Dedemiz, babamız...
İngilize güvenmezdi.
Aramızda savaş ve kan vardı, ancak İngiliz sicimi (ipi) çok meşhurdu...
“Asılacaksan onu seç” bile denilirdi, İngiliz ipinin reklamı için.
Peki İngilizler, yedi düvelde darağacını kurup, meşhur ipleriyle nasıl adam asmaca oynardı?
O oyunun adı belliydi: Böl ve yönet.
Afrika’da kabileleri, Arabistan’da aileleri, Kürtlerde aşiretleri, Hindistan’da kastları, özetle birini alıp diğerine kırdırarak, üstünde güneş batmayan bir imparatorluk kurdular.
Ama güneşin altında fazla kaldı, çeke çeke Ada’ya kadar küçüldü.
Böl-Yönet felsefesi de tarih oldu.
Veya öyle sanıyorduk, maalesef başımıza geldi.

* * *

Türkiye ve halkını bölerek yönetmeye çalışanı biliyor, tanıyoruz.
Kimlik siyaseti ile kışkırttı.
Yalanla, kumpasla düşmanlık tohumu ekti.
Evet, bir-iki seçimde hasadını topladı.
Ama nihayetinde başaramadı...
Neden böyle diyorum?
Çünkü belki böldü ve fakat yönetemedi.
Sonunda pes etti.
Bizimle uğraşmaktan vazgeçti.
Elinde kalanla yetindi.
Sabah, öğle, akşam, günde üç posta, TV imamı gibi kendi yüzde 50’sinin
eksilen bakiyesine seslenir oldu.
O yüzden, her lafına alınmayın, hatta üstünüze almayın.
İnanın kaybınız olmaz.

* * *

Örnek mi istersiniz, çok!
Mesela Saray’ın saltanat kayığı diye geçinen sözde gazete...
Kabataş yalanını montajla süsledi.
Sizlerden yutan oldu mu?
O denli özgül zeka yoksunu iftira ile sizi kandırmak mümkün mü?
Demek ki lafı bize değil.
O zaman, geçelim.

* * *

Yine yandaş medyadan 3 örnek...
8  yandaş gazete, Gezi olaylarında aynı manşetle çıktı.
Göreniniz var mı?
Yoktur çünkü o gazete taklitleri evinize girmiyor.
Geçenlerde yine o medyada 13 yazar yanaşık düzene geçti, emir tekrarı ile tıpatıp aynı başlıkla makale yazdı.
Bir tanesinin adını sanını bilen var mı?
Eğer yoksa ne diye ciddiye alıyorsunuz?
Son bir örnek...
CHP’li Umut Oran için, dört gün, üç gazete afiş gibi çıktı.
Oran on beş dakikada yalanı iftirayı teşhir etti.
Bir haftadır, açılan davanın, ödeyecekleri tazminatın, telaşına düştüler.
Diyorum ya, gülün geçin, onlar kızsın.

* * *

Ama tabii ki, bırakın gülmeyi şaka kaldırmayan konular da var.
Mesela...
MİT yasası açık ve diyor ki;
“Beş yıllık görev süresi dolmadan istifa edenler, geri dönmek için beş yıl beklemek zorundadır.”
Başka ne diyor, bakalım;
“Müsteşarlığa atama MGK görüşü ile yapılır.”
Son bir hüküm daha...
Seçilemeyen bürokrat, göreve ne zaman döner?
Yüksek Seçim Kurulu, sonuçları açıkladıktan sonra.
Ama yasayı dinleyen yok.
MİT Müsteşarı sanki bir ay tatile gitmiş gibi AKP rozetini çıkarıp koltuğuna döndü.
“Ne olur?” diyorlar.
Hiç olmaz!
Yasalar herkese eşit uygulanmalı.
Aksi halde sonucu bellidir.
O tabeladan “milli” sıfatı düşer, geriye istihbarat teşkilatı kalır.
Benim, milletin değilse, o zaman kimin istihbaratıdır diye sorulur, hesap görülür.
O yüzden, bunu geçmeyelim.
Üstünde duralım.

* * *

Merkez Bankası tiyatrosu, çözüm illüzyonu, kadın cinayetleri, iç güvenlik yasası, internet yasağı...
Hangisinde fikrimiz alındı, muhalefetimize kulak verildi...
Cevap veriyorum:
Hiçbirisinde.

* * *

O zaman ne diyelim, Karadeniz fıkrasındaki gibi...
Bizi tanımayanı, biz de tanımayız.
Aslında “Bir bölen” istemeden bize, Türkiye’ye iyilik yapıyor.
Hakikaten yeni Türkiye kuruluyor.
Ama O’nun hayalindeki gibi değil...
Aksine, O’nu paranteze alarak, yerini, sınırını tarif ederek, mümkün olduğunca birleşerek yolumuzda ilerliyoruz.
Yakında, 8 Haziran’da, bu çile sona erecek.
Sadece inananlar, cesaret edenler davetlidir.