1980 darbesine kadar, Kürt sorunu solun alanıydı.
Çünkü sınıf savaşında, milliyet fark etmezdi.
Birlikte örgütlenme ilkesine göre, solda etnik kimlik siyaseti yoktu.
O yüzden eski tüfeklerin, “Yoldaşımın Kürt olduğunu bilmezdim” lafı cehaletin değil siyasi tercihin eseridir.
Maalesef askeri darbe solcuları ezerken, etnik (hatta mezhep) parçalarına ayırdı. Türk, Kürt, Laz, Çerkez vb...
Etnik kimliğinin idrakinde olarak, ve ama o eşiği/engeli aşarak sol siyaset güdebilir elbette...
Ama hazin olan Kürt milliyetçisi bir partinin kendisini solcu ilanıdır.
Dahası bazı aydınların uluslararası ölçülerle ancak nasyonal sosyalist sayılabilecek bu partiyi sosyalist etiketiyle tescilidir.

* * *

Siyasetin adını koymak, neden ve ne zaman önemli?
Çünkü Kürt partisi, Kürt sorunu için, iktidarla pazarlık halinde.
Bir yanda Başkan Baba, İmralı’da Serok (Başkan) Apo, aradaki postacıları da HDP. Başkanlara bak, partilere dön, Türkiye’nin tamamı için, demokrasi ve barışı bekle...
Zor!
Çözüm süreci diyorlar, çözdükçe dolaştığına şaşır.
Birleştirmek yerine, ayrıştırdığına üzül...
Ama ne olur, önce bir düşün.

* * *

Bakın, bence iki ayrı Abdullah Öcalan var.
İlk Öcalan’ı, 1999’da yakalandığında gömdük.
Zombi Öcalan daha İmralı’daki ilk gününde, siyaset tarzını belli etti: En güçlü ile konuş!.
O tarihte siyasi iktidara güvenmedi, askeri muhatap saydı, istenileni yaptı.
Sonra koşullar değişti.
Şimdi iktidarın, “paralelin oyunu bu” dediği, Ergenekon ve Balyoz tezgahlarını iyi okudu, güçten düşen askerden uzaklaştı, AKP’ye yanaştı.
Çözüm süreci işte bu psikoloji ile doğdu, yürüdü.
Peki neden şimdi tökezliyor?
Çünkü Öcalan siyasi muhatabına güvenmiyor.
Dahası gücünü, geleceğini tartıyor, tartışıyor.
Halkının yüzde 50’sini karşısına alan, uluslararası arenada yalnız bırakılmakla övünen, kendi kurduğu partide bile itibar yitiren, Başkan Baba ile bu iş yürür mü? Yürümez...
İmralı bile anladı.

* * *

Kürt sorunu, maalesef bu iktidarın, 13 yılı boşa harcaması ile sadece Türkiye’nin meselesi olmaktan çıktı.
Bölgesel dengeler, büyük güçler çok etkili hale geldi.
Örneğin Kuzey Irak dediğimiz, Kürdistan Bölgesel Yönetimi...
Veya Kuzey Suriye dediğimiz Rojava.
Diyarbakır’ı sanki bu coğrafyadan bağımsız sayıp, çözüm beklemek ne kadar gerçekçi bir yaklaşım.
Peki Meclis’te mübalağa cenk edilirken, sözünü ettiğimiz bölgelerde neler oluyor?
Anlatalım.
1) Başkan Obama İŞİD ile savaş yetkisi aldı.
12 Irak tugayı İŞİD’e karşı kara harekatı düzenlerken ABD uçakları destek verecek.
Savaş bir aya kadar başlayacak.
2) Hava operasyonlarında muhtemel kayıplar için, arama kurtarma amaçlı bir üs kurulacak. Üs Erbil yakınında olacak.
Demek ki, ABD bölgede İŞİD’i bitirmeye kararlı.
En sadık müttefiki Barzani ve Kürtler.
PKK ise Barzani’nin kanlısı ve rakibi.
O zaman ABD kimi seçecek? Bölge Kürtlerine liderlik için, kimin yanında duracak?
Barzani mi? Apo mu?
Başkan Baba bile seçimi anladı...
Serok Apo böyle aykırı giderse, raf ömrünü kısa zamanda tamamlar.
(Kandil’in telaşı da bu yüzden.)

* * * *

Bu koşullar değişmeden, çözüm süreci patinaja mahkum.
Ama büyük ihtimalle yeniden kan akmaz.
Çünkü seçim arifesinde çatışma, AKP’ye de, HDP’ye de yaramaz.
Özetle kan akmaz, çözüm de gelmez.
Her iki taraf da illüzyon satar, etnik hassasiyeti istismar eder, oy çalmayı sürdürür.

* * * *

Seçime kadar böyle, seçimden sonra ne olur?
Hiçbir sorun çözümsüz kalmaz.
Ya biz çözeriz veya dış bir çözümün parçası oluruz.
Tercih bizim.
Eğer biz çözeceğiz diyorsak, oyumuzu demokrasiye atacağız.
Bu sayede yurtta sulhu sağlayacağız.
Ve o oylar sayesinde sağlanan iktidarla, cihanda sulh için, eğilmeden, efelenmeden, halifelik hayaline kapılmadan, Türkiye’nin gücüne yakışır şekilde, dost düşman herkesle konuşacağız.
Yalnız değil birlikte çözeceğiz.
Çözeceğiz ve bitecek!