Önce iki genel tespit ile başlayalım...

1) Ekonomik göstergeler sebep değil sonuçtur.
2) Paranızı un ufak edip yutan kara delikler siyasidir.
Ne demek istiyorum?
Mesela, enflasyonun düşeceğine inandınız.
Bankada az biraz paranız var.
Daha düşük faize razı olursunuz.
Yok “enflasyon yükselir” diyorsanız.
Paranızı fiyatlar artmadan cebinize koyar, çarşıya alışveriş yapmaya koşarsınız.
Farkında olur musunuz bilemem...
Ama ilk tercihinizle faizin düşüşüne...
İkincisinde enflasyona yardım edersiniz.
Özetle, karar süreciniz bugüne değil,
gelecek beklentinize endekslidir.
Geleceği bugünden yaratan sizlersiniz!

* * * * * *
Peki, gelelim ikinci konuya...
Toplumda ekonomik beklentiler nasıl oluşur?
Kaçınız sanayi üretim endeksini duydu?
ABD Merkez Bankası kararını kim merak eder?
Nefesini tutup cari açık rakamını bekler?
Uzmanlar bir yana, toplum siyaseti izler.
Beklentiler siyaset yörüngesinde şekillenir.
Yatırım, tüketim, istihdam kararları...
Siyasi riske göre değişir, artar, azalır.

* * * * * *
Bu ülkedeki en büyük siyasi risk belli:
Kürt sorunu... Güneydoğu sorunu...
Adına ne derseniz deyin...
Gelin bu riski tartışalım.
Ne biliyoruz?
Hükümet ve AKP Devleti...
İki yıldır müzakere yürütüyor.
Tek bildiğimiz bu!
Sakın “Hep böyle olur”...
Lafına kanmayın.
Size hemen aksi örnek veririm.
Hem de yine AKP Hükümeti döneminden.
2003 yılında Eve Dönüş Yasası çıktı.
Hedef yine PKK’yı dağdan indirmekti.
Yasa hazırlanırken medyaya bilgi verildi.
Diyarbakır Barosu ‘ndan görüş istendi...
(Tanığı İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu...
Hâlâ TBMM’de, AKP sıralarında vekil.)
Bugün ise bırakın medyayı, sivil toplumu...
Hükümet üyeleri bile habersiz kalıyor.
TBMM’den çerçeve yasa çıkartılıyor...
İkinci maddesinde yazıyor:
“Toplum bilgilendirecek”
İki hafta sonra vazgeçiliyor,
“Bilgi verilmeyecek.”
Yürütme erki, yasama kararını bile çiğniyor.
Peki ekonomide karar verenler...
Piyasada para ile oynayanlar...
Bu riski nasıl hesaba katıyor...
Kendi tabirleri ile nasıl alıyor veya satıyor?
Homo Economicus, yani ekonomik insan...
Bilgi olmadan nasıl fikir sahibi olabilir?
Tahmin ile temenniyi hiç karıştırmadan...
Tarafsız bir makul şüphe sorusudur!

* * * * * *
İş dünyası diliyle başladık, öyle gidelim.
Rakip iki şirket müzakereye otursa...
Ön koşul ne olur?
İçtenlik ve güven, öyle değil mi?
Masada çanak çömlek patlarsa...
Taraflar birbirlerine hakaret yağdırırsa...
Tehditler havada uçuşursa...
Adına müzakere denir mi?
Bu süreçten barış nasıl çıkacak?
Tahmin ile temenniyi hiç karıştırmadan...
Tarafsız bir makul şüphe sorusudur!

* * * * * *
Amma ve lakin en kritik soru sonuncusu...
HDP seçime parti olarak girme eğiliminde.
Neden?
Son iki seçimdir Kürtler TBMM’ye girebiliyor. Seçim barajı bağımsız aday yöntemiyle aşılıyor.
Bu seçimde bu garanti yöntemden vazgeçilebilir.
Neden?
Deniliyor ki, Cumhurbaşkanı seçiminde...
Aday olan Demirtaş yüzde 9.7 oy aldı.
Demek ki biraz çabayla baraj geçilir.
Hakikaten öyle mi, bir bakalım.
Demirtaş 3 milyon 914 bin oy aldı.
HDP-BDP 30 Mart yerel seçiminde...
Yani 4 ay önce 2.8 milyon oyda kaldı.
İlki şahıs ve adaylık oyu, diğeri parti oyu. Demirtaş partisi kadar oy alsaydı...
Yüzde 7’de kalacaktı...
Katılım yerel seçim kadar olsaydı...
Oy oranı yüzde 6’ya kadar düşecekti.
(Erdoğan ve partisi için de aynı oy farkı ortada.
Çatı aday CHP-MHP toplamı kadar alamadı.)
O zaman makul şüphe ile soralım:
HDP neden bu siyasi riski alıyor?
Yoksa bu karar müzakerenin bir
parçası mı?
İmralı tutanaklarının mürekkebi kurumadı daha...
Öcalan diyor ki;
- HDP seçime parti olarak girsin.
- Erdoğan’ın başkanlığına karşı değiliz.
Bu iki talimattan ne anlamalı?
Eğer HDP seçime parti olarak katılır.
Ve gerçekten hiç istemesem de...
Baraja takılırsa, bölge vekilleri AKP’ye ikram edilir.
Tayyip Erdoğan başkanlık için anayasal çoğunluğa ulaşır.
Öcalan ya istediğini alır veya korkarım silaha sarılır!
Biz o masada ne var sanıyorduk?
Türklerle Kürtlerin ortak geleceği...
Öyle değil mi?
Oysa galiba o masada...
Sadece iki kişinin siyasi geleceği önemli.
Gerisine sonra bakılacak.
Piyasa bu senaryoyu da hesaba katsın.