Gezi onları çok korkuttu. Ağaçların kesilmesini önlemeye çalışan gençlerin çadırlarını yakıp onlara orantısız gaz banyosu yaptıranlara karşı her kültür, gelir ve ideolojik gruptan insanlar bir oldu.
“Eeh yeter be!” dediler hep beraber.
İktidar ise korktu. Ölesiye korktu ve hiç anlamaya çalışmadı olanı biteni.
Diyalog yolunu şiddetle, kavgayla kapadı.
Bin bir yalanla kendini haklı çıkarmaya çalıştı. Bu yolda da camileri, bebekli anneleri bile kullanmaktan çekinmedi.
Birbiri ile hiç alakası olmayan fikir gruplarının, annelerin, teyzelerin bir araya gelip derdini net bir şekilde dile getirmesiydi.
Ödleri koptu.
Hatta belki son seçim sonuçlarında Gezi’de birbirimizle kurmayı öğrendiğimiz diyaloğun da büyük payı var.
İşte bu korkuyla Gezi’ye dair ne varsa silmek istiyorlar. Son seçimi bypass etmeyi başarıp, erken seçimi becerip, tek başlarına iktidar olurlarsa eminim ki o parkı dümdüz edip üzerine basacaklar betonu...
Ama şimdi Gezi anılarını silmekle meşguller.
Önceki gün hırslarını bir merdivenden çıkardılar.
Fındıklı’nın rengarenk merdivenlerine iş makineleri girdi. O merdivenleri gri yapamamışlardı. Rengarenk merdiven boyama geleneği birçok kente sıçradı.Ve hepimiz biliyoruz sonra olanları.
Renkten korktular.
Fındıklı merdivenlerini griye boyadılar.
Ama engel olamadılar.
Ertesi sabah merdivenler yine rengarenkti.
Sonra her konuda olduğu gibi nadasa yatırdılar konuyu.
Ve ansızın bir sabah iş makineleri kendimi bildim bileli orada o yamuk yumuk haliyle duran merdivenlere daldı.
Efendim “Daha güzelini yapacağız” bahanesiyle yıktılar bu Gezi anısını da.
Merdiven granit ve fayans kaplı ama rengarenk yapacaklarmış.
Ne alakası varsa, merdivenleri ilk boyayan beyefendinin isteği üzerine yapıyorlarmış sözde.
O merdivenler o haliyle İstanbul’un önemli turistik noktalarından biri haline gelmişti.
Şimdi yerine görgüsüzce fayans kaplısını yapınca eskisi gibi olmayacak.
Gezi’nin bir anısını daha yıktılar. Ama unutturamayacaklar. O merdivenlerin kargacık burgacık ama üzerindeki yedi renkle bize umut verişini unutturamayacaklar.

Yazın şarkısı yok :(


Öncelikle kendimle ilgili bir açıklama yapmam gerekiyor sanırım.
Ben bazı köşeci dostlarım gibi kendimi “Muhteşem ötesi ultra rafine zevkleri olan bir ölümsüz” gibi pazarlamayı sevmiyorum.
Özel zevklerim bir yana, ortada buluşmayı seviyorum.
Müzik vazgeçilmezim ve kişisel olarak takıntılı şekilde tüketmeyi sevdiğim tarzlar mevcut. Ama burada daha orta yolda buluşmayı tercih ediyorum. Ben de çoğumuz gibi popüler müzik tüketmeyi seviyorum.
Geçenlerde popüler müzik ile ilgili bir yazımın ardından müzisyen Tolga Futacı’nın babasından beni aynı isimleri dinlemekle eleştirdiği (müzik zevkimi, bu konuda hayata bakışımı bilmeden) bir e-posta aldım.
Bu nedenle söylüyorum bunları. Ve konuya geliyorum, bu yaz belki de ilk kez tatil marşımız yok.
Dillere pelesenk olan, herkesin radyoda çıkınca sesi açtığı keyif dolu bir şarkı yok. Belki bunda içinden geçtiğimiz cinnet gibi ruh halinin de büyük payı var.
Bu toprakları neşesiz, müziksiz, ağıt dolu bir Ortadoğu ülkesi yapmak isteyenler bu savaşı kaybeder umarım...

Hani benim dublelerim?


Pek övünüyorlardı. Deprem vergileriyle duble duble yollar yaptık diyorlardı.
Son beş yıldır tatile otomobille gidiyorum.
Ve o duble yolların birinin bile tamamen açık olduğuna hiç rastlamadım.
Gece karanlığında iki şerit yolda gidip kendinizi kaptırmışken bir anda ve çok tehlikeli bir şekilde yol tek şeride iniveriyor.
Asfalt kalitesi o kadar kötü ki daha geçen yıl tamamlanan kaplamalar bu yıl meteor yağmuru yaşamış gibi.

rahsan-gulsan-sli-2
Hem tehlikeli hem de çok konforsuz.
Belli ki birileri ihaleleri kapmış ama malzemeden çalmış.
Ne dediğimi anlamanız için hayatınızda bir kez olsun Avrupa’da otomobil kullanmış olmanız yeter. Asfalt teknolojisi o kadar gelişti ki bizim ülkemizde döşenen şeye asfalt demek mümkün değil.
Bu hem yaşam kalitemizi düşürüyor hem de canımızı tehlikeye atıyor.