Gün aşırı kafamda yepyeni iş fikirleri, heyecanla dolaşan mahalle delikanlıları gibiyimdir ben.
Süper fikirler bulurum; yalnız onlardan para kazanılır mı bilmem.
İş fikirlerimden biri de şuydu: İnsan hikayeleri yazacağız.
Ama ölen insanların hikayelerini.
Sıradan gibi görünen insanlar.
Özellikle de genç yaşlarında ya da akla hayale gelmeyen kazalarda ölenler, hedeflerine ulaşamadan gidenler, içine kapanıklar ya da çok neşeliler, çok sevilenler.
Kitap yazmamış, film çekmemiş, siyasete atılmamış, sosyal medyada izi bile olmayan ama ‘değerleri olan’, ‘değerli’ insanlar.
Bu insanların aile fertleriyle konuşacak, odalarına girecek, okuduğu kitapları, izlediği filmleri araştıracak ve bir portre yazacağız.
Bir anı gibi olacak, bir hikaye bırakacaklar arkalarında...
Yazdıkça fikrimin ne kadar güzel olduğunu düşünüyorum yeniden, o yüzden keseyim!
“Nasıl para kazanacağız?” dendi. Ben bunun internet var oldukça sürecek, uzun ve öykülü bir tür ölüm ilanı olduğunu, ailelere de bunu anlatabileceğimizi falan söyledim ama olmadı.
Zaten bir insanı yaşatmak her türlü zor ama bu şekli mümkün.


DENİZ’İN DAĞDAKİ KİTAPLIĞI!


Ama çok ilginç bir hikaye dinledim geçenlerde.
Kartalkaya’daki otellerden Golden Key’in dev kütüphaneli bir odası var. Meğer kitapların tamamı bir kişininmiş, artık yaşamayan birinin.
Ülkemizin klasik ‘biri öldü ve hak azıcık bile yerini bulmadı’ hikayelerinden biri.
Deniz Erkilet Gövsa, 2003 yılında 47 yaşındaydı.
Ankara’da, Çankaya Yeşilyurt Sokak’ta çalıştığı ofise bitişik binada, yan dairede depolanan ‘potasyum nitrat’ patladı.
Patlama bir tek kişinin, onun canını aldı. Sadece kamu davasının açılması bile bir yılı buldu. Bir dairede niye potasyum nitrat biriktirilir bilmem ama dava 10 yıl sürdü.
Deniz, geride üniversiteyi yeni kazanmış bir erkek evlat, 15-20 gün sonra felç geçirecek bir eş ve dev bir kütüphane bıraktı.
Ankara Koleji’ni bitirmişti, Fransız Filolojisi’nde okumuştu Deniz. Okumayı, okudukları hakkında yazmayı çok severdi, gezmeyi de öyle...
Taa ki altı yıl öncesine kadar depodaydı kitapları. Deniz’in ablası Pınar Erzurumluoğlu, otel sahibi arkadaşı Sedat Bey’e otel kütüphanesi için kitapları vermeyi teklif etmiş ve şimdi Deniz Erkilet Gövsa’nın bir yanı o kütüphanede hayat bulmuş.
Pınar Hanım “Deniz gezmeyi de çok severdi, şimdi Karkalkaya’da dağdaymış gibi... Bu bile bana iyi geliyor” diyor.
Organ bağışladım, kitaplarımı da bağışlayacağım; çünkü bazı en iyi yolculuklarım dört duvar arasında kitaplarla yaptıklarım.


Ünlülerin kütüphanesinde gezinmek mümkün oluyor


Bir kitaplık hikayesi daha...
Tadım Atölyesi’nin kurucusu Atakan Aya’nın muhteşem fikri Maslak’taki Prototype’ta hayat buluyor. Entelektüel ünlülerimizin kütüphaneleri, DVD ve kitaplarla orada kurulacak. Bizler o kitaplıklarda gezinip, Tohum Vakfı yararına kitaplardan satın alabileceğiz. Ara ara ünlülerle söyleşiler, kahve yanı sohbetler de olacak.


‘Baskın’ basanındır!


Black Sabbath’ın solisti Ozzy Osbourne ilk albümlerinin hikayesini anlatırken şöyle bir şey der:
“Nasıl bir müzik, nasıl bir albüm yapacağımızı düşünüyorduk... Sonra sinemada insanların korku filmi izlemek için bilet kuyruklarına girdiklerini fark ettik. İnsanlar korkmak için para veriyorlardı. Biz de insanı ürperten bir müzik ve albüm kapağı yapmaya karar verdik!”
Hiç dinlemediyseniz bile söyleyebilirim ki ekip, müziğin hakkını verdi. 1968’den bu yana da o korku temasının çok ekmeğini yedi.
Bizse değil albüm, gerilim dolu ülkemizden bir efsanevi korku filmi dahi çıkarabilmiş değiliz. Ya da “Değildik” demeliyim. Çünkü artık Can Evrenol adlı bir genç senaristi, yönetmeni not etmemiz gerekiyor.
Ben 1982 doğumlu Evrenol’un ilk olarak bir kısa filmini izlemiştim. ‘My Grandmother’ (Büyükannem) cesur, ilgi çekici, tuhaf ve bayağı kanlı altı dakikalık bir filmdi.
Yurtdışındaki pek çok festivalde gösterildikten, ödül de aldıktan sonra 1 Ocak’ta Türkiye’de gösterime giren korku filmi ‘Baskın’ da kandan bayağı nasibini alıyor. Karabasan döngüsü ve şiddeti de az değil!
Ama korku filmi gibi korku filmi! Bir korku filminde baya baya Türkiye, Türk kafası ve muhabbetleri görmek de ilginç geliyor tabii. Daha önce korku filmine platform olmamış bu diyarlar sanki...
Üstelik bir Türk korku filminde olmasına alıştığımız Hollywood kopyalamaları ya da cinler de yok.
Şok, şok, şok!


ÖNCE YURTDIŞI KORKTU!


Filme içerden değil dışardan bakarsak da ‘Baskın’, dünya platformuna çıkan ilk Türk korku filmi hatta belki de ilk yerli ‘tür filmi’.
Film, dünya prömiyerini Toronto Film Festivali’nde ‘Geceyarısı Çılgınlığı’ bölümünde yaptı (ki bu inanın önemli bir şey). Festival sonrası Çin’den Avusturya’ya 15 ülkeye satıldı; Evrenol, Austin’de Fantastic Fest’te ‘En İyi Yönetmen’ ödülünü aldı.
Korku filmi sevenlere, kandan rahatsız olmayacaklara filmi tavsiye etmekle birlikte, Evrenol’un bundan sonra yapacaklarını merak etmekteyim.
Madem karabasan, rüya, fantastik hikayeler seviyor, bir İhsan Oktay Anar çekse ne efsane olur! Ha tabii, Anar’ın hikayelerini kim çekse koşarak gider izlerim, o da ayrı.