılmaya başladı.
Kendisine gerektiğinde soruluyor:
“Sayın Öcalan, sayın MİT Müsteşarımız sizden bir randevu talip etti, uygun olduğunuz bir zaman var mı?..Kendilerine ne diyelim?..”
Çok büyük olasılıkla takvimine bakıyor, “Şu gün buyursun gelsin” diyor.
Ziyaretçilerin ardı arkası kesilmiyor.
Örgüte talimatlarını onlar aracılığı ile gönderiyor, gerektiğinde devlete posta koyup tehdit ediyor, sanki 40 bin kişinin ve binlerce askerimizin katili değilmiş gibi, kamuoyuna karşı barış güvercini rolüne bürünüyor.

Ve ikinci Abdullah

Cumhurbaşkanlığı süresi bitince makamından ve köşkünden ayrıldı. İmralı’daki Abdullah’la arasında sadece isim benzerliği var.
Önce bir saptama yapayım.
Hayatta olan üç eski cumhurbaşkanı var.
Kenan Evren, Süleyman Demirel ve Ahmet Necdet Sezer.
Evren ağır hasta, uzun süredir GATA’da tedavi görüyor.
Süleyman Demirel Çankaya’daki görevi biter bitmez Ankara’da Güniz Sokak’taki evine yerleşti.
Ahmet Necdet Sezer de öyle. Yaşamını Ankara’daki mütevazı evinde sürdürüyor.
Hiçbirinin aklına “Yaaa benim görevim bitti, devlet bana köşklerinden birini versin de bundan sonra orada yaşayayım” demek gelmedi.

* * * *

Ancak bundan önceki Cumhurbaşkanı Bay Abdullah Gül uyanık çıktı.
Tahmin ediyorum işi Tayyip’le bitirdi ve ne yaptı biliyor musunuz!
Devletin İstanbul’daki süperlüks köşklerinden biri olan Huber Köşkü’ne yerleşti. Bunun bir adı da Tarabya Köşkü.
Köşkün manzarası muhteşem. Boğaz ayaklarının altında.
Cumhurbaşkanlığından maaş alan ve orada çalışan çok sayıda görevli var.
Aşçılar, garsonlar, temizlikçiler, şoförler, sekreterler vesaire... Ve emrinde son model Mercedes’ler...
Bay Abdullah Gül bu kıyaklar karşılığında devlete herhangi bir ücret ödemiyor!..
Ücretsiz tarifeden tam pansiyon mu kalıyor, yatak kahvaltı mı, valla onu bilemiyorum!
Korumalardan hiç söz etmiyorum çünkü her eski cumhurbaşkanının devlet tarafından korunması doğaldır.

* * * *

Gazeteci arkadaşım Mustafa Mutlu bu olayı köşesinde dün dahil tam 15 kez yazdı ve Abdullah’a sordu:
“Arkadaş sen hangi nedenle Huber Köşkü’nde kalıyorsun? Niçin evini değil de orasını kullanıyorsun? Harcamalarını kim karşılıyor?..”
Evet, aralıksız tam 15 günden beri üşenmeden aynı soruları soruyor...
Ancak bir türlü yanıt gelmiyor.
Şimdi ben soruyorum ama bana da gelmeyeceğini biliyorum.

* * * *

Bunlar işlerine gelen konularda cart curt konuşur ama işlerine gelmeyince hiçbiri ağzını açamaz.
Yanıt veremedikleri sorular o kadar çok ki!..
Örneğin birkaç yıl önce Suudi Arabistan’ın hırsız kralı Ankara’ya gelmişti.
Abdullah Cumhurbaşkanı, Tayyip Başbakan kimlikleri ile o adamı kalmakta olduğu Swiss Otel’de -ikisi birlikte gidip- ziyaret ettiler.
Bütün devlet protokolü çiğnenmişti. Böyle bir olay mümkün değildi.
Sonra bir sürü söylenti çıktı...
Kral hazretleri bu ikiliye çok değerli mücevherlerden oluşan takılar armağan etmişti.
Bu hususlar kendilerine defalarca soruldu:
“Ne verdi size?..”
Bugüne kadar tık yok!

* * * *

Şimdi Bay Abdullah Gül sakın ola ki “Benim evim yok, o yüzden Huber Köşkü’nde torpille kalıyorum” demesin.
Evi var.
Onun avukatlığına soyunanlar diyor ki “Evinde inşaat varmış!..”
Değerli arkadaşım Mustafa Mutlu’ya burada bir anımsatma yapmak isterim. Sanırım şu hususu gözden kaçırmış:
Anaları bunları saraylarda, köşklerde doğurmuştu! O yüzden başka yerlerde, hele normal evlerde yaşamaları asla mümkün değildir!

* * * *

Oysa hepsi orta halli, hatta fakir aile çocukları idi. Aralarında zengin çocuğu hiç yoktu.
Geçmiş yıllarda fakirlik çektiler, ayın sonunu çoğu zaman zor getirdiler.
Okumayı başaranların çoğu, eğitimlerini fakir ailelere verilen devlet burslarıyla sürdürdüler.
Ne zaman ki iktidar oldular, işte o zaman devletin sonsuz parasına kondular.
Bu paranın ucu bucağı, başı sonu yoktu.
Pasta çok büyüktü, yiye yiye bitmiyordu. Tadını aldılar, içine burunlarıyla daldılar.
Bu sonsuz pastadan kendileri için saraylar yaptırdılar, köşklerde yaşamayı yeğlediler. Davutoğlu Ahmet’in kullanmakta olduğu dört katlı kiralık villaya bile devlet parasından ayda 60 bin lira kira ödediler.
Kenefleri, banyoları, bitkileri ve inşaat malzemeleri yurt dışından özel getirtilen bin odalı kaçak saray yetmedi... Kendileri için yurt dışından 185 milyon dolara satın alınan süper jetler de yetmedi, şimdi İstanbul’da yine Boğaz’ı kuşbakışı gören Vahdettin Köşkü’nü kendileri için yeniden yaptırıyorlar.

* * * *

Bay Abdullah Gül makamdan ayrıldıktan sonra niçin devletin Huber Köşkü’nde yaşıyor?
Hayatta olan ve yaşamını devlet köşklerinde sürdürmekte olan ikinci bir cumhurbaşkanı var mıdır?
Onu da bırakın bir yana, vefat etmiş olanlar arasında hayatta iken bunu yapan olmuş mudur?
Bu sorulara, özellikle ilk soruya Bay Abdullah Gül’ün kendisi veya onun adına birilerinin hiç kıvırtmadan açık ve net yanıt vermesi gerekmektedir.
Bu konuda bir tek mazeret kabul ederim!
Eğer “Analarımız bizi saraylarda ve köşklerde doğurup yaşatmıştı, biz buna alışkınız. Normal yerlerde yaşamak bize ters gelir” derlerse, işte buna şapka çıkarırım!
Böyle konularda suskun kalmanın bir yararı olmaz. Bugün suskun kalırsınız, yarın hesap verirsiniz.
Dünyanın nice ülkelerinde nice diktatörler günü geldiğinde bu hesabı vermek zorunda kaldı.
Siz mi vermeyeceksiniz!