Sevgili okuyucularım, Abdullah-Ahmet maçı olanca hızıyla devam ediyor! Biz bu heyecan verici maçı izledikçe bu ülkenin insanları olarak neşelenmenin ötesinde “Helal olsun bunlara, iyi ki bizi bunlar yönetmiş (!)” diyoruz.
Abdullah Cumhurbaşkanı, Ahmet Hariciye Nazırı...
İkisi de Birleşmiş Milletler toplantısına Türkiye Cumhuriyeti adına katılmak için New York gezisinde.
Buraya kadar olan bölümde, ikisi arasında hiçbir görüş ayrılığı yok.
Filmin kopuşu bundan sonra oluyor.
Yıllardan 2013, aylardan eylül!
Hariciye Nazırı molla Ahmet tam da o sırada, Birleşmiş Milletler toplantısı yapılırken Pensilvanya’ya gidip Fethullah Gülen hocaefendiyi ailesiyle birlikte ziyaret ediyor.
Kendi iddiasına göre hocaefendiye “Türkiye’ye dönersen iyi olur” gibi laflar ediyor.
Ahmet’in şimdi tavır değiştirdiğine bakmayın siz!..
Ahmet geçmişte cemaate yakın, hatta tam göbeğinde.
Zamanında onların Aksiyon isimli dergisinde köşe yazarlığı yapmış, Kıbrıs’taki toplantılarına katılmış. Bunların tümü belgelendi.

* * *

Neyse, çoluk çocuğunu da alıp hep birlikte Fethullah’ın elini öpmeye gidiyorlar.
Ziyaret ortaya çıkınca AhmetBu ziyaretimden hem Cumhurbaşkanı, hem de Başbakanın haberi vardı” dedi.
Hemen ertesi gün Bay Abdullah Gül’den açıklama geldi:
“Oraya gittiğinden benim haberim yoktu!”
Vay canına!..
Birleşmiş Milletler toplantısında bir Türk heyeti var ve Hariciye Nazırı kendi cumhurbaşkanından izin almadan Pensilvanya’ya gidip el öpüyor! Bu nasıl iştir?
Zor durumda kalan Ahmet hemen açıklama yaptı:
Benim zihnim berrak, belleğim yerinde. Kendisine haber verdiğimi unutmuş olacak!”
(Bilmeyenler ve zihni berrak olmayanlar için söyleyeyim, bizim Ahmet şu anda Başbakan olarak görev yapıyor, fevkalade başarılı oluyor, Türkiye onunla gurur duyuyor!)

* * *

Dünkü yazımda aynen şöyle demiştim:
“Ortada bir yalancı var. Biri yalan söylüyor da acaba hangisi? Bay Abdullah Gül (Ahmet’in bu sözlerine) acaba yanıt verir mi, yoksa susup köşesine mi çekilir, bilmemiz mümkün değil. Keşke konuşsa da neşemizi bulmaya devam etsek...”
Sizler dün bunları okurken, Bay Abdullah’tan yanıt geldi.
Yanıtını kendisine en yakın gazetecilerden biri olan Fehmi Koru aracılığı ile onun köşesinden vermişti:
“Benim de zihnim berrak. Konu hakkında (Fethullah ziyareti konusunda) önceden haberdar edilmediğim için, öğrendiğimde duyduğum ve çevremle de paylaştığım rahatsızlık yüzünden, unutmam mümkün değil. Döneceğimize yakın bir
gece kendisinin davetiyle oteldeki odasında Ahmet Davutoğlu ile uzun bir görüşmemiz oldu. Yalnızca dış politika değil, ülkeyi ve iç siyaseti ilgilendiren her konuyu etraflıca konuştuk. Saatler boyu... O görüşmede de Pensilvanya’ya (Fethullah’a) gitme niyeti gündeme gelmedi.”
Fehmi Koru, Abdullah Gül’ün kendisine anlattıklarından yola çıkarak şöyle diyor:
“Konunun bu noktaya varmasından müthiş rahatsızdı. Davutoğlu’nun Pensilvanya’ya gidişini gereksiz bulduğu için kızmış ve kızgınlığını ilk görüştüğü bazı siyasetçilerle de paylaşmış Abdullah Gül.”

* * *

Tablo karşımızda açık seçik duruyor. Bilemediğimiz tek şey, hangisinin yalan söylediği...
Birisine “Sen 2013 yılının Eylül ayında hangi yemekleri yemiştin” diye sorduğunuz takdirde bilmemesi normaldir. Zihni en berrak olan kişi bile bunu bilemez, anımsaması mümkün olmaz.
Ama olayımızda önemli bir devlet işi var.
Hariciye Nazırı gidip Fethullah’ı ziyaret ediyor ve şimdi aralarında kavga patlıyor!
“Haberin vardı, yoktu!..İzin aldım, almadın!..Benim zihnim berrak, seninki kadar benimki de berrak!..”
Devlet yönetimindeki şu ciddiyetsizliğe, laubaliliğe bakar mısınız.
Bu iki şahıs arasındaki kavgadan, birinin veya öbürünün söylediği yalanlardan
(hiçbir günahımız olmadığı halde) biz utanıyoruz.
Biri dönemin Cumhurbaşkanı, diğeri Hariciye Nazırı!..Şimdi birbirlerini suçluyorlar.
Vay benim milletim seni kimler ve hangi kafalar yönetiyor, halâ anlamadın mı?

Diyanet’in Mercedes’i


Sevgili okuyucularım, bizim Diyanet’in en önemli özelliklerinden biri de siyasete dalmış olmasıdır.
Orası uzun süredir AKP’nin arka bahçesi.
İktidarın savurganlığı ve lüks düşkünlüğü nasılsa, Diyanet’in de aynen öyle. Vakıfları dahil ellerinde korkunç, sonsuz miktarda para var.
Diyanet geçtiğimiz haftalarda yeni bir lükse soyundu. Başkan Bey kendisine yeni bir makam aracı alınmasını istedi.
Gazeteci arkadaşımız Ali Ekber Ertürk, talep edilen son model Mercedes aracının bedelinin tam bir trilyon Törkiş lira olduğunu yazınca Başkan Bey çok kızdı ve “Mahşerde ve hukuk önünde hesap vereceklerdir” dedi.
Bu dünyanın işini öbür aleme bırakıyordu.
Ali Ekber bunun üzerine faturayı yayınladı. Olay böylece belgelenmiş oldu ve dolayısıyla mahşerde hesaplaşmaya gerek kalmadı!
Diyanet Başkanı bunun üzerine televizyona çıkıp “İbret-i alem için (herkese ibret olsun diye) bu aracı iade edeceğim. Bu araç benim için mezara dönüştü. Bu sarık leke kabul etmez” dedi...

* * *

Diyanet’e saygımız vardır. Ama gelin görün ki, devlet parasıyla böyle lüks harcamalar yapmak, önce yalanlayıp sonra kabul etmek Diyanet’e yakışmadı.
İktidar her türlü lüks ve şatafatın tam göbeğinde olabilir. Vatanın ve milletin paralarını o doğrultuda harcıyor da olabilir.
Kul hakkının en büyük savunucusu olması gereken Diyanet bu savurganlığa kendisi de alet oluyorsa, iş o zaman kötüye gidiyor demektir. Trilyonluk Mercedes’i iptal etmek zorunda kaldı, iyi oldu.
Bir ayıptan kurtuldu.
Faturası bizim gazetede çıkmasaydı yine iade eder miydi, işte onu bilemiyorum.