Sevgili okuyucularım, 12 Eylül 1980 darbesinin durup dururken yapılmadığını herkesin, özellikle genç kuşakların çok iyi bilmesi gerekiyor.
Ülkede her gün kan akıyordu.
Sağ-sol çatışmaları alabildiğine yoğunlaşmıştı.
Her gün bombalar patlıyor, silahlar atılıyor, insanlar toprağa veriliyordu. Üstelik her cenaze töreni yeni bir olay demekti.
Hiç kimsenin can ve mal güvenliği kalmamıştı.
Semtler, mahalleler, okullar, öğrenci yurtları ve her yer parsellenmiş, iki kesim arasında bölüşülmüştü.
Üç türlü kavga vardı:
- Sağ-sol çekişmesi.
- Mezhep kavgası.
- Siyaset kavgası.
İlkine kısaca değineyim. Gençler devrimci-ülkücü olarak ikiye bölünmüştü ve esas kan bu iki kesim arasındaki kavgadan fışkırıyordu. İki taraftan birinde olmak zorundaydınız. Aksi takdirde her an öldürülmeniz mümkündü.
İkincisi ise Sünni-Alevi kavgasıydı. Farklı mezheplerden vatandaşlarımız birbirine düşman edilmişti. Ülkenin çeşitli yerlerinde yaşanan mezhep kavgalarında yüzlerce insanımız can vermişti.
Üçüncüsünde siyaset tıkanmıştı. Haftalar geçiyor ama Meclis bir türlü Cumhurbaşkanı seçemiyordu. Haftalar ve aylar, aynen bugün olduğu gibi parti başkanlarının birbirine sövmesi ve hakaret etmesiyle boşa geçiyordu.

* * *

Yaşanan binlerce kanlı olay sonrasında, darbe sabahı herkes mutluydu çünkü askeri yönetim altında can ve mal güvenliği geri gelmişti.
O gün akşam saatlerinde sokağa çıkma yasağı kalktığında halk caddeleri ve meydanları doldurmuş, darbe lehine tezahürat yapıyordu.
Genelkurmay Başkanı Kenan Evren önderliğinde yapılan askeri darbe böyle alkışlarla karşılandı.
Bu tablo, darbenin ilk aşamasıdır.

* * *

Hemen ardından başlayan ikinci aşama ise biraz tuhaftı! Askeri yönetim kendisine karşı taraftan halk desteği sağlamak için sol’u ezmeye başladı.
Din ticaretine hız verildi. Yeni imam hatip okulları açıldı.
İşkence yoğunlaştı.
Polis tarafından götürülen kimselerin bir bölümü ortalıktan kayboluyor ve kendilerinden artık haber alınamıyordu.
Kurulan sıkıyönetim mahkemeleri birbiri ardına idam cezaları yağdırmaya başladı.
Sağdan ve soldan idamlar gerçekleşti.
Üç yıldan fazla süren bir diktatörlük dönemini burada birkaç satırla anlatmak mümkün değil. Sonuçta 6 Kasım 1983 seçimleri yapıldı. Turgut Özal’ın partisi ANAP iktidar oldu...
Ve hırsızlık, yolsuzluk, vurgun, rant elde etme sürecinin kapıları işte o iktidar döneminde açıldı.

* * *

Evren iyiydi kötüydü, faşistti değildi, ülkeye iyilik yaptı kötülük yaptı seçeneklerinin tümü tartışmaya açıktır.
Herkes istediği gibi düşünmekte özgürdür.
Ancak bir tek husus vardır ki, değil tartışılması, düşünülmesi bile yanlıştır.
Evren ve askeri yönetim, o yönetimin bakanları asla hırsız değildi.
Ülkemizi üç yıldan fazla tek başlarına yönettiler. Geçmişi yeniden düşünerek ve elimi vicdanıma koyarak şunu rahatça söylüyorum:
Çalıp çırpmadılar... Malı götürmediler, ülkemizi yağma etmediler, ettirmediler.
Oysa ellerinde büyük yetki vardı. Siyasi açıdan yanlışlar yaptılar ama bir gün olsun harama el uzatmadılar, kul hakkı yemediler.
Kendilerine saraylar yaptırmadılar, saraylarda yaşamadılar...
Çünkü devlet yönetimini ele geçirdikten sonra aile boyu hırsızlık yolsuzluk yapacak kadar namussuz ve ahlaksız değillerdi.
Kendilerine saraylar yaptıracak kadar görgüsüz de değillerdi.
Görev süreleri bittiğinde kendi mütevazı evlerine çekildiler.

* * *

Şimdi özellikle Kenan Evren’in çocuklarına bakıyorum, onlar da öyleydi.
Oysa bilumum yalaka gazeteciler ve devletin bütün kurumları Evren’in emrindeydi. Her yetki onun iki dudağının arasındaydı. Eğer isteseydi, gücünü kullansaydı, bugünkü zıpçıktı hırsızların bin katı servet elde ederdi.
Devletin parasını, devletin olanaklarını bir gün olsun kendisinin ve ailesinin maddi çıkarları için kullanmadı.
Dikkat ettim, ölümü sonrasında işin bu boyutlarını şimdiye kadar dile getiren hiç kimse olmadı.
Hataları ve sevapları, doğruları ve yanlışlarıyla Evren aramızdan ayrıldı.
Geçmişte taptıkları adama şimdi ölümü sonrasında sövenler, arkasından kına yakanlar, bugünkü hırsızlık ve yolsuzluk ortamında bunları da düşünmeli!
Allah rahmet eylesin.

Türbekondu ziyareti


Sevgili okuyucularım, bizim Biji Ahmet geçtiğimiz pazar günü yanına Kara Kuvvetleri Komutanı ile üst düzey subayları ve koruma ordusunu alıp Suriye sınırını geçti, orada yeni yapılan göstermelik Süleyman Şah Türbesi’ni (!) ziyaret etti.
Türbenin macerasını biliyorsunuz. Eski yeri sınırımıza sadece 35 kilometre idi. Bölge IŞİD egemenliğine geçince bizimkileri bir telaş aldı ve taşımaya karar verdiler.
Bu 35 kilometreyi kocaman bir zırhlı araç konvoyu ile geçtiler, üstelik bir astsubayımızın durup dururken şehit olmasına neden oldular.
Böylece yurt dışındaki tek ulusal toprağımız olan türbe arazisini IŞİD’e terk edip döndüler!
Acele inşaat başlatıldı ve göstermelik türbeyi sınırımıza 250 metre mesafedeki Eşme Köyü’ne kurdular.
Fakat gelin görün ki, orada yaptırılan gecekondu benzeri türbekonduya koydukları üç tabutun üçü de boş.
En ufak bir kalıntı bile yok!

* * *

Ahmet Pazar günü işte burasını zırhlı araçlarla gidip ziyaret etti!..
250 metrelik boş yolda 33 zırhlı araç ve tank, yüzlerce asker ve polis koruma ile havada uçan destek helikopterleri!..
Süleyman Şah’ı bile iç siyasete alet etti, ruhunu incitti.
Sonra demeç verdi:
“Süleyman Şah’ın huzurunda divan durduk!”
Helal sana bu yollar!