Tehlikenin farkında mısınız?
Geçtiğimiz günlerde Cumhuriyet Vakfı beş ayın sonunda yayın yönetmeni Utku Çakırözer‘i görevden aldı. Hiç tartışmasız Anglosakson geleneğine sahip Türkiye'deki üç-beş gazeteciden biri olan Utku Çakırözer‘e çalışma, yerine alışma, kendini kanıtlama fırsatı bile verilemedi. Yayın yönetmeni yapıldı ama her adımı vakfa takıldı, istediği yazıişlerini bile kuramadı.
Geçen hafta Cumhuriyet'ten pek çok kişiyle konuştum. İsim vermeden söyledikleri Çakırözer‘in göreve ‘göstermelik' getirildiği yönündeydi. Beş ay önce Cumhuriyet'te kriz patlamış, ‘ortadan' bir çözüm olarak Utku Çakırözer göreve getirilince yükselen sesler kısılmıştı. O gün Cumhuriyet'in önde gelenlerinden biri ‘Altı ay' demişti bana. Beş ay sürdü.
Tek bir oyla vakfı ele geçiren avukat Akın Atalay bir şekilde başa geçti ve kendine göre şekillendiriyor gazeteyi şimdi.
Avukatların medya kuruluşu yönetme çabaları da bir Türk modası. Habertürk‘te de Kenan Tekdağ da bu işten anlamasa da çok seviyor gazetecilik oynamayı. İşte Akın Atalay da Türkiye'nin en köklü gazetesini oyuncağı yaptı…
Bir ittifaka dayanıp dayanmadığını bilmiyorum. Ama yakın gelecekteki Türkiye tablosuyla ilgili Cumhuriyet'te yaşanan gelişmelerin haberci olabileceğine inanıyorum. Bu yüzden üzerinde duruyorum.
Taraf'ta Ahmet Altan ve Yasemin Çongar‘ın gemiyi erkenden terk etmeleri Cemaat-Hükümet kavgasının da habercisiydi.
Önümüzdeki günlerde Cemaat medyasına el konulacağını açık açık dile getiriyor iktidarın tetikçileri. New York Times‘a yazı yollayacak kadar medyayı çok seven Fethullah Gülen ve takipçilerinin yeni bir arayışa girmesi kaçınılmaz. Yeni, saygın ve etkili bir yayın organı… Taraf, Zaman gibi yıpranmış bir marka değil…
Peki Cumhuriyet kime kalacak?
Avukat Atalay‘a bıraksalar gönül bağı olduğu T24 gibi düşük liberallerin doldurduğu bir gazete yapacak Cumhuriyet'i. Mustafa Balbay‘ı hapse gönderen günlükleri yayınlayan Doğan Akın‘ı başa getirip, Hasan Cemal‘e de yazı yazdırır. (Sahi, Charlie Hebdo'yu Türkiye'de Cumhuriyet dışında bir de T24'ün yayınlaması tesadüf müydü?)
Zamanında AKP'yle ittifak yapan ‘ılımlı' liberaller şimdi de sırf Erdoğan düşmanlığından dolayı Cemaat'le ittifak yapıp Cumhuriyet'i onların hizmetine sunmaktan çekinmez. Birkaç sene sonra da ‘Kandırıldık, oyuna geldik' derler Cumhuriyet'i kaybedince.
Karşı cepheninse İlhan Selçuk‘tan beri lideri yok. Pek çoğu yaşlandı zaten, pasife edildiler, kazan kaldıracak enerjileri kalmadı. Kalanlar da, tıpkı Işık Kansu örneğinde olduğu gibi, kolaylıkla feda ediliyor. Kısacası ortam Cumhuriyet'i ele geçirmek için hiç daha müsait olmamıştı.
Bu ülkede Nazlı Ilıcak HDP'ye oy veriyorsa her şey olur.
“Baba acısı” klişesi
Elif Şafak'a yapılan ayıp
Bir dönem yazarlık yaptığı Habertürk dahil Elif Şafak‘ın babasının ölümünü Türk basınına özgü klişe bir başlıkla vermiş: Elif Şafak‘ın baba acısı. Oysa sır değil, Şafak‘la babası Nuri Bilgin‘in biyolojik bağları dışında bir baba-kız ilişkileri yok, hiçbir zaman da olmadı. Bilgin hiçbir zaman ünlü yazarın hayatında değildi, nitekim Şafak da cenazeye gitmedi.
“Birbirimizi tanıyacak kadar birlikte olmadık” diye anlatıyor Elif Şafak babasını bir söyleşide. “Babamı hayatım boyunca dört-beş kere görmüşümdür. Uzun yıllar beni arayıp sormadı, sonradan temas kurmak istediğinde de pek anlamı kalmamıştı.”
Bakıyorum bütün gazeteler Prof. Nuri Bilgin‘in ölüm haberini Elif Şafak üzerinden vermiş. Oysa ortada bir ilişki yoksa, üstelik kızı babasının soyadını reddedip annesininkini kullanmaya karar vermişse bu zorlama niye?
Elif Şafak‘ın bu durumdan rahatsız olduğuna ama başkalarının değer yargıları tarafından asılmamak için sesini çıkarmadığına eminim. Tavrını cenazeye gitmeyerek koymuş sonuçta.
Türk basını ise kendi ezberleri, kendine özgü sıradan ve ortalama ahlak anlayışı, toplum algısının ötesine gidemiyor. Bu kadar ünlü bir yazarla ilgili haber verirken bile ayrıntıyı bilmeyip hemen klişeye teslim oluyor. Kendi yazdığı gazete bile…
Prof. Nuri Bilgin‘i sadece kızıyla haber yapmak onun akademik birikimine ve bağımsız kimliğine ayıp. Babasıyla hiç ilişkisi olmayan bir yazarı klişeye teslim etmek de haksızlık.
Dünyada nasıl işliyor
Bir başka Vakıf hikayesi
Dünyanın en önemli yayın yönetmenlerinden Alan Rusbridger birkaç ay önce 20 yıl görev yaptığı The Guardian‘ı bırakacağını açıkladı. Sadece yakın tarihli habercilik sicili bile önemini ortaya koyuyor. Gazetesi geçen yıl Edward Snowden haberleriyle iki Pulitzer aldı. Wikileaks belgelerini ilk yayınlayan gazetelerden biri de Guardian‘dı. Küçük, solcu, marjinal bir yayın organından uluslararası etkin bir habercilik markasına dönüştürdü Guardian‘ı Rusbridger. Dijital dünyada da en başarılı markalardan biri oldu Guardian. Sadece İngiltere‘de değil, Avustralya ve Amerika‘da da yerel operasyonlar yaptı, alt markalar yarattı.
Bundan böyle vaktinin yarısını Oxford‘da geçirecek, geri kalanını da Scott‘s Trust‘ın başında. İkinci atama önemli, zira Scott‘s Trust gazetenin sahibi. Haziran ayına kadar yazıişlerinin başında olacak ve yeni yönetimi o belirleyecek. Atayacağı kişi kuşkusuz büyük bir efsaneden görevi devralacak ama vakıfta en azından işini bilen bir gazeteciyle muhatap olacak, bir avukatla değil!
Guardian‘ın sahibi Scott‘s Trust‘ın görevi gazeteye yayın yönetmeni belirlemek. Ancak çizgi çok net çiziliyor: Vakıf atama yaptıktan sonra yayın yönetmeninin işine hiç karışmıyor, hatta onu uzun süre görevde tutuyor.
Burjuvazinin gizli çekiciliği
O akşam Bunuel de olsaydı…
Pardon ama hiç kimse Orhan Pamuk‘un o sofrada ne yaptığını sorgulamayacak mı? Konu şu: St. Regis Oteli İstanbul'da açılıyor ve tanıtımı için John Malkovich‘e kısa bir reklam filmi çekmesi için sipariş veriliyor. Amerikalı aktör de kabul ediyor, Belçim Bilgin‘i oynatarak bir reklam çekiyor. Parasıyla tabii.
St. Regis İstanbul'un ortaklarından Demet Sabancı Çetindoğan da ünlü aktörün onuruna evinde bir yemek veriyor.
Bir Nuh'un Gemisi. Güneri Cıvaoğlu ve Ayşe Arman medyadan isimler. Ünlü gurme, mimar ve partilerin has adamı Ali Esat Göksel de orada… Behzat Gerçeker de gelmiş, kim hatırladıysa İlham Gencer de… Dice Kayek‘in yaratıcıları Ayşe ve Ece Ege… Demet Sabancı‘nın yeğeni Hacı Sabancı…
Hani hiç sofraya oturmasalar Luis Bunuel‘lik bir film çıkar sofradan… Bu sürreal tablonun en güzel masa süsü ise Ajda Pekkan…
Ve yanlarında Orhan Pamuk.
“Davet etmişler, o da kırmamış gitmiş” diye basitçe geçiştirilemez… Koskoca bir yazar, Nobel almış, hala Türk sosyetesinin ayağına gitmesi bana öyle sıradan bir nezaket örneği gelmedi. Orhan Pamuk‘un dengi, eşit şöhrete sahip yazarlar dünyada sermayenin masasında bu kadar kolay aksesuar oluyorlar mı?
Üstelik aynı Pamuk yıllar önce “Ben Nişantaşlı Orhan olmayacağım” beyanında bulunmamış mıydı Mesela hayatı boyunca bir kitap okuduğu tartışmalı Ajda Pekkan‘la ne konuşabilir aynı sofrada?
Çünkü Orhan Pamuk‘un hâlâ iktidar kimse iyi geçinme derdi var… Çünkü Türk aydını ne kadar şöhretli olursa olsun kabul görme ve güce tapma hastalığını bir türlü aşamadı…
Ayşe Arman haber atladı
John Malkovich'e sorular
Ayşe Arman‘ın John Malkovich‘le yaptığı söyleşiyi geçen hafta okuduk. Ancak aslında önemli bir fırsat kaçmış. Zira Türkiye'ye 9-10 kere geldiğini söyleyen ünlü oyuncu aynı zamanda kendisini bir Ortadoğu uzmanı olarak görür. Hatta yıllar önce Robert Fisk‘le polemiğe girip Ortadoğu üzerine bütün gazetecilerden daha fazla kitap okuduğunu söylemişti…
Malkovich‘in geldiği bizim Ortadoğu ülkemiz hakkındaki görüşlerini de duymak röportaja renk katabilirdi… Özellikle muhafazakar ve sağcı kimliğiyle bilinen aktörün günümüz Türkiyesi hakkında ne diyeceğini eminim tek merak eden ben olmazdım…
Belki o zaman Türkiye üzerine görüşlerini Orhan Pamuk‘un iklime göre değişen pozisyonlarıyla kıyaslayabilirdik de…