Orman içinde anaokulları, pek çok ihtiyaçları devlet tarafından sağlanan çocuklar, sınavsız ama doğayı, hayatı öğreten Norveç eğitim sistemi... İnternette dolaşan metinlerden çok daha fazlası!

 Çocuklara “No picture, please” cümlesi öğretilmiş, hepsi fotoğraf çekenlere “Lütfen çekmeyin” diyor… Ama bu özel sınıf için ailelerinden izin alınmış. Onlara söylenince, tam tersi, “Benim de fotoğrafımı çeker misin?” diyorlar.
Çocuklara “No picture, please” cümlesi öğretilmiş, hepsi fotoğraf çekenlere “Lütfen çekmeyin” diyor… Ama bu özel sınıf için ailelerinden izin alınmış. Onlara söylenince, tam tersi, “Benim de fotoğrafımı çeker misin?” diyorlar.


Çocuklarımızı okullarında da gözetleme isteği duyduğumuz şu günlerde, bir ‘Norveç eğitim sistemi’ metni dolaşıp duruyordu internette...
Sürekli ‘en huzurlu’, ‘en doğal’, ‘en çevreci’, ‘en korumacı’ ilan edilen Kuzey ülkelerinin durumu, imrenilesi olduğu kadar da sinir bozucu!
Yok çocuklara sınav yokmuş; yok özgürlermiş... İnsanın içi gidiyor.

Fotoğraf: Norwegian Seafood Council


Okuma yazma oranı yüzde 100!
Okullar, ders kitapları, ilkokul çantası, defterler, kütüphaneler, sağlık hizmetleri devlet tarafından karşılanıyor.
Anaokulu çağındaki çocuğun için maddi yardımı alıyor, ister anaokuluna gönderiyorsun, ister evinde bakıyorsun.
Çoğunluk çalıştığı için anaokuluna gönderiyor çocuğunu.
Çalışmasan da avantajlı; anaokulları çocuklara kayaktan patene, yüzmeden bisiklet binmeye kadar pek çok şey öğretiyor.
Yuvanın deniz kenarında ya da ormanda, yaşama alanlarına ve otobüs duraklarına yakın olması şart koşuluyor.



HER TÜRLÜ BİLGİ AÇIK

Ben bunların bir kısmı olsun abartıdır diye düşünüyordum. Ama değilmiş.
‘Norge’ diye Türkiye’de de yavaş yavaş duymaya başladığımız bir isim var. Norveç Deniz Ürünleri Konseyi. Norveçli balıkçılar (evet, ellerine krem sürenler) su kültürü endüstrisiyle birlikte çalışarak Norveç deniz ürünleri için sürdürülebilir pazar oluşturmayı hedefliyor, direkt satış gerçekleştirmiyorlar.
Türkiye en büyük pazarlarından biri; çünkü İstanbul Karaköy’de yediğimiz uskumru da hep Norveç’ten, genel anlamda tükettiğimiz somon da...

Konseyin Türkiye Bölge Müdürü Maria Kivijarvi Heggen'e göre Norveç deniz ürünleri, Türkiye somon pazarının yüzde 90'ına sahip. Milliyetçi damarların kabarması nafile; çünkü dibine kadar araştırıyor, her türlü önlemi alıp, tüm bilgilerini en transparan şekilde turistle de, kendi vatandaşlarıyla da paylaşıyorlar.

TURİSTİK GEZİ YANINDA BİLGİ

Çiftlik somonunu merak ettiniz, Nordlaks adlı bir şirket var. Somonla ilgili her türlü üretimi yapıyorlar. Zeytinyağını andıran süslü şişelerde satılan aromalı balık yağları bile var ki, balık yağı kılçıklardan ve balık başından yapılıyormuş, çünkü et çok değerli. Aile şirketinin 26 yaşındaki üretim müdürü Therese Berg, “Turistik turlarımız var. Öğrencilere bedava, aile paketlerimiz var ama normalde 15 Euro. İsterseniz her türlü bilgi ve belgeyi alabilir; balık çiftliklerine tur yapabilirsiniz” diyor. Bu turu almak demek, her şey bir yana, acayip güzel bir deniz turu da demek aynı zamanda.
Ama en ilginç şey şu; hiçbir kıyıdan raporsuz bir şeyi karaya çıkaramıyorsunuz ki bu da kaçak avlanmayı, zararlı ürün girişini engellemek için. Sürekli bizdeki midyeyi düşünüyorum, çok sevdiğim, kontrolsüz yediğim midyeyi ve içindeki ağır metalleri...
Burada mevzu; ayrıntı, hassasiyet çok…



BİZ 30’LARIMIZDA YUMURTA KIRAMAZKEN...

Çocuklara dönersek…
Balık, Norveç’te de pahalı. Fiskesprell adlı bir programla devlet, çocuklar çocukluktan balık yemeye alışsın, eşit beslenebilsin diye anaokulundan başlayarak çocuklara okyanus canlıları eğitimi ve balık yeme imkanı veriyor.
Mesela Norveç’in Bergen kentinde bir teleferiğe binip orman içindeki bir anaokuluna gidiyorsunuz. Ormanın içi bölgenin efsanevi hikayelerine konu olan ‘trol’lerin ağaçtan oyulma dev heykelleriyle dolu.
Çocuklar kendi hallerinde; kimi salıncak, kimi bisiklette, kimi kumda, ağaçta.
Fotoğraf çekme izni de aldığımız bir grup çocukla ormandaki oyun alanlarına geçiyoruz. Buzlu kutularla dev balıklar ortaya konuyor. Kimse “Dokunma”, “Kirlenme” demiyor. Çocuklar elleyerek, dinleyerek öğreniyor, sonra öğretmenleriyle balık ayıklayıp ‘kesiyorlar’.
Türkiye’de 30 yaşında “Yumurta kıramam” diyeni çok duymuşumdur. Orada beş yaşındaki çocuklar, kız-erkek fark etmez, orada yakılan ateşte kaynayan sebze karışımının içine atılmak üzere balık doğruyor. Ağaçları, yemekleri, doğayı kaç yaşına gelmişim, benden iyi tanıyorlar.
Biraz önce elledikleri balığı temizliyor, doğruyor, pişen çorbayı itirazsız içiyorlar.
İmreniyor muyum? Hem de çok.



Bir hafta sonuna kaç festival sığar?

Şüphesiz festivaller benzer ilgi alanlarındaki insanların bir araya geldiği, ilgili sektördeki insanların tanıştığı ya da birbirini daha iyi tanıdığı, tüketicinin belki onlarca farklı üreticiyi bir arada görebildiği, tanıyıp, tadımlayabildiği, üstelik eğlenceli etkinlikler. Sosyalleşmeyi arttırdığı gibi, ekonomik olarak da bir canlanma yarattıkları bir gerçek.
Ancak İstanbul gibi bir yerden bir yere ulaşmanın artık iyice güç olduğu bir şehirde bir hafta sonuna kaç festival sığar?
Üstelik bu festivallerin ilgilenenleri ne kadar artsa da benzer gruplar, hemen hemen aynı insanlar... Organizatörlerin nasıl haberi olmaz?
Bu hafta sonu hamburger, makarna, pizza, kahvaltı, çizgi roman festivallerinden hangisine gideceğine karar veremez durumdaydı insanlar.
Hadi hamburger daha uzun sürüyor, çizgi roman ayrı bir alan; ama yine de denk getirmek mümkün değil miydi?
Ben Kadıköy’deki plak günlerine ve İstanbul Comics and Art Festival’e gidebildim ancak. İkisinin de çok keyifli olduğunu söyleyebilirim. Yapılmaması eksiklikmiş! St. Joseph’liler Derneği Sosyal Tesisleri böyle bir etkinlik için ne kadar güzel bir alanmış, indirimli kitaplar da çizgi roman sevenler için muhteşemdi. İkisinin de devamı gelir ama festivallerin geleceği için zamanlamayı iyi gözetmek gerekli.