8 ay önce...
Soma’da tarihin en ağır maden faciası yaşandı, 301 işçimiz hayatını kaybetti.

*

Tayyip Erdoğan “bunlar olağan şeylerdir, literatürde vardır, fıtratında var” dedi.

*

150 sene öncesinden, alakasız ülkelerden örnekler verdi. “Bakın İngiltere’de 1862’de göçük olmuş, 204 kişi ölmüş, Fransa’ya geliyorum, 1906’da en ölümlü ikinci kaza olmuş değerli arkadaşlar, Hindistan’da 1975’te metan gazı alev aldı, bakın Amerika’ya, teknolojisiyle herşeyiyle, 1907’de 361 ölü var” dedi.

*

Bunun üzerine... Halk TV’den telefonla beni aradılar. Tayyip Erdoğan’ın “fıtrat” lafı hakkında gazetecilerin görüşlerini soruyorlardı. Aynen şunları söyledim.

*

“Başbakan gayet normal diyor, fıtratında var diyor, 1862’den İngiltere’den örnek veriyor. Bana göre bu işin sorumlusu Kraliçe Victoria’dır, çünkü o tarihte tahtta o vardı. Sayın başbakanımızın herhangi bir sorumluluğu olamaz, Kraliçe’nin istifa etmesi lazım. Ayrıca ABD’den 1907’den örnek verdi. Theodore Roosevelt iktidardaydı. Sayın başbakanımızın ve sakallı enerji bakanımızın suçu günahı yoktur, ihmali yoktur, Roosevelt’in istifa etmesi gerekir. Ekstra hazin tarafı... O yörenin çocuğu olduğum için yakından gözlemliyorum. Bu ölen çocuklar, maalesef, Tayyip Erdoğan’ın mitingine otobüslerle taşınan işçiler... Bu öldürülen çocukları, AKP mitinglerine götürüp, en büyük Tayyip Erdoğan başka büyük yok diye alkışlatmışlardı. Şimdi Tayyip Erdoğan çıkıp, bunların ölmesi normal falan diyor. Dolayısıyla, ben başbakana katılıyorum, yani bu olan biten gayet normaldir, hatta müstehaktır bile denilebilir, hepimizi çok daha büyük facialar beklemektedir, Kraliçe Victoria’nın istifa etmesi gerekir.”

*

Kayıtları internette bulmanız mümkün, birebir bunları söyledim. Türkçe bilen herkes, madencileri değil Tayyip Erdoğan’ı eleştirdiğimi gayet net anlıyor... Sorumluluktan sıyrılmak için alay eder gibi alakasız örnekler verdiğini, “fıtrattır, normaldir” diyerek, neredeyse “müstehak” demeye getirdiğini anlatmıştım.

*

Ki zaten, yarım saat sonra... Tayyip Erdoğan Soma’ya geldi ve bir vatandaşa yumruk attı. Taziyeye gidip, cenaze sahiplerini yumruklayan tarihteki ilk insandı!

*

Günlerden Perşembe’ydi. Perşembe geçti, cuma geçti, cumartesi geçti, hiç ses yok, dördüncü gün, pazar günü... Tek merkezden servis edildiği açıkça belli olan, fotokopi gibi aynı cümlelerle, yandaş gazetelere manşet oldum. “Yılmaz Özdil şehitlere müstehak dedi” başlığını atmışlardı. Belli ki, koro halinde saldırmak için dört gün hazırlık yapılmıştı. Eşzamanlı manşetlerle linç kampanyası başlatılmıştı.

*

Fıtrat’ı yumruk’u tekme’yi unutturmak için, gündem saptırmaya çalışıyorlardı.

*

Tayyip Erdoğan miting meydanından Aydın Doğan’a çağrı yaptı, “kov bu adamı” dedi. “Bunu gazetende nasıl barındıyorsun, sen patron olarak bunu kapıya koymuyorsan sen de aynı zihniyetin mensubusun” dedi.

*

Tayyip Erdoğan işten attırmaya çalışırken, enerji bakanı vatandaşlıktan attı. “76 milyonun yaralı olduğunu söylemiştim ama, bir kişiyi bu sayıdan çıkarın” dedi!

*

Sağlık bakanı bana tıbbi teşhis koydu, “bu adam milletini seven biri olamaz” dedi.
H
Yandaş medya tetikçileri 15 gün küfür etti. Beni doğurduğu için rahmetli anama küfür eden bile oldu. Muş Alparslan Üniversitesi rektörü mesela, “insan olmayan bu yaratığın familyası nedir, üniversitede çalışıp türünü tespit etmek lazım” dedi.

*

Tehdit lafta kalmadı. Burada anlatmak istemediğim fiziki tehditleri göğüsledik.

*

Tekrar Halk TV’ye çıktım. “Korkalım, sinelim, yazmayalım istiyorlar, biat kültürüyle yetişmedik, itaat etmeyiz, İzmirliyiz, sadece zeybek oynarken diz çökeriz” dedim. Tayyip Erdoğan derhal cevap verdi, “diz çökmezmiş, insan müsvettesi, sürüngen” dedi. Tekrar Halk TV’ye çıktım. “Taliban’ın dizinin dibinde mi diz çökseydim? Üstelik, sürüngenler omurgalı hayvanlardır, Allah insanı omurgasız olmaktan korusun” dedim. Sustu. Bu “sürüngen” mevzusu yüzünden İzmir Bademler Köyü’nde “kertenkele sevenler derneği” kuruldu.

*

Neticede...
Hakkımda suç duyurusunda bulunuldu.

*

Hayatını kaybeden madencilere “müstehak” dediğimi iddia ederek, “halkı kin ve düşmanlığa tahrik etmek” suçundan yargılanıp, hapse atılmamı istediler.

*

Bunlar olup biterken, gazetem Hürriyet tek kelime yazmadı. Sustu. Hürriyet yazarlarından hiçbiri tek kelime yazmadı. Kendi gazetemde savunmasız kaldım. Patronuma ait CNNTürk televizyonunda “iğrenç biri” olduğum bile söylendi.

*

Buna mukabil, Sözcü, Cumhuriyet, Aydınlık, Yurt gazeteleriyle, Ulusal Kanal ve Halk TV kapı gibi arkamda durdu, iftirayı afişe ettiler.

*

Aradan 8 ay geçti.
Bekledim.
Yargıya intikal ettiği için, tek kelime yazmadım, bekledim.

*

Ve, dün karar çıktı.

*

Dosyayı inceleyen savcı, “Yılmaz Özdil’in sözlerinde isnat edilen suç yok, suç unsuru yok, hakaret yok, hakaret kastı da yok” dedi. Takipsizlik kararı verip, dava bile açılmasına gerek görmedi.

*

Elbette savcı’nın adresi olmaz, hukuk her yerde hukuktur ama... “Suç unsuru yok” kararını veren savcı, acının tam merkezindeki savcı... Soma Cumhuriyet Savcısı.

*

Evet... Bana yönelik iftiraları, linç kampanyasını elinin tersiyle iten savcı, hükümetin ihmalleri yüzünden 301 insanımızı göz göre göre kaybettiğimiz Soma’daki maden faciasını soruşturan Soma Cumhuriyet Savcısı.

*

Kendisine hem gazeteci, hem yurttaş olarak yürekten teşekkür ederim. İki sayfalık gerekçeli kararı, hayatımın en önemli ödülü olarak saklayacağım.

*

En başta Tayyip Erdoğan, iktidar gücüyle linç kampanyası yürütenlere gelince... Şu anda savcıları, hakimleri sıkıntıya sokmak istemiyorum. Bekliyorum. Bu devran illa ki dönecek. İktidar değiştiği gün, alayını mahkemeye vereceğim. Bunlardan kazanacağım tazminatı da Atatürkçü Düşünce Derneği’ne bağışlayacağım.