ANALİZ


Avrupa korkusuna gönderemiyoruz bari Suriyelileri vatandaş yapalım!


Sarayın Suriyelilere vatandaşlık vereceğini açıklaması tepkilere neden oldu.
Öyle ki biraz aklı başında yandaşlar bile “Acaba bunu bir kere daha mı düşünmek gerekir?” diye sormaya başladılar.
Gerçi ilk gün birkaç mırıltı duyabiliriz.
Sonra saray “hööööt” der hepsi çark eder.
Çark etmeyenlere de “saray muhafızı” gibi çalışan sözde gazeteciler hadlerini bildirirler.
Hem de ne bildirmek.
Star’da yazan Elif Çakır vardı. Bu kadın gazeteci AKP ve Erdoğan için adeta saçını süpürge etmişti. Sonra her nasılsa “soru sormak” da geldi aklına.
Vay sen misin soru soran.
Saray muhafızları tarafından saldırı başladı. Çakır “Neo paralel” ilan edildi. Hakkında “Parayı bastırırsan istediğin pozisyonu alır” gibi iğrencin bayağısı, adinin müptezeli yakıştırmalarda bile bulunuldu.
Yani diyeceğim birkaç yandaş Suriyelilere vatandaşlık konusunda mızıldansa bile yakında hepsi koro halinde “Çok güzel oldu valla” yazıları yazacaklar ekranlardan haykıracaklardır.
Dün sizlere Suriye konusunu yeni oy tabanı olarak tanımlamıştım.
Ancak biraz düşününce işin sadece oyla ilgisi olmadığını fark ediyorsunuz.
Saray Avrupa’yı tehdit ediyor biliyorsunuz. “Koyarım otobüslere yığarım sınırlarınıza, o zaman ne yapacaksınız” diyor.
Tabii boş tehditler bunlar. Zaten Avrupa böyle bir ihtimalden korkmasına rağmen tedbirini de aldı.
Örneğin şu anda NATO donanması Ege’de bekliyor. Daha önce Sahil Güvenlik hücumbotları eşliğinde ve en ilkel koşullarda gönderilen Suriyeliler artık burunlarını bile çıkaramıyorlar.
Çünkü Avrupa dedi ki: “Mültecilere sen bakacaksın, aralarında iyiler varsa onları seçer alırım, karşılığında da sana 6 milyar Euro vereceğim.”
Söz konusu para olunca her şeyi
kabul ettik.
Kabul ettik etmesine de, saray içeri konuşurken sanki Avrupa’ya diz çöktürmüşüz gibi davranıyor, milletimin yarısı da bunu yiyor.
Şimdi gündemde Suriyelilere vatandaşlık var.
Bu aslında oy avcılığının yanında bir aldatmaca.
Şimdi korkudan Suriyelileri gönderemiyoruz. Ama vatandaş yaparsak ve sonbaharda gerçekten vize serbestîsi olursa bu mülteciler Türk pasaportuyla çıkıp gidebilir. Sonra da “ellerinde tuttukları Suriye pasaportlarını” çıkarıp “İltica etmek istiyoruz” diyebilirler.
Avrupa bu işe uyanıncaya kadar binlerce kişiyi göndermiş oluruz.
Daha sonra “Alın bunları” diye dayatırlarsa boyun eğer miyiz bilemiyorum artık.


DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER


Kürtlerle iç çatışma yaratamadık Suriyelileri mi kullansak?


Suriyelilere vatandaşlık verilmesinin sakıncaları bir iki değil pek çok.
Avrupa’ya boyun eğip gönderemediğimiz mültecileri Türk pasaportuyla göndermeyi bir kenara bırakalım.
Konuyla ilgili başka vahim analizler de yapılıyor.
Şu anda resmi rakamlara göre Türkiye’de 3 milyonun üzerinde Suriye vatandaşı var.
Bunların yarısı Türk vatandaşlığını kabul eder.
Suriyeliler vatandaş olursa artık kamplarda kalmalarına gerek kalmaz. Bu durumda onları iskan edecek yer gerekecektir.
Buralar nereler olacaktır?
Güneydoğu’ya yerleştirilebilirler mi?
İkincisi; bir ülke içindeki etnik kimliklerin güçlenmesinde en büyük faktör nüfustur.
Suriyelilerin en zor koşullarda bile nasıl ürediklerine ve bunlarla ilgili istatistiklere bakarsak, Türk vatandaşı olacak 1.5 milyon olan Suriyelinin 10 yıl sonra birkaç milyona çıkacaklarını tahmin etmemek mümkün değil.
Sayı arttıkça Suriyelilerin ana dillerini kullanma, eğitimi kendi dillerinde yapma, özerk bir bölgeye sahip olma taleplerinin de gelmesi kaçınılmazdır.
Ne olacak o zaman?
Yıllardır Türklerle Kürtleri çatıştırmak için büyük uğraşlar verenler vardı.
Ortada sorumluları Kürt asıllı olan bir terör örgütü var ama hiçbir zaman Kürtlerle Türkleri çatıştırmayı başaramadılar. Bu emellerine ulaşamayanlar yakın gelecekte Suriyelilerle (Araplarla) Türkler arasında bir çatışmanın fitilini ateşleyebilir mi?


KOMİK


Bu bayram esprisi değil, aynı ile vaki


Bayramlarda güzel bayram fıkraları anlatarak eğlenirdik.
Fıkra bunlar tabii. Gerçek değil.
Hani Erzurum’da yine hazirana denk gelen bir ramazanda, zavallı hamal sırtına yüklemiş 100 kiloluk yükü, kan ter içinde yürürken bakmış karşıdan Amerikalı turistler geliyor. Ellerinde ekmek arası döner ve ayran.
Erzurumlu Amerikalılara bakmış bakmış sonra seslenmiş “Bana bakın, dininizin kıymetini iyi bilin ha..”
Buna da kızarlar. Bir de Erzurum’dan da çıkar muhtemelen bazı densizler “Erzurumlu böyle şey yapmaz” diyen.
Sorun oradan mı buradan mı çıkması değil ki, en ciddi anlarda bile tebessüm edebilmek. İnanmak, inancı zedelemek falan değil.
Neyse, bunlar latife tabii, ama bir de gerçekten yaşadıklarımız var.
Espri deseniz değil, biçarelik mi, cehalet mi, yoksa herkese sersem muamelesi yapmak mı onu bilemedim işte.
Ramazan geldi mi mutlaka bir ekran kapan ve kendini din alimi gören Kadir Mısırlıoğlu dünyanın en ünlü yazarlarından Shakespare’in aslında İngiliz olmadığını, gizli Müslüman olduğunu ve adının da Shakespare (Şekspir) değil Şeyh Pir olduğunu söyledi.
Tıpkı Karadeniz fıkralarındaki “Niyagara şelalesinin adını bu ne yaygara diyen Temel koydu” veya “Boston’da Türkler bostan kurmuştu, sonra Amerikalılar Boston dedi” gibi.
Ama bu fıkra değil. Adam televizyona çıkıp kemali ciddiyetle bunu söylüyor.
Ya Nihat Hatipoğlu’na ne demeli. Bir Sultan Süleyman anlattı geçenlerde, breh breh yani, parmağında da yüzük varmış, işte “Yüzüklerin Efendisi” filmi bundan esinlenerek çekilmiş.
Neyse ki bunlar “Tayyip Erdoğan Allah’ın bütün vasıflarını üstünde taşıyor” diyen AKP Düzce Milletvekili Fevai Arslan kadar vahim değil, hiç olmazsa gülümsetiyorlar.


ÇOK GÜLDÜM


Küçük bayram esprileri


Bayramlarda daha neşeli olmak gerek.
Elbette terör ve baskıların yarattığı iklim kimsede neşe bırakmıyor ama bayramlar yine de farklıdır.
Yazı yazabildiğim her bayram mutlaka hepimizi gülümsetecek birkaç yazı yazmaya çalıştım.
Bu konuda imdadıma Yıldırım Tuna yetişir hep. Yine yetişti de onları ikinci üçüncü güne bırakayım.
Önce en güldüğüm Bektaşi fıkrası;
Baba Erenler yine yaz ortasına gelen ramazanda softanın biriyle konuşuyormuş. “Yahu” demiş “Sen her ramazanda oruç tutuyorsun, çok sevap işlediğine inanıyorsun, cennete gideceğini düşünüyorsun, değil mi?”
Softa başını sallamış “Tabii” demiş. Bektaşi lafı yapıştırmış “Be adam o zaman ramazan biter bitmez ne diye bayram yapıyorsun?”
Bu fıkraya kızanlar oluyor. Oysa şöyle düşünmeleri gerek. Bektaşi fıkraları yüzlerce yıl öncesinden süzülüp geliyor. Yüzlerce yıl önceki hoşgörü, anlayış bugün yok.
Dini softalıkla alay eden, hakiki İslamı savunan yüzlerce, hikaye, fıkra ve espri var bu halkın belleğinde.
Şimdi kolay mı bir Bektaşi’nin bir Ömer Hayyam’ın ortaya çıkması?
Anında derisini yüzerler. Örnek mi; rahmetle andığımız Türk sinemasının unutulmaz sanatçısı Kemal Sunal’a bile “Komiklik adı altında İslam’a büyük kötülük yaptı” demediler mi ölüm yıldönümünde?


SOSYAL MEDYA


Twitter hesabım nihayet açıldı


10 Haziran sabahı hiç beklemediğim bir durumla karşılaştım. Kendilerine “Ayyıldız timi” diyen bir grup Twitter hesabımı ele geçirdi. Benim asla yazmayacağım birkaç tweet attıktan sonra müdahale edebildim ve hesabı askıya aldırdım.
Ancak ne yazık ki hesabımı bütün takipçilerle birlikte geri almayı başaramadım.
Sonunda Twitter’in Türkiye sorumlularından Emine Etili’nin yardımıyla önceki gece yarısı hesabıma kavuştum.
Tabii biraz hasarlıydı. 644 bin olan takipçi sayısı 4 bine yakın kayıp vermişti, ayrıca benim takip ettiklerimden de yüzlerce fire vardı.
Neyse bu kadarına da şükür çünkü bir ara hesabımı asla geri alamayacağımı düşünmeye başlamıştım.
Tabii bu rezilliği yapanlara da iki satır lafım var; “Hırsızlığı savunmak için hırsızlık yaparak bir yere varamazsınız. Yaptıklarınızla ayyıldız gibi hepimizin kutsalını kirletmeye hakkınız yok. Siz ancak pusu zihniyeti ile karanlık dehlizlerden bu ülkenin vatanseverlerine, gerçek demokratlarına, hukuk, insan hakları ve özgürlüklere saygılı insanlarına kalleşçe saldırmayı bilirsiniz.”
O kadar.


BUNU YAZMAK GEREK


Çok gezince çok çalıştık sanıyorlar


Hangi siyasetçiye sorsanız çok çalıştıklarını söylerler illaki.
Çalışma dedikleri aslında gezmedir.
Arıyorum bir belediye başkanını sekreteri diyor ki “Efendim çok yoğun, biz sizi arayalım.”
Sonra rastlaşıyoruz “Arayamadım çok özür dilerim, çok yoğundum” diyor.
“Nedir bu yoğunluk?” diye soruyorum. İki nikah, parti ziyareti, heyet kabulü, memleketten gelen hemşerilerle öğle yemeği, arada zabıtayla toplantı, sonra akşam yemeği, bir ya da iki düğün.
Milletvekilleri de öyle, hatta il başkanları, ilçe başkanları, parti yöneticileri hepsi aynı.
Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek iki gün önce şöyle bir tweet attı; “Önceki gün; Körfez Köprüsü ve Yalova ziyareti Dün; Hatay’da iftar Bugün; İstanbul ve Kilis’te iftar Her gün; Kuş misaliyiz vesselam.”
Maaşallah ne kadar çok çalışıyor ve kuş misali hep uçuyor değil mi Başbakan Yardımcımız. İşleri güçleri iftardan iftara koşmak. Hakikaten çok çalışıyorlar yani.
Sonra ne oldu biliyor musunuz? Eşi Esra Şimşek, Mehmet Şimşek’in tweetinin altına bir cevap yazdı. Şöyle “Sevgili Mehmet Emre’nin doğum gününde olamadıktan sonra”
Mehmet Emre Esra Mehmet Şimşek’in çocukları.
Başbakan yardımcısı iftardan iftara koşarak öylesine çok çalışıyor ki oğlunun doğum gününü bile unutuyor.
Memleket sevgisi bir başka oluyor.