BAŞIMDAN GEÇENLER
Bu günlerin temeli 28 Şubat’ta atıldı

Bugün 28 Şubat. Dillere yapışmış olan “28 Şubat süreci” tanımının
19. yıldönümü.
28 Şubat üzerine çok şey yazıldı, söylendi.
Özellikle bugünkü iktidara destek verenler için 28 Şubat “dindarların zulme uğradığı, dinin horlandığı, demokrasi, hukuk ve insan haklarının, özgürlüklerin rafa kaldırıldığı” bir dönem olarak kabul ediliyor.
Oysa bazı uygulamaları ve söylemleri sanki laikliğin korunması için sert önlemlerin alındığı bir dönemi anımsatsa bile aslında 28 Şubat süreci tam tersine laikliğin yok edildiği, Cumhuriyet, Atatürk ve devrimlerinin karalandığı, Türkiye’nin dönüştürüldüğü bir planın miladıdır.
Görünüşte Refah Partisi ve temsil ettiği zihniyetin tamamen tasfiye edilmesine yönelik olduğu söylenen bütün uygulama ve yaptırımlar AKP’nin doğmasına, Türkiye’nin bütün kazanımlarını yitirmesine, değerlerimizin yok olmasına neden olan gelişmeleri başlatmıştır 28 Şubat.
Bu aslında Amerika’da kotarılan “Büyük Ortadoğu Projesi’nin” Türkiye ayağını oluşturuyordu.
Ancak ne yazık ki, dönemin entelektüelleri, medyası, iş çevreleri, askerleri bunu göremedi ve toplumsal bir “histeri” yaratılarak çöküşün temeli atıldı.
28 Şubat’ı yapanların büyük çoğunluğu, kendilerini kullananları hiç görmediler, fark etmediler ve Türkiye’nin dönüşümüne çanak tutan eylemler yaptılar.
Başladığı günden itibaren 28 Şubat sürecine hep karşı çıktım.
Bunun bedelini de çok ağır biçimde ödettiler.
Daha sonra kendileri de bedel ödediler ama ne çare ki iş işten geçmişti artık. Şimdi yaptıkları hatanın farkına vardılar belki ama bu sefer de Türkiye’yi dönüşmenin son aşamasına getiren iktidarın baskıcı ve dayatmacı tavrının altında eziliyorlar, seslerini çıkaramıyorlar.
28 Şubat aslında “sağ siyasetin” kendi içindeki kavgasıydı.
90’da Sovyet sisteminin çökmesi, global ekonominin dünyayı sarması, Türkiye’yi de heyecanlandırmıştı. Ancak mevcut kadrolarla bu sisteme entegre olmamız zor görünüyordu.
Türkiye’de laikliğe karşı çıkan bir siyasi zihniyetin iktidara asla gelemeyeceğini tahmin eden, böyle bir şey olsa bile önüne geçecek güçler olduğuna inanan sağ siyasetçiler Refah-Doğruyol iktidarını fırsat bilerek harekete geçtiler.
Medya ve büyük sermaye işbirliği yaptı. Askeri ise bir sopa gibi kullandı.
Dönemin askerleri “Atatürkçülük, laiklik” gibi o sıralar gerçekten önem verilen değerleri koruyacak ve Refah Partisi’nin gelişmesini önleyecekti.
Diğerleri ise hükümeti yıkmak için yoğun bir propaganda başlatacaktı.
28 Şubat’ta laiklikle ilgili haberler elbette yapılıyordu ama asıl baskı altında tutulan Refah Partisi değil Doğruyol Partisi’ydi. Kimi yalan haberlerle, kimi medya şantajlarıyla, kimi maddi menfaat sağlayarak hergün bir DYP milletvekili istifa ettirildi. Böylelikle hükümetin sayısal gücü çok zayıflatıldı.
O günkü hükümet bu açmazdan kurtulmak için başbakan değişimi formülünü uygulamak istedi. Güvenoyu desteği imzalarla tescil edildiği halde dönemin Cumhurbaşkanı Demirel bu değişime izin vermedi ve bir emrivaki ile hükümeti ANAP’a kurdurdu.
O tarihlerde hep şunu söylüyordum; “Bu yöntemler merkez sağı eritiyor. Buradan iyi bir sonuç alacağınızı umuyorsunuz ama bu ters teper, istediğimiz bir merkez sağ hükümet kurmak isterken, radikal hatta dinci bir yapı ortaya çıkacaktır.”
Kimse dinlemediği gibi bir de “cezalandırılan” kişi oldum.
Oysa bir süre sonra AKP tek başına iktidar oldu. Merkez sağ partilerin tamamı baraj altında kaldı.
Geçen süreçte AKP üzerindeki korku ve ürkekliği attı, radikal kararlar alarak devletin tüm güçlerini ele geçirmeye başladı.
Sahte davalarla askeri de etkisiz hale getirdi, yargıyı tamamen kontrol altına aldı, dinci olmasına rağmen tüm sağın tek adresi haline geldi.
Vatandaş ortada bir merkez sağ parti olmadığı için tek alternatif olarak AKP’yi görüyor, seçimlerde “kerhen” de olsa oyunu veriyor.
Çözüm; Merkez sağın yeniden ortaya çıkmasıdır. Bunun için de yapılacaklar vardır. Onu da yarın yazarım.

BUNU YAZMAK GEREK
Statlara ‘arena’ demekten vazgeçelim

 

Geçenlerde bir internet sitesinde gördüm. Adı yıllarca Atatürk olan birçok stada başka isimler vermişler.
Tabii bunların çoğu yeniden inşa edilen statlar. Yani durup dururken stat adı değişmiyor. Yenisi yapıldığı için yeni isim buluyorlar. AKP’nin bu konudaki numarası bu.
Ancak görüyoruz ki bu statların ortak adı “arena” olmuş hep. Başında ya da sonunda başka isim var ama ortak ad arena.
Arenanın sözlük anlamı şu; “Tiyatro, müzik, sportif aktiviteler ve benzerlerinin yapılabildiği alanlar.”
Ama en yaygın kullanımı İspanya’daki boğa güreşlerinin yapıldığı alanlar olarak biliniyor.
Arena mecazi anlamda “kavga edilen, sert mücadelelerin geçtiği” meydandır.
Yani arena bu açıdan bakınca dostluk, kardeşlik ve barışı değil adeta savaşı temsil eden bir kelime.
Bu iktidar Atatürk adını yok etmek için çaba harcıyor ama yaratıcılık olmadığı için en kolay yolu seçiyor. Ruhlarında da hep savaş,düşmanlık, şiddet olduğu için Arena’ya sarılıyorlar.

KAFAMI BOZAN ŞEYLER
Alçaklığın yarattığı kazanç 6 milyar Euro

 

Savaşın olduğu yerlerden insanlar kaçarlar. Bunu önlemek mümkün değildir.
Nitekim Suriye’deki iç savaş nedeniyle milyonlarca insan evini barkını bırakıp kaçtı. Bunların çoğu da Türkiye’nin açtığı kucağa koştu.
Sınırlarımızda ya da ülkenin çeşitli yerlerine dağılmış mültecilerin çoğu savaşın bitmesini ve evlerine dönecekleri günün gelmesini bekliyor.
Bir de artık umudunu kesen ve ekmeğini yabancı diyarlarda aramak isteyenler var.
İşte onlar, eğer maddi olanakları ve ilişkileri yoksa insan tacirlerinin eline düşüyor.
Kişi başı 3 bin, 4 bin Euro ödeyerek yasadışı yollardan gelişmiş ülkelere gitmeye çalışıyorlar.
Orada rahat edip etmeyecekleri meçhul tabii de bir umut işte.
İnsan tacirliği bana göre en alçak işlerden biri. İnsanların umudunu kullanarak para kazanıyorlar çünkü.
Hergün bu uğurda ölen mültecilerin haberleri yüreğimizi burkarken aklımıza bunun maddi değeri hiç gelmiyor bile.
Oysa yapılan incelemeler sonucu sadece bir yılda insan tacirlerinin kazandığı paranın 6 milyar Euro yani yaklaşık 20 milyar Türk Lirası olduğu ortaya çıkmış.
Dünyada insan ticaretinden para kazanan 40 bin kişi varmış.
Allah hepsinin cezasını versin.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER
Yeni anayasa kalabilir, yeter ki başkanlık olsun

Cumhurbaşkanlığı sözcüsü hani denir ya “bir konuştu pir konuştu.” Girmediği konu kalmadı.
Önce yerli sonra da yabancı gazetecilerin sorularını yanıtlayan İbrahim Kalın “Bir seçim ihtimalinin kesinlikle olmadığını” belirttikten sonra “çifte referandumdan” söz etti.
Bunu sarayın sahibi de daha önce söylemişti zaten.
Peki, niye çifte referandum olacak?
Efendim biri yeni anayasa içinmiş, eğer olmazsa başkanlık için referandum yapılabilirmiş.
Demek ki çifte referandum yok.
Ya yeni anayasa olacak ya da anayasa değişikliği ile başkanlık sistemi getirilecek.
Çifte referandum ancak şöyle olur; Anayasayı yeniden yazmanın uzun süreceği düşünülerek önce anayasa değişikliği ile başkanlık sistemi getirilir, onun için halka gidilir, sonra da yeni anayasa rahat rahat yazılır.
Ancak bu açıklamadan anlıyoruz ki asıl olan yeni anayasa değil, başkanlık sistemi. Başkanlık olsun da anayasanın yeniden yazılması sonraya kalabilir hatta yazılmasa bile olabilir.
Yeter ki Erdoğan Başkan olsun.
Demek ki artık iş anayasayı geçmiş bir kişinin hırsı haline gelmiş.

MERAK ETTİĞİM ŞEYLER
Bu doğum günü kutlamaları da nereden çıktı?

 

Erdoğan 2003 yılının başından beri ülkeyi tek başına yönetiyor. Tam 13 yıl dolu dolu geçti.
Bu süreçte Erdoğan’ın doğum günü kutladığına hiç tanık olmadık.
Belki aile içinde ya da katıldığı bazı toplantılarda “sürpriz” amaçlı doğum günü kutlaması olmuştur ama bunu kitlesel hale getirmeyi hiç düşünmemişlerdi.
Bu yıl ise farklı.
İşe bakın ki Başbakan Davutoğlu’nun da doğum günü 26 Şubat’mış.
Bazı belediyeler kentleri afişlerle donattılar. İki büyük ismin doğum gününü kutluyorlar.
Organize biçimde Erdoğan’ın evinin önüne gidenler “Happy Birthday” şarkısını Türkçe ve İngilizce olarak okuyor.
Aslında saray doğum günü kutlamasını daha da kitlesel yapmak istemişti. Hatta bu nedenle binlerce öğrencinin katılacağı bir kortejin saray önünden yürüyüş yapması da planlanmıştı. Ankara katliamı nedeniyle bu plan suya düştü.
Sanıyorum Erdoğan, doğum günü gibi duygusal bir günü kullanarak başkanlık yolunda halka daha da sempatik görünmek için bugüne kadar “dinen de pek makbul görünmeyen” doğum günü kutlaması yapmaya kalkıştı da yüzüne gözüne bulaştı sanki.