Sevgili okuyucularım, “Büyük zafer” deyince hepimizin aklına Türk ordularının 26 Ağustos 1922’de Yunan ordusuna karşı başlattığı büyük taarruz gelirdi.
O gün başlayan taarruz 9 Eylül günü düşman ordusunun İzmir’de denize dökülmesiyle sonuçlanmış ve işgal altındaki vatan topraklarının önemli bir bölümü böylece kurtarılmıştı.
Başkomutan Mustafa Kemal Paşa idi.
Onun taarruz başlarken verdiği ve tarihe geçmiş olan emrini hepimiz biliriz:
“Ordular ilk hedefiniz Akdeniz. İleri.”
Sonra aradan uzun yıllar geçti ve bir savaşa daha girmemiz gerekti.
Kıbrıs Barış Harekatı!..
20 Temmuz 1974 günü ordumuz Kıbrıs’a çıktı ve yaklaşık bir ay süren kanlı savaşlar sonrasında Kıbrıs’ı kurtardı.
Hükümetin başında Bülent Ecevit vardı.
Her iki büyük zaferimizde çok kan dökülmüştü.
Binlerce şehit vermiştik ama değdi.

* * *

Sonrasında başka savaş olmadı, PKK terörü dışında başka çatışmalara girmek zorunda kalmadık...
Taaa ki 2015 yılı Şubat ayına gelinceye kadar...
Kader ağlarını örüyordu...
Başkomutan Tayyip sarayından emir verdi:
“Ordular ilk hedefiniz Süleyman Şah Türbesi. İleri!..”
Sadrazam Ahmet ve Genelkurmay Başkanı Necdet Bey ikilisi uzun hazırlıklar yaptılar...
Çünkü ordularımız bu kez çok uzun ve zorlu (!) bir mesafeyi aşmak zorundaydı.
Düşünün ki, türbenin sınırımıza olan mesafesi 30 kilometre idi!
Üstelik türbe düşman güçleri tarafından işgal edilmiş, bütün çevresi IŞİD, PKK, Müslüman Kardeşler ve Suriye ordusu tarafından kuşatılmıştı.
Düşman son derece güçlüydü!
Harekat emri padişahımız efendimiz başkomutan tarafından verildikten sonra, sadrazam Ahmet o kutsal harekat gecesinde Genelkurmay’a gidip Necdet Bey’le buluştu.
Büyük taarruzu (!) adım adım izleyeceklerdi!..
Ve izlediler!
Ancak ortaya çıktı ki 30 kilometrelik yol bomboştu.
Karşıda düşman güçleri falan da yoktu.
Ama bizimkiler yine de tedbirli davranmıştı...
Suriye’de yeni komşumuz olan PKK’ya önceden haber salmak zorunda kaldılar:
“Aman abiler biz türbeye dalacağız, sakın ola ki su koyvermeyin!”
PKK’nın üst düzey yetkilileri Ankara’ya çağrılıp destek istendi.
Harekat yapılacağını Türk Milleti bilmiyordu ama PKK’nın çoktan haberi olmuştu. “Siz merak etmeyin, biz size arka çıkarız. Ama karşılığında Apo’nun tahliyesini unutmamanızı özellikle rica ederiz” dediler.
Böylece el sıkışıldı.
Ordumuz harekete geçti. 30 kilometrelik asfalt yol boştu.
Başkomutan sarayında, Sadrazam ve onun Genelkurmay Başkanı karargahta harekatı sabırsızlıkla izlediler.
Askerimiz PKK’nın yol vermesiyle türbeye ulaştı.
Süleyman Şah’ın zaten boş olan sembolik sandukası kamyona yüklendi ve Suruç’a getirildi. Boş sandukanın başında dualar okundu, fotoğraflar basına servis edildi.
Propaganda mekanizmasının yine devreye sokulması gerekiyordu.
Türbe binasını soracak olursanız, düşman eline (!) geçmesin diye patlayıcılarla havaya
uçurulmuştu.
Türbeden bizim sınıra yine bir saatte varıldı.

* * *

Başkomutan sarayda merakla ve sabırsızlıkla bekliyordu.
Öyle ya, Allah korusun birileriyle çatışma çıkar da rezil olursak bunun hesabını hiç kimseye veremezdi.
Sadrazam ve onun Necdet Bey’i de aynı durumdaydı.
Neyse, uzun saatler sonrasında haber geldi:
“Bir kaybımız var, dönüyoruz!”
Ohhh, çok şükürler olsun!
Sadrazam ve Necdet Bey rahat bir nefes aldılar.
Sadrazam sabaha karşı bir istekte bulundu:
“Başarımız sonrasında ben şuracıkta bir şükür namazı kılayım.”
Abdestli olup olmadığını bilemeyiz de, hemen namaza durdu...
Çünkü “Büyük zafer (!)” kazanılmıştı...
1922 yılındaki Büyük Zafer ve 1974 yılındaki Kıbrıs Barış Harekatı bunun yanında hiç kalırdı ama şom ağızlılar hemen ötmeye başladı:
“Vatan toprağını başkalarına terk ettiniz...”
Yandaşlardan hemen yanıt geldi:
“Boşverin yaa vatan toprağını falan... Önemli olan bize propaganda malzemesi sağlamaktı. Biz onu gerçekleştirdik.”

* * *

Aradan çok kısa bir süre geçti ve bir sabah acı bir haberle uyandık.
Malatya’da iki jetimiz düşmüş ve dört pilotumuz şehit olmuştu.
Cenaze töreni düzenlendi.
Malatya’daki törende komutanlar vardı ama Tayyip-Ahmet vesaire zahmet edip gelmemişti...
Çünkü ikisinin de yoğun işleri vardı!
Başkomutan Tayyip o sırada Ankara’da oğlu Bilal’in TÜRGEV isimli vakfının düzenlediği toplu açılış töreninde nutuk atıyordu. Kim takardı şehit cenazelerini...
Yine dağıtmıştı. Merkez Bankası ile cemaate yine veryansın ediyor, kendilerinden yana olmayanlar için konuşuyordu:
“Varsın onlar inadına dekolte, inadına mini etek diye bağırsın. Biz TÜRGEV sayesinde inancına ve milletine bağlı nesiller yetiştireceğiz.”
Doğru söylüyordu! Onlardan yana olmayan herkes açık saçık giyinmekten yanaydı. Bütün dertleri etek boyu idi!
Mümkün olsa, başımızda padişah bulunmasa hepsi çıplak gezip bedenlerini satacaktı!
Son birkaç günümüz işte böyle bir tiyatro sahnesinde geçti.
Biraz daha utandık.