6

Sevgili dostlarımız Sonat ve Nihat Karaköse ile buluşmaya karar verdik. Ama öyle bir yer arıyoruz ki hiçbirimiz daha görmemiş olalım. Benim merak ettiğim yerlerin çoğuna onlar gitmiş, onların gitmek istediği birçok yere de biz gitmişiz. Sonunda iki tarafın da daha gitmediği bir yer buluyoruz: BOMONTİADA.

9

Önce Nihat’ın önerisiyle Klimanjaro’yu arıyorum. “Yer yok” diyorlar. Orada en çok önerilen yer KİVA. Orayı arıyorum, yine “yer yok” yanıtını alıyorum. Bir kere Bomontiada’ya gitmeyi kafaya koymuşuz. “Dışarısı olursa olur” diyorlar, havaya güvenemiyorum. Telefonda çok istekli olduğumu fark edince “yarın sizi ararız” diyorlar.

8 7

İçerisi tıklım tıklım doluydu

Cuma sabahı Kiva’dan “bekliyoruz” diye bir telefon geliyor. Randevu saatimiz akşam sekiz. Genelde hep benim ameliyatlarım uzar, ilave vakalar çıkar, randevulara geç giderim. Ama o gün tüm ameliyatlar tereyağından kıl çeker gibi kolay geçiyor. Hop, saat altı gibi işim bitiyor. Eşimi de alıp Bomontiada’ya gidiyorum. Biraz ileride park edip yürüyoruz. Daha kapıdan girince hiç tahmin etmediğimiz büyülü bir ortama geldiğimizi anlıyoruz.

5

Burası TEKEL’in eski bira fabrikası... Ortada geniş bir avlu var, etrafında da çeşit çeşit lokantalar. Bizim gittiğimiz gün orada düzenlenen bira bayramı Oktoberfest’in ilk günüymüş. Geleneksel Alman elbisesi giymiş hanımlar, beyler, etrafta dolaşan müzisyenler vardı. Karaköse’lerin gelmesine daha zaman olduğu için önce POPULİST adlı mekana gidiyoruz. Mantarlı ufak bir pizza söylüyoruz, etraf sayıları gittikçe artan neşeli gençlerle doluyor. Enerji çok hoşumuza gidiyor...

4

Sonra etrafı dolaşmaya başlıyoruz. Mehmet ve Ahmet Uluğ kardeşlerin yarattığı BABYLON da orada. Hemen hemen her gece bir konser varmış. DELİMONTİ’de şarküteri var, ısmarlayıp şarap eşliğinde yiyebiliyorsunuz, ya da satın alıp eve götürebiliyorsunuz. Ayrıca sabahları rahat kahvaltı yapabileceğiniz, akşamları hafif bir yemek yiyebileceğiniz bir kafe de var. Fazla para harcamadan karnını doyurmak isteyenler için de çorba, nohutlu pilav ve köfte satan el arabaları da mevcut.
Biz dolaştıkça kalabalık artıyor, hava kararıyor, ışıklarla ortam daha bir güzelleşiyor. Nihayet Sonat ve Nihat kardeşlerimiz de geliyor, esas hedefimiz Kiva’ya yöneliyoruz. Burası otantik meze ve yemeklerin hakim olduğu şık bir meyhane. İçerisi de dışarısı da tıklım tıklım dolu.

10

Tabakları “kedi yaladı” yaptık

Menü oldukça geniş, garsonumuzun da yardımıyla önce roka salatası ve Gavur Dağı salatası söylüyoruz. Mezelere gelince hanımların pek istekli olmamasına rağmen ısrarla beyinli gerdan söylüyoruz. Ayrıca levrek marin, üstüne çıtır soğan konmuş kırmızı mercimekle yapılan mercimek dondurma, ince bulgurdan Fellah köftesi, yoğurtlu acı atom ve meyhanelerin olmazsa olmazı beyaz peynir kavun ısmarlıyoruz. Hepsini bitirebileceğiz mi derken bir de bakıyoruz, tabakları kedi yaladı yapmışız.
Özellikle bir beyin cerrahı olarak beyinli gerdana tam puan veriyorum.
Ara sıcaklar da mezeler kadar başarılı. Tereyağlı dana ciğer tam kıvamında pişmiş, dilim kokoreç de çok başarılı. Ayrıca ortaya garsonumuzun önerisiyle kuzu şiş ile hazırlanan Abaganuş ve tavuğun göğüs etinin üzüm pekmezine bulandıktan sonra pişirilmesiyle oluşan Çalma Pekmezli Tavuk getirtiyoruz. Biz büyük bir keyifle ve sohbetle yemeklerimizi yerken dışarıda Udi Serdar, Türk Sanat Müziği söylüyor. Her ne kadar yaş ortalaması oldukça düşükse de gençler şarkılara eşlik ediyorlar, şaşırıyorum. Şimdiki gençler harika, bilmedikleri hiçbir şey yok.
Çay eşliğinde un helvası ve çıtır kabakla yemeğimizi noktalıyoruz. İçkiyi saymazsak adam başı 70 lira ödüyoruz.
Dışarı çıktığımızda kalabalığın iyice arttığını, birçok gencin artık yer yokluğundan ellerindeki bira ve yiyeceklerle yerlerde oturdukları büyük bir keyifle seyrediyoruz. Tekrar tekrar etrafı zorlukla da olsa dolaşıyoruz. O kadar enerji ve huzur dolu bir ortam var ki ayrılmak istemiyoruz. İşte arzuladığımız Türkiye, neşe var, mutluluk var ama ne bir hır gür, ne de kavga var.