Sevgili okuyucularım, meşhur Ergenekon davasının bir numaralı savcısı ve sorumlusu olan Zekeriya Öz, o dönemde AKP ve Tayyip’in en değerli adamıydı!
Tutuklamaları yaptırdıkça Tayyip’ten alkış alır ve kendisine övgüler düzülürdü. O günlerde yargının taçsız kralı Zekeriya Öz idi.
O kadar ki, tutuklamalar yapılıp yüzlerce masum insan içeri tıkılırken Tayyip topluma mesaj vermiş, “Ben o davanın savcısıyım” diyebilmişti.
Bununla da yetinmemiş, Mercedes marka zırhlı makam aracını taçsız kral savcının emrine vermişti.
Aradan aylar yıllar geçti, Tayyip’le papaz olan Zekeriya Öz önce görevden uzaklaştırıldı, sonra da AKP’nin HSYK’sı tarafından açığa alındı.

* * *

Nazlı Ilıcak’ın Öz’le yaptığı kapsamlı söyleşi birkaç günden beri Bugün gazetesinde yayınlanıyor. Dünkü bölümde gazete birinci sayfadan kocaman bir manşet atmıştı:
“Ünlü gazeteciyi Ergenekon’a katmam için baskı yapıldı.”
Söyleşiyi okuyunca, sözü edilen “Ünlü (!)” gazetecinin ben olduğum ortaya çıktı. O bölümü sizlere aynen iletiyorum. Zekeriya Bey o dönemde kendisine hükümetten gelen baskıları anlatıyor, ancak hiçbirini yerine getirmediğini vurguluyor:
“Ergenekon soruşturmasında hükümetin çeşitli kademelerinde müdahale istekleri ve bana iletilen istekler oldu. Ancak hiçbirini yerine getirmedim. Hatta dosya bu nedenle elimden alınmak istendi. Bir tanesini örnek olarak verebilirim. AK Parti hükümetine muhalif olan ve eleştirel yazılar yazan ünlü bir gazetecinin, ısrarla soruşturma kapsamına alınmasının istendiğini fark ettim. Herhangi bir delil olmadığı için her defasında bu gazeteciyi soruşturmaya dahil etmedim. Ancak bu ısrarı fark edip polislere sorunca, gazetecinin soruşturmaya dahil edilip tutuklanması konusunda çok üst düzeyden gelen baskılar ve talimatlar olduğunu öğrendim.”
Çok üst düzey!.. Tayyip’ten başka kim olabilir?
Bu aşamada Nazlı Ilıcak soruyor:
“İsmini vermediğiniz kişi Emin Çölaşan olabilir mi? Zira Çölaşan ‘Başbakan beni dinletti’ diye yazmıştı.”
Yanıt:
“Şüphe üzerine dinlemeye alınmış, ancak örgütsel bir irtibatı görülmediği için soruşturmaya dahil edilmemiştir.”

* * *

Bu anlatılanlar 2007-2009 arasında oluyor. O sırada ben (2007 Ağustos ayında) Tayyip’in bastırmasıyla Hürriyet gazetesinden kovulmuşum ve boştayım. Bilgi Yayınevi’nde oturmuş, kitaplar yazıyorum.
Eğer o günlerde gazetede yazıyor olsam, Ergenekon konusuna ister istemez balıklama dalacak ve belki ben de tutuklanmış olacaktım.
Telefonlarımın dinlendiğini de biliyordum çünkü iddianameler açıklandıkça benim başkalarıyla yapmış olduğum suç içermeyen geyik muhabbetlerinin bile oltaya takılmış olduğunu görüyordum.
Şimdi bu durumda Zekeriya Öz doğru mu söylüyor? Yani paçayı Tayyipgillerden gelen baskılara rağmen savcının yürekliliği ve cesareti sayesinde mi kurtarmış oluyorum?
Bunu bilmem mümkün değil...

* * *

Benim gözümde iki ayrı Zekeriya Öz var.
İlki Ergenekon davasında çok haksızlıklar yapan, iktidara karşı olan insanları gözünün yaşına bakmadan içeri tıktıran, Ergenekon ve benzeri soruşturma ve davalardaki hukuk rezaletini baştan sona kurgulayan savcı.. Onu kınıyorum ve saygı duymuyorum.
İkincisi ise sonraki yıllarda gerçekleşen çok büyük AKP-rüşvet-yolsuzluk olaylarının üzerine giden, pislikleri ve iktidarın çürümüşlüğünü gözler önüne sermeye çalıştığı için görevden alınan savcı. O savcıyı kınamıyorum.
Zekeriya Öz’ün anlattıkları, Türkiye’de hukuk devletinin (!) nasıl çökmüş olduğunun, siyasete nasıl alet edildiğinin somut kanıtlarıdır.

* * *

CHP İzmir Milletvekili Aytun Çıray dün o söyleşiyi okuyunca TBMM Başkanlığı’na (Adalet
Bakanı tarafından yanıtlanması istemiyle) bir soru önergesi vermiş. Özetliyorum:
“Bir gazetecinin soruşturma kapsamına alınması için emir veren çok üst düzey hükümet yetkilisi kimdir?
Suçu olmadığı halde kendisine iftira atılarak soruşturma kapsamına alınması ve tutuklanması istenen gazeteci Emin Çölaşan mıdır?
Savcı Öz, Çölaşan’ın ‘Şüphe üzerine dinlemeye alındığını’ söylemektedir. Söz konusu edilen şüphe nedir?
Böyle bir olay basın özgürlüğüne müdahale değil midir? Kimler müdahalede bulunmuştur? Haklarında işlem yapılacak mıdır?”
Bu önergeye de hiçbir zaman yanıt verilmeyeceğini Aytun Çıray’a şimdiden bildirmiş olayım!

Sıkmabaşlı HSYK üyesi TÜRGEV’de!


Sevgili okuyucularım, dün bizim gazetede Ali Ekber Ertürk arkadaşımızın ilginç bir haberi vardı. Tayyip tarafından geçen yıl HSYK üyeliğine seçilen Bayan Aysel Demirel, aynı zamanda Tayyip oğlu Bilal’in TÜRGEV vakfının da yöneticisi imiş.
Maşallah maşallah...
Tayyip onu HSYK’ya üye seçerken TÜRGEV ilişkisine değil, mutlaka hukuk bilgisini falan dikkate almıştır!
Ali Ekber kendisine sorunca şöyle demiş:
“Ben HSYK üyesi olarak değil, şahsi olarak bu vakfı desteklediğim için oradayım!”
Bu mantıktan yola çıkarak, herhangi bir yüksek yargıç bir süre sonra örneğin AKP’ye gidip kaydını yaptırır ve sonra da şöyle diyebilir:
“Ben Yargıtay (veya Danıştay, Anayasa Mahkemesi, HSYK) üyesi olarak değil, şahsi olarak o partiyi desteklediğim için oradayım!..”

* * *

Yıl 2003. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, boşalan Anayasa Mahkemesi üyeliğine rahmetli hukuk adamı Özdemir Özok’u seçmişti.
Özok Türkiye Barolar Birliği Başkanı idi.
Bir süre sonra ortaya bir sorun çıktı:
Özok geçmişte CHP’nin kayıtlı üyesi olmuş, ancak daha sonra istifa etmişti.
Biti henüz kanlanmamış olan AKP’nin basını hemen yaygaraya başladı:
“Siyasete bulaşmıştır, Anayasa Mahkemesi üyeliğinden derhal ayrılmalıdır...”
Ve Özok istifa etti.

* * *

Türkiye’de o yıllarda hukuk, etik değerler, ahlak ölçüleri, insan onuru ve kamuoyu baskısı geçerliydi ve rahmetli Özok bunları dikkate almıştı.
Şimdi HSYK’da başı bağlı bir kadın üye...
Ve öbür yanda iç siyasetin sık sık ana konularından birini oluşturan, Tayyip oğlu Bilal’in vakfı TÜRGEV!..
Kadın hem yargının en etkili yerinde, hem de TÜRGEV’ in yöneticisi.
“Birinden istifa etmen gerekir” desek güler geçer.
Kimi kime şikayet edeceksin kardeşim, almışlar başını gidiyorlar,
O halde iki görevine de devam etsin! Nasıl olsa bizim yargı “Bağımsız” ya!
Vallahi maşallah, Allah bunlara daha nice başarılar ihsan etsin. Amin.