Sevgili okuyucularım, 1999 yılında Kenya’da enselenip İmralı’ya getirildiğinde masum bir kedi yavrusu gibiydi.
Bülbül gibi şakıyor, kendisini sorgulayanlara bütün bildiklerini anlatıyor, örgütün sırlarını veriyordu.
O kadar ki, Türk Milleti’ni ne kadar sevdiğini bile çekinmeden söylerken Atatürk’e övgüler düzüyordu.
Ancak küçük bir sorunu vardı!..
O sırada Türk Ceza Kanunu’nda idam cezası yer alıyordu.
Mahkemede yargılanacaktı ama acaba kendisini idam ederler miydi!
Bütün amacı kellesini kurtarmaktı. İsterseniz 100 defa ağırlaştırılmış hapis cezası verin, hepsine razıydı.
Yeter ki idam edilmesin!

* * *

Yargılanması 1999 Haziran ayında sona erdi. Tam da o aşamada idam cezası kaldırılmıştı.
40 bin kişinin katili idi ama kelleyi böylece kurtarmış oldu!
Artık İmralı günleri başlamıştı.
Odasında süklüm püklüm yatıyor, kendisine sağlanan kısıtlı cezaevi olanaklarından yararlanıyordu.
Gel zaman git zaman iktidara AKP isimli bir parti geldi.
O partinin bir tek amacı vardı:
Baş edemeyeceğini anladığı PKK terörünü azaltmak veya durdurmak için katili koz olarak kullanmak.
Böylece Apo’ya bir sürü ödünler verildi:
“Sayın Öcalan biz seni kurtarırız, tahliye ederiz ama senin de bize yardımcı olup örgütü yumuşatman gerekir.”
Tahliye sözünü duyunca adamın içi kıpır kıpır oluyordu. Deseniz ki “Ulan otur şuraya, Atatürk’ün büyük nutkunu baştan sona ezberleyip oku, seni tahliye edelim”, vallaha onu bile yapacak kıvama gelmişti.

* * *

Aradan yıllar geçtikçe Apo’da değişiklikler oluşmaya başladı. Bir de baktı ki İmralı’da ayağına devlet yetkilileri geliyor, MİT Müsteşarı geliyor, kendisinden yardım ve destek istiyor...
Giderek şımardı.
Önce cezaevi koşullarının değişmesini istemeye başladı. Ne dediyse kabul edildi.
İmralı’da artık kendisi için özel yemekler pişiyor, siparişlerini alan görevliler mutfağa inip özel servis yapıyordu.
Sonra yanına beyefendi yalnızlık çekmesin diye özel arkadaşlar getirildi. Hepsi PKK teröristi idi ve isimleri idareye bizzat katil tarafından verilmişti.

* * *

Sonra yavaş yavaş yanına Kürtçü partinin milletvekilleri ve yetkililerinden oluşan heyetlerin gelmesine izin verildi.
Onlarla konuşuyor, talimat veriyor, kamuoyuna hitaben yazdığı bildirileri ellerine tutuşturuyordu.
Yıllar öncesinin süklüm püklüm Apo’su gitmiş, onun yerine sert çıkan, posta koyan, devleti tehdit eden, olmazsa olmaz diyen bir başka Apo gelmişti...
Çünkü iktidarın özellikle Güneydoğu’daki acizliğini görmüştü.
Devlet Apo’dan korkuyordu.
Apo’nun fendi Tayyip’i yenmişti.
Doğrusunu isterseniz kaçın kurası Apo süreci iyi okumuştu.
Aksi olsaydı devletin en üst düzeydeki görevlileri, hatta MİT Müsteşarı Hakan Fidan İmralı’ya gidip kendisiyle, Oslo’ya gidip örgütle bire bir pazarlık masalarına oturur muydu!

* * *

Evet, Güneydoğu’nun elimizden kayıp gittiğini hem Apo, hem de yerli ve yabancı işbirlikçileri görmüştü.
Orada devlet artık sadece göstermelik olarak var.
Valiler ve kaymakamlar etkisiz ve yetkisiz.
Asker kışlasında, 100 metre ötedeki Kürtçülük gösterilerine bile müdahale etmekten aciz. Necdet Bey’in önemli başarısı!..
Polis korkutulmuş, olay çıkmadıkça müdahale edemiyor.
Özerk Kürdistan ha kuruldu ha kurulacak. Eli kulağında!
Ülkemizin dört bir yanında, özellikle de Güneydoğu’nun her yerinde artık Kürdistan bezleri asılıyor.
Irak’tan gelen bir Kürdistan ekibi birkaç gün önce Diyarbakır belediye başkanı tarafından makam odasındaki Kürdistan bezi altında karşılanıp ağırlandı.
Kürtçülük korosu artık her gün haykırıyor:
“Özerklik isterük, Öcalan’ın bırakılmasını isterük!..”

* * *

Devlet ve hükümet derseniz, çaresiz!..
Bu iktidara kalsa vatan ha satıldı, ha satılacak... Yetki ve söz sahibi olan Apo ile Kandil.
Ne uğruna?.. Oy uğruna.
Dünkü haber şöyleydi:
“Apo, örgütüne ‘10 güne kadar silahları bırak’ çağrısı yapacak!”
Peki ama karşılığında ne verilecek? Katil bu çağrıyı babasının hayrına mı yapacak?
Allah aklımızı korusun, amin!

* * *

Apo ile pazarlık masasına oturan utanmazları burada bir kez daha uyarmayı bir görev biliyorum.
O katili tahliye edecek, Türkiye’yi böldürecek bir babayiğit henüz anasından doğmadı.
Buna ne Tayyip’in gücü yeter ne Ahmet’in, ne de bölge valilerinin ve Genelkurmay’ın.
Uykuda zannettiğimiz bu sessiz ve tepkisiz millet gerektiğinde öyle bir şahlanır ki, sormayın gitsin.