Karadenizli, “Yeşil Yol’u istemiyoruz” diyerek kepçelerin önünde durur; gençler ve veliler “Okuluma dokunma!” diye eylem yaparken İzlanda’da “Çocuk parkını nasıl yapalım?”ın bile önce 5 yaşındaki çocuğa sorulması çok imrendirici.

5

Hardal istediğinde ‘ketçaba hakaret ettiğini düşünen’ birilerinin çıktığı Türkiye’de bugün her şey politik, taraflı ve art niyetli gibi...
Ama bir gün olsun mola verip bu çocukların, velilerin, Karadeniz insanının tüm politika ve partilerden bağımsız olarak ‘yapılan değişimi istemediklerini’ düşünemez misiniz?
Onları dinleyemez misiz?
Yapılmak istenen değişim toplumu ‘ileriye götürmek’ten çok ‘politik’ amaçlarla yapılıyor gibi görülüyorsa, milyonlarca kişi -diyelim ki- yanlış anladıysa, bu yanlış anlamayı düzeltmek ve ikna etmek için çaba sarf edemez misiniz?
Ya da zorla değişikliklere sürüklediğiniz halka yaptıklarınızın nedenlerini düzgün bir şekilde anlatamaz mısınız?
Gerçekten imza attığı işlere inananların, iyi niyetle halkın, gençlerin iyiliği için büyük bir reform yapanların durumu dinlemesi ve anlatması gerekmez mi? İdeali bu değil midir?

7


Sufle alarak basın açıklaması yapmak


Karadeniz’deki Yeşil Yol’a direnenler arasında çoğunluğu kadın, 20 yaşındaki gençler de var, 70 yaşındaki teyzeler de. “Halka hizmetse metruk yollar yapılsın; evlerimize zor gidiyoruz. Yeşilimiz elimizden alınmasın!” diyorlar. Kepçe önünde durdukları için karakola götürülüyorlar... Peki bunu mu hak ediyorlar?
Orman ve Su İşleri Bakanı bir açıklama yaptı; okumayın, bulun izleyin! “Cüzi miktarda ağaç kesildi” diyor; yanındaki biri “13” diyor, “13 ağaç kesilmiş işte” diyor. Yanındaki “13 metreküp” deyince, “13 metreküpmüş, 100 ağaçmış” diye düzeltiyor. “Yol yapılsın, yanına ağaç ekilir” diye de ekliyor.
O bölgede yaşayan insanı ikna edecek konuşmanın sufle alarak, böyle özensiz yapılması o yolun kenarına ağaçtan önce güvensizlik ekiyor! İnsanın içini acıtıyor.

1


13 yılda 20 kere sistem değişmiş


Başka meslektaşlarım da sanırım aynı konumdadır; her gün onlarca e-posta alıyorum.
İşini kaybedenlerden, çocuğunun okulu imam hatip okuluna dönüştürülenlerden, otizmli çocuğunu normal okula gönderemeyenlerden, proje okul kapsamında değişikliğe tabi tutulanlardan...
Başım dönüyor; hikayelerini okuyup yanıt vermekten gözlerim ağrıyor.
Eğitimle ilgilenen iki gazetecinin, Hande Zeyrek ile Umay Aktaş Salman’ın haberlerine baktım; son 12 yılda, ortalama her 2.5 yılda bir Milli Eğitim Bakanı değişmiş; her bakan kendi değişiklikleriyle gelmiş.
13 yılda eğitimde 20’ye yakın ‘çok büyük, çok önemli değişiklik’ yapılmış.


Haksızlarsa açıklayın, neden?


Proje olmasına karar verilen 155 okuldan en az yarısı başarılarıyla tanınmış isimler. İnsan mantığı ‘deneme’ denilen şeyin zaten kalitesi sabit olan üzerinde yapılmamasını öngörüyor.
Özellikle de yapılan değişikliklerle ortaya çıkan model hem öğrenci hem de velileri kuşkuya sürüklüyor. Haksızlar mı? Peki kuşkularını yok etmek kimin görevi?
Yüzlerce öğrenciyi oturma eylemi yaparken, gözyaşlarıyla öğretmenlerini uğurlar, onlara mektuplar yazar, kucaklarında taşırken ya da pankart hazırlarken görüyoruz. Bu hiçbir şey ifade etmiyor mu?
“Projeniz Değiliz, Öğretmenime Dokunma, Okuluma Dokunma” diyorlar, haksızlar mı?
Haksızlarsa neden?

3


‘Üst aklınız kim?’


Sonra da sınav olmayan, haftada iki gün okula gidilen, gülmenin ve doğayı öğrenmenin öncelik olduğu, sorgulamanın öğretildiği İzlanda öğretim sistemini ağzımız açık izliyoruz televizyonda. Mimarlar 5, 6, 7 yaşındaki çocuklara parkın nasıl yapılmasını istediklerini, oyun oynarkenki ihtiyaçlarını soruyor! Ne garip değil mİ?
Kadıköy Anadolu Lisesi öğrencilerine, “Eylemi kim düzenliyor?”, “Sizi kim yönlendiriyor?”, “Üst aklınız kim?” gibi sorular sorulmuş.
Sadece bu bile üzerlerine proje tasarlanan öğrencileri pek tanımadıklarını ortaya koyuyor!
Çünkü o çocuklar iyi düşünüyor, çok şeyi görüyor.

4


Öyle bir defile ki “Gösteri” der bilet satarsın


Snapchat kullanmasam da, bir ara her sabah birilerinden telefon kapıp Deniz Berdan ile kızı Begüm’ün ‘gazete okumalarını’ takip ediyordum. Belki de ortamın sansürsüzlüğünden, televizyondaki sabah programlarına taş çıkartır biçimde gazete okuyor, magazin değerlendirmeleri yapıyorlardı.
Bir arkadaşımın, “İyi güzel de, sürekli yurtdışı kıyaslaması yapmaları da ayrı bir klişe” eleştirisini hatırlıyorum. Ancak Deniz-Begüm Berdan ikilisi, Mercedes-Benz Fashion Week İstanbul’un üçüncü günündeki şovlarıyla yurtdışı ayarında bir iş çıkardı.
Cinsiyet haklarını, ajitasyona yönelmeden, ortaya yüreklerini koyarak, eğlenerek, eğlendirerek, neşeli bir şekilde anlattılar ekip olarak.
Gonca Vuslateri de neşesi ve tavrıyla defilede harikaydı, erkeksi tavrıyla podyumda yürüyen Rüzgar Erkoçlar da... Athena’nın ‘Ses Etme’ klibiyle son dönemde adını sıkça duyduğumuz Onur Gökhan Gökçek de yine iyiydi; ‘Kafası Karışık Kontrtenor’ isimli sahne performanslarıyla tanıdığımız Nuri Harun Ateş de etkileyiciydi.

6

Soho’da iki turlu defile

Son yıllarda ülkedeki pek çok olaydan direkt etkilenen moda haftası genel anlamda dolu dolu geçti. Türkiye’den yurtdışına açılan, hatta pek çok kişinin hâlâ yabancı marka sandığı Bünyamin Aydın’ın ‘Les Benjamins’i Soho’yu salladı. Aydın’ın yaş gününe denk gelen defilesi ve ardından GQ ile ortak yaptığı parti Soho’nun en kalabalık etkinliklerinden biri oldu. Terastaki defile ancak iki parti halinde yapılabildi, parti ortamı ise tıklım tıklımdı.

2


En çapkın ilçe Fatih mi?


Gerçek hayatta insanların yollarının kesiştiği kişileri bulmasını sağlayan bir tanışma uygulaması ‘Happn’. Şirket, kullanıcılarının İstanbul’da en çok hangi ilçe ve caddelerde tanıştığını araştırmış ve online tanışma haritasını ortaya çıkarmış.
Şöyle deniyor açıklamada: Happn ile ‘Crush’ olan, yani karşılıklı olarak birbirlerini beğenen kullanıcı rakamlarına göre İstanbul’da en çok tanışma Fatih’te gerçekleşiyor. Bağdat Caddesi, Barbaros Bulvarı ve Atatürk Havalimanı da ilk sıralarda! Fatih’in liderliği beni şaşırttı, söyleyeyim.