Talk gitti show kaldı

33 yıldan sonra ekranlara
veda etti David Letterman.

Yaptığı işe damga vuran herkesin ardından “Bir dönem bitti” denir ya, David Letterman’ın Amerikan televizyonlarından emekli olması vesilesiyle hiç çekinmeden bu klişeye sığınabiliriz.
Amerikan televizyonculuğunun en prestijli iki kurumu akşam haberleri ve gece talk show’larıydı yakın zamana kadar. Ancak Amerika, tıpkı dünyanın geri kalanı gibi, herkesin akşam aynı saatte ekranın başına oturduğu bir toplum olmaktan epey zamandır uzaklaştı.
Haber alma kanalları artmaya başladıkça akşam haberlerinin ve anchorman’lerin önemi büyük ölçüde azalmaya başladı. Reklam verenin en çok önemsediği 18-49 yaş arasındaki kuşak da ana haber bültenlerinden uzaklaştı.
Bu yüzden kısa süre önce anlattığı bazı hikayelerde abartma olduğu ortaya çıkan, Tahrir Meydanı’ndan bildirirken aslında otel balkonundan olayları izlediği belirlenen anchorman Brian Williams kızağa çekilince izleyici önemsemedi bile. Yerine gelen sunucuyu da benimsedi.
Talk show’larda ise ilk veda Jay Leno’dan geldi. Koltuğunu Jimmy Fallon’a devreden Leno günümüz mizahından epey uzak kaldığını kendisi de itiraf ediyordu. Dahası, talk-show’culuğun da yapısı baştan aşağı değişmeye başlamıştı.
Artık “talk” gitti, yerine “show” geldi.
Jimmy Fallon öyle başarılı oldu ki “show” konusunda, rating’lerinde rakiplerine açılamayacak bir fark attı. Artık onun sunduğu programda ünlülerin ne dediği, ne giydiği değil ne gibi numaralar yaptığı ve ertesi gün İnternet’te viral olacak ne malzeme verdiği önemli.
Geçen hafta en çok Jamie Foxx’un farklı şarkıcıları taklit ettiği bir video paylaşıldı mesela.
33 yıl boyunca ekranda olan David Letterman ise her zaman işin “talk” tarafıyla daha ilgiliydi. Jimmy Fallon skeçlerde oynamaktan, taklit yapmaktan, dans etmekten, şarkı söylemekten ne kadar hoşlanıyorsa Letterman böyle şeylere hep mesafeli durdu.
Dahası mizah anlayışı da epey absürttü, ancak anlayana hitap ediyordu.
Ekranda rahatsız, garip, huzursuz bir adam vardı çoğu zaman. Neredeyse asosyal. Ama gerçekten konukları konuşturmak, ünlülerden önceden planlanmamış gerçeklik anları koparma peşindeydi. Bugün ekranda bu tarz bir gerçekliğe yer yok.
Letterman, ilk başlarda ezeli rakibi Jay Leno’yu geçti, kısa süre sonra ikinciliğe razı oldu ve yıllarca bu şekilde devam etti.

TV düşen bir cephe

Benim talk show maceram


Yıllar önce, başarısız bir talk show denemesine giriştiğim dönemde New York’ta bir otel odasında David Letterman hakkında bir belgesel izlerken kafamda ampul yanmıştı. Şu anda 33 senelik bir TV efsanesi olarak anlattığım adam bu noktaya ne denemelerden, ne başarısızlıklardan gelmişti. Yerel kanallar, sabah programları, arka arkaya yayından kaldırılan başka talk show’lar...
Özel televizyonculuğun altın yıllarını ekranın önünde yapılan her şeye (mesela Cem Özer’in programında kadın şairin performans olarak memelerini açmasına) hayranlıkla bakan biri olarak o yılları yeniden yaşatmak istiyordum kendimce. İlk özel TV yıllarında ekrana çıkmak yeniydi ve herkes gerçek yüzünü gösterecek kadar hevesli ve heyecanlıydı.
Ancak yıllar içinde Türkiye’de televizyonun prestiji iyice ayaklar altına düştü. Reha Muhtar ve rahmetli Savaş Ay gibi ağabeylerimiz televizyonculuğu bir sirke döndürüp ekrana çıkan herkesin kendisinden bir şeyler kaybetmesine, ucuzlaşmasına neden oldu.
Mahsun Kırmızıgül’le Seda Sayan’ın ekrandaki aşk kavgaları ya da Bülent Ersoy’un sabah 4’te stüdyoda İbo-Mahsun barışı sağlaması gibi.
Televizyona çıkmak rezil olmayla eş değer olmaya başladı, neredeyse genelevde yakalanmakla eşdeğer oldu ve A-List’ler ekrandan çekildi. Bütün bir ekran varoşa teslim oldu, Flash TV’ye döndü. Bu süreç hızla devam ediyor.
Yanılsamam ekranda “talk”a talep olduğuydu; yapamadık. Aslında kendi programımda memnun olduğum tek bir an oldu: Sabaha karşı 2:00 gibi Latife Tekin’le karşılıklı uzun uzun söyleşmemiz. Efsane bir romancının sadece bir talk show’a çıkmış olması bile benim için başlı başına bir olaydı, ama duyduğum heyecanı başkaları paylaşmadı.
Ekran bir gün o samimi günlerine dönecek mi, emin değilim. Dünyadaki trend de bu yönde. Ben televizyonun kaybedilen ve başkalarına bırakılan bir cephe olduğunu düşünüyorum artık.
Ama başka iletişim kanalları da var. Mesela Amerika podcast’ler sayesinde radyo günlerine dönüyor ve ekranlarda kolay kolay yer almayan konular ve konuklar buralarda kendine yer buluyor. Her gün ekranda olsa bile, diyelim Kris Jenner’la gerçek bir sohbeti podcast’lerde bulabiliyorsunuz. Benzer şekilde İnternet’te video teknolojileri de sınırsız bir imkana yer açabiliyor. Yaratıcı olmak, yeni şeyler denemek, sermayeyi ve yatırımcıları ikna etmek bizim elimizde. Zamanla bir değişim kaçınılmaz olacaktır.
Ah, bir de iktidar değişse.

Türk sanatçının sergisi

İznik çinisine modern yorum




Elif Uras, hamile kadın
vazosu ve ben.

Geçen hafta New York’un günübirlik de dışına çıkmak için Elif Uras’ın Connecticut’taki Aldrich Çağdaş Sanat Müzesi’nde açtığı sergi bahane oldu. Bir buçuk saatin sonunda küçücük bir kasabada ülkenin en prestijli sanat müzelerinden birine vardım.
Aldrich Müzesi sabit koleksiyonu olmayan, sadece özel sergilere ev sahipliği yapan bir müze.
Elif Uras’ın “Nicaea” sergisi de müzenin salonlarından birini kaplıyor.
Tam şeffaflık adına söylemeliyim: Elif Uras yakın arkadaşım ve yakın arkadaşlarımın işleriyle ilgili bile onların başını ağrıtacak kadar eleştirel olabiliyorum. Ama Uras’ın benim için bir başka özelliği daha var: Arkadaşım olmadan da işlerine hayrandım. Birkaç sene önce burada, New York’taki MoMA PS1’da muhteşem bir sergi açmıştı. Miami’deki Art Basel’de sergilediği seramik vazoların tamamını koleksiyonerler anında kapışmıştı. 2011’de Armory’de gösterdiği dev tabloya özellikle hayran kaldım. Doğrusu Aldrich’e girdiğimde bu kadar etkileneceğimden de emin değildim. Her şeyden önce, işlerin gelişimine öyle ya da böyle tanıklık ettiğim için.
Sergi mekanına girince heyecanlanmamak mümkün değil ama. Daha girişte, koskoca bir duvarı çinilerle kaplamış. İçinde çini sanatının daha başlangıcından bu yana görmezden geldiği kadın figürlerine yer vererek...
Osmanlı’da epey önemli bir yer etse de İznik çinileri günümüzde en çok taklitleriyle biliniyorlar. Elif Uras ise bu sanatı modernize edip kendi yorumunu katıyor. En çok da kadınlara vurgu yaparak: İznik’te hâlâ çini işinde kadınlar çalışıyor ama sanatın içeriğiden dışlanıyorlar.
Sergi alanının ortasında Topkapı Sarayı’ndan esinlenen bir çeşme var, akan su doğurganlığı temsil ediyor. En dikkat çeken ve ziyaretçilerin hemen etrafında topladığı parçalardan biriyse hamile kadın vücudu formundaki seramik vazo.

Tanığı CHP’li aday

Erdoğan’ın gözyaşları


Şamil Tayyar ve Barış Yarkadaş: Fark göremiyorum ya siz?

AKP’li gazeteciler, sadece gazeteciliklerini hükümete ve Erdoğan’a biata adayınca ödüllendiriliyorlar ve hepimiz bu çürümüşlükten iğreniyoruz.
Ama CHP sadece yandaşlık kriterine dayanarak birilerini vekil yapmaya kalkınca neden sesimiz çıkmıyor?
Gazeteciliğini Gürsel Tekin’e biat etmeye adayan Barış Yarkadaş’la söz gelimi bir Şamil Tayyar’ın herhangi bir nitelik farkı olduğundan söz edilebilir mi mesela? Eğer biri solcu, biri sağcı diyorsanız Ecevit döneminde DSP’ye kapak atmaya çalışan Şamil Tayyar için daha “solcu” bile denebilir.
Bugünlerde mangalda kül bırakmadan AKP’ye, Erdoğan’a meydan okuyan Barış Yarkadaş o yıllarda ne yapıyordu dersiniz?
Gelin geçenlerde Yalçın Küçük’ün OdaTV’de yazdığı yazıdan okuyalım:
“Barış Yarkadaş’ın, 2004 tarihli, ‘Hepsi Yaralar Sonuncusu Öldürür’ başlıklı bir kitabı var, daha çok, kısa bir süre yaptığı gazetecilik anılarını içeriyor. 1991 yılında Refah Partisi’ni ve Erdoğan’ı izliyor. Güzel, Erdoğan, 1991 yılında, Erbakan‘ın kendisine verdiği milletvekilliği adaylık yerini hiç beğenmiyor, haber geldiğinde Barış yanındadır ve Erdoğan için ‘gözyaşlarını saklamadı’ diyordu. Devam ediyordu, bir haksızlığa uğramıştı ve ‘tepkisini kimseye zarar vermemek için gözyaşlarıyla ortaya koyuyordu’ okuyoruz.”

ABD seçti sıra bizde

Bizi ağlatan şarkılar


Johnny Cash’in “Hurt” klibi gerçekten çok acıklı.

Amerika’daki National Public Radio’nun “All Songs Considered” programı dinleyicilerine kendilerini ağlatan şarkıları sormuş ve gelen sonuçlardan bir liste hazırlamış. Geçenlerde bu liste Spotify’a yüklendi...
İçinde hemen tahmin edilebilecek bazı parçalar var.
Televizyon dizileri tarafından kullanıla kullanıla eskitilen Jeff Buckley’nin “Hallellujah” yorumu...
R.E.M.’in “Everybody Hurts”ü... Benim şahsi favorim Fleetwood Mack’ten “Landslide...” Kadın şarkı yazarlığında çığır açan Joni Mitchell’dan “A Case of You“, Coldplay’den “Fix You”, Barbra Streisand’dan “The Way We Were” listedeki diğer parçalar.
En çok da Johnny Cash’in “Hurt” şarkısı bu listede yer almayı hak ediyor sanırım. Video’su ölmeden birkaç ay önce evinde çekilmişti, bir mertebedir hâlâ.
Düşünüyorum, böyle bir liste bizde yapılsa içinden neler olurdu diye.
İlla bir-iki Sezen Aksu koymamız gerekirdi herhalde. Büyük ihtimalle “Küçüğüm” diyeceklerin sayısı epey fazla olacaktır. Ben MFÖ’den “Ağlamadan”ı da listeye almak isterim. Aşkın Nur Yengi’nin “Sevgiliye” şarkısı ve hattan o albümün tamamı... Candan Erçetin’den “Yalan”, Bülent Ortaçgil’in “Çığlık Çığlığa” şarkısının Birsen Tezer yorumu...
Herhalde Nükhet Duru’nun “Beni Benimle Bırak”ı, Nilüfer’in “Haram Geceler”ini de eklemek gerekiyor.
Aklınıza gelen varsa Facebook’tan bir mesaj yollayın bana. Belki Spotify’da böyle bir liste hazırlarız birlikte.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.