Maalesef Abdullah Çakıroğlu yalnız değildir!

Ramazan ayında Cihangir’deki bir plakçıdaki Radiohead etkinliğine yapılan saldırıyı hatırlıyor musunuz?
Neredeyse naklen izlemiştik o ana ait görüntüleri.
Buna karşın isimlerinin sadece baş harflerini öğrenebildiğimiz üç saldırgan hemen serbest bırakıldı. Oradakiler ve hatta biz o travmayı yaşadığımızla kaldık, dükkanın sahibi Koreli mekanı kapattı. Saldırganlar serbest kaldıkları gibi, “Bacımıza laf atmışlardı” gibi yalanlarını da yaydılar etrafa.
Palalı bir saldırgan vardı; hatırladınız mı? Sabri Çelebi.
Gezi döneminde gelene geçene palayla saldırdı. Yurtdışına kaçtı, Türkiye’ye dönünce gözaltına alındı, iki kez adliyeye çıkarıldı ve serbest bırakıldı.
Onlarcası, yüzlercesi var. Aramızda potansiyel katiller olarak dolaşıyorlar...

Ya tepki göstermeseydik?

Şortla otobüse binen Ayşegül Terzi’ye yapılan saldırıdan da anlıyoruz ki burada böyle.
Dünya görüşünüze göre istediğinizin suratına tekme, tokat atabiliyor, palayla bile saldırabiliyor, bir de üzerine saçma açıklamalar yapıyor, sonra da serbest kalıyorsunuz.
Ben yazıyı yazana kadar saldırgan Abdullah Çakıroğlu yakalandı, bırakıldı, yeniden yakalanma kararı çıkarıldı.
Konuşkan da beyefendi. Her sözü başlık! “Ben vücutta açık gördüğüm yerlere tekme atarım. Giyimini beğenmediğim insanları döverim. Her şey İslam hukukuna göre oldu. Devlet bu kişilere ceza vermiyor. Devlet bunları cezalandırmalı!”
Serbest bırakılma nedeni de yaptığının ‘katalog suça’ girmeyeceği kararı. Sonradan yakalanma kararı çıkmasının nedeni ise gösterdiğimiz tepki! Yani kamuoyu olmasa rahat!
Twitter’da iki tepki hashtag’i var; ‘#AysegulTerziIcinAdalet’ ve ‘#SortunuGiySokagaCık’
Ben adaleti sadece Ayşegül için değil kendim için, Türkiye’deki tüm kadınlar, şort giyenler ve asla sokakta şort giymeyecekler için istiyorum.
Ama ‘Şortunu Giy Sokağa Çık’ etiketi altında yazılan iğrenç şeyleri -çoğunlukla erkekler- görünce toplumdan korkuyorum.
“Şort giyerim, şort giyer... Sana ne, dövemezsin” yazısı yazmak anlamsız geliyor. Ama maalesef Abdullah Çakıroğlu’nun tek ve yalnız olmadığını biliyoruz; bu coğrafyada yazmak gerekiyor!



Ne güzel bir Bakırköylüydün sen Tarık Abi!

Bir semtle özdeşleşen kaç sanatçı tanıyorsunuz?
Tarık Akan gerçek bir Bakırköylüydü.
Bakırköy de, yeni nesil İstanbulluların bugün anlamadığı ve anlayamayacağı bir yerdi.
Az katlı, bahçeli evlerin olduğu, kültürel seviyesi yüksek, Ermenilerle, Rumlarla iç içe yaşadığımız bir semt.
Annem, Tarık Akan kuşağı bir Bakırköylü, sorsak saatlerce anlatır.
Ben anneannemlerin tek katlı evinin karşısında oturan Halit Akçatepe’nin beyaz köpeğini gezdirişini izler, Suna Pekuysal’a Gençler Caddesi’nde rastlarsam elinden öper, Kenan Pars’ın büfesinden bilet alırdım. Cem Karaca’yı belki birkaç defa görmüşümdür ama Tarık Akan’ı çok. Görülmeyecek gibi de değildi... Yeşil parkasıyla Bakırköy’deki küçük esnaf lokantasından çıkarken de görürdüm Tarık Akan’ı, tren yolunda, meydandaki bir çay bahçesinde de...
Bakırköy-Ataköy-Yeşilköy üçlüsü onun yaşam alanı olmuş. 50 küsur yıllık arkadaşlıkları hep Bakırköy’de başlamış, mahallenin çocuğu olmuş.
Annemlerin okuduğu ve yangın geçiren ‘karma okulu’ alıp ünlü Taş Mektep haline getirdi.
Önceki gün, hem Muhsin Ertuğrul hem Teşvikiye hem de Bakırköy’deki anmalara giden annem “Çarşı da gelmiş, çok duygulandım” diyordu.
Kendisi orada ev sahibi sanki! Sevgi bazen böyle bir şey.
Biz Tarık Akan’ı sevdik, ölümüyle gördük ki bildiğimizden de çok severmişiz!