Cumhuriyet yazarı Nuray Mert, çözüm sürecinde görev alan Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan‘ın, Anadolu Ajansı’nın editör masasında HDP’nin süreçteki tavrını eleştirirken “HDP Diyarbakır’dan Cihangir’e eksen kayması yaşadı” demesine ilişkin olarak, “Bırakın, Cihangir, Nişantaşı zevzekliğini, bu ülkeyi onlar değil, siz yönetiyorsunuz, siz isterseniz onlardan hesap sormaya devam edin, biz sizden hesap sormak durumundayız” dedi.

Mert, sözlerini, “Tüm ülkeyi devasa bir güç tekeli ile yöneten iktidar bloku ile, ne gücü, ne tesiri onlar ile kıyaslanamayacak olanları eşitleme çabası, iktidarın sorumluluğunu hafifletmekten, sorgulanmasını dengelemekten, kısacası iktidara kıyak geçmekten başka bir anlam taşımıyor” şeklinde sürdürdü.

Nuray Mert’in Cumhuriyet’te “İnsan kanıyla yazılan fatura*” başlığıyla yayımlanan (3 Ağustos 2015) yazısı şöyle:

Ucuz hesaplar ile bedeli çok pahalı bir fatura kesiliyor, Türkiye’de yaşadıklarımızın özeti bu. Ucuz hesaplar ile faturayı kesen iktidar bloku, ödeyecek olan ise bu ülkede yaşayan hepimiziz. Üstelik bu faturanın bedeli artık kanla ödenmeye başladı.

Önderliğini Cumhurbaşkanı’nın yaptığı iktidar bloku, seçimlerden çıkan mesajı, yani ciddi bir siyasi restorasyon ve buna dayalı bir toplumsal barış gereğini ya kavrayamadı ya da umrunda bile değil. İyice belli oldu ki, siyasetten anladıkları mutlak güç sahibi olmak, bunu sürdüremedikleri sürece hiçbir denkleme akılları yatmıyor. O nedenle, mutlak gücü yeniden ellerine alabilecekleri ve bunu daimi hale getirecek düzeni; yani “Türk usulü başkanlık” sistemini kurabilecekleri hesaplar peşindeler. Aslında, bir yandan mutlak güc olmaya mahkûmlar, zira hesap verebilir olmaktan kaçınmak durumundalar. Sadece yolsuzluk davalarının sıkıştırdığı köşeden söz etmiyorum, son yıllarda ülkeyi o denli babalarının çiftliği gibi yönettiler ki, sırlarını kimse ile paylaşma lüksleri yok. Suriye’de çevirdikleri işleri, Apaydın Mülteci kamplarına bile sokmaktan kaçındıkları CHP ile mi paylaşacaklar? Bir büyük muhasebeye akılları yatmadığı sürece bu olacak şey değil ve belli ki akılları yatmıyor veya yetmiyor.

Pespaye otoriterlik 

Akılları yetmiyor, çünkü güç paylaşımının sorumluluk paylaşmak, kendi yüklerini de hafifletmek olduğunu hiç kavrayamadılar. Akılları yetmiyor, çünkü siyasetten anladıkları, kendi kafalarındakini herkese dayatabilecek bir güç temerküzünü sağlamak. Demokrasiyi bir Batı oyunu bellemişler, pespaye otoriterliği “kadim gelenek” sanıyorlar. Tüm geleneksel toplumların siyaset etme biçimini “atalarınınözgün deneyimi”, modern otoriter siyasetleri, o deneyimin yaşatılması, “ecnebi”modellere karşı, özgün siyaset zannediyorlar. Siyasetten anladıkları özetle budur ve bu bir toplum için tam bir felakettir.

Felakettir, çünkü bu kafada olan, farklı olanı kabul edemez, zaten en baştan kavrayamaz. “Farklı”dan anladığı, olsa olsa, din, mezhep, cins farkı olur, oysa, farklılığa dayalı siyaset başka, farklı olanı tasnif ederek yönetme iddiası başka şeylerdir. Farklılığı kavramak ve kabullenmekten uzak bir siyaset kafası, farklı olanı“düşman”, “hain”, “bozguncu” beller. Bu kafaya göre “toplum” diye bir şey yoktur, kaderleri, özlemleri, kafaları bir “kütle” vardır, o kütlenin dışında kalan, toplumsal hayat ve siyasetten kovulur, “huzur” bulunur. Böylesi bir huzur arayışı, her toplumun başını mutlaka bir belaya sarar, sarıyor.
Kürtler kütlenin parçası olmayı kabul ettikleri sürece “kardeş”, reddettikleri ölçüde“düşman”; Aleviler Sünniliğe yaklaştığı ölçüde veya mahcup bir şekilde dışında kalmaya razı oldukları sürece hoş görülecek bir güruh, yoksa “Sünni omurgayı”zayıflatacak muzır bir topluluk; iktidar aklına uyanlar “milletin öz evladı”, uymayanlar sindirilmesi gereken “fitne-fesat odakları”; bu kafanın özeti budur, neler yapabilecekleri ortadadır.

Şimdi, bu kafa bize, ağır faturanın ilk kurbanları olan Anadolu çocukları; gencecik asker ve polislerin cansız bedenleri üzerinden giriştiği bir pazarlığı dayatıyor. Suçu bize yıkmanın yolunu her zaman bulurlar, buluyorlar; şimdilerde bu yol “PKK’ye, silahı tekrar eline alanlara karşı çıkmayışımız” ithamı. Kim bu karşı çıkmayanlar, sayıları ne, kimi, neyi temsil ediyorlar, önemi yok. Önemli olan bir suç kategorisi oluşturup iktidarlarını, o iktidarın başımıza açtığı belaları eleştirenlerin hepsini içine doldurmak, eleştiri tehlikesini savuşturmak. Bu iktidar eline silah alanlardan değil, en çok demokratik eleştiri ve sorgulamadan korkuyor, asıl derdi onlarla. Kürt siyasetinin de en çok demokratik zeminde gelişmesinden korkuyor, HDP’ye bunca yüklenmesinin nedeni bu. Kürt siyaseti çatışma siyasetine geri dönmeden çok önce, seçim boyunca HDP baş düşman ilan edilmedi mi? O zaman gerekçe neydi, izah eden var mı?

Ayrıca, “barış müzakerecisi” Yalçın Akdoğan’ın, “Öcalan bunları sopayla kovar”lafının izahı nedir, çok merak ediyorum. Askeri harekât düzenledikleri PKK’nin lideri kimi, neden sopayla kovacak? “Öcalan direnebilseydi” ne demek? Çözüm sürecinden anladığınız “Öcalan ile başkanlık pazarlığı” idi, onu “başkaları” bozdu mu demek istiyorsunuz? Kim bu başkaları, ima edilen anlaşmayı nasıl bozuyor, Kürtler bu işe ne diyor, bir anlatsanız da anlasak. Hayalinizde de olsa, Kürt hareketi başkanlık sistemine yol verdiği müddetçe, çözüm adı altında meşrulaşacak, yoksa terörist ilan edilerek sıkıştırılacak, mesele bu muydu? Bırakın kuru gürültüyü, safsatayı, şunlara bir cevap verin, meselenin aslı nedir bilelim. Bizim üzerimize büyük fatura kesiyorsunuz, madem bedelini ödeyecek biziz, her şeyi bilmeye hakkımız var. Anadolu’nun fukara çocukları üzerinden, kanlı bir iktidar hesabı yapıyorsanız, o kanı ne kadar yıkamaya çalışsanız, ellerinizden çıkmayacak.

İktidara kıyak 

Bırakın, Cihangir, Nişantaşı zevzekliğini, bu ülkeyi onlar değil, siz yönetiyorsunuz, siz isterseniz onlardan hesap sormaya devam edin, biz sizden hesap sormak durumundayız. “Liberal” teorisyenleriniz de bıraksın artık şu “solun şiddetle imtihanı”masalını, başımıza gelenlerin suçunu hâlâ “şiddet ile hesaplaşamayan bir avuç solcu”ya yıkma kurnazlığını. Tüm ülkeyi devasa bir güç tekeli ile yöneten iktidar bloku ile, ne gücü, ne tesiri onlar ile kıyaslanamayacak olanları eşitleme çabası, iktidarın sorumluluğunu hafifletmekten, sorgulanmasını dengelemekten, kısacası iktidara kıyak geçmekten başka bir anlam taşımıyor. Kurnazlıkla iktidar ile bağınızı tehlikeye atmaktan sakınmak mümkündür, ama kurnazlıkla “hakkaniyetli” gözükmek mümkün değildir.

(*) Bu başlığı, rahmetli Tarık Zafer Tunaya Hoca’nın “İnsan Kanıyla Yazılmış Anayasa” başlıklı kitabını hatırlayarak kullandım.