Son durumda Muhalefeti liselilere mi bıraktık?


İstanbul Erkek Lisesi’ndeki tarihi protestoya imza atan öğrenciler belli ki akıllı çocuklar. Üstelik nasıl eylem yapacaklarını da biliyorlar. Yıllar yılı -Gezi dönemi hariç- ‘Susma, sustukça sıra sana gelecek’ güftesinin malum bestesine çok da matah olmayan sloganlar sığıştırmaktan öteye gidememiş, Susurluk dönemindeki ışık açma kapama ya da özel radyolar kapatıldığındaki kurdele takma eylemlerinin üzerine bir ‘tık’ çıkamamış bizler için sıkı hareket bu yaptıkları.
Şimdi her gün başka bir lisede, birbiriyle aynı paralelde ama farklı içerikte metinlerle isyan bayrağı açılıyor. Türkiye Liseliler Birliği'nin ‘Liselerde Gericiliğe Geçit Vermeyeceğiz’ başlığıyla imzaya açtığı bildiride imzacı sayısının 400’e yaklaştığı belirtiliyor.
Haberlere göre Türkiye’nin dört bir yanındaki imzacı liseler arasında fen liseleri de var, Anadolu liseleri de, meslek liseleri de var, imam hatip liseleri de!
Alınlarından öperim ‘ama’...
Şimdi ortalıkta dolaşan onlarca metin, kendi liselerindeki ‘hareket’i gören ağır abla ve abilerin “İşte benim lisem” gururlanmaları, “Liselilere destek çıkalım!” çağrıları, mezunların ‘paylaşalım’ ricaları, “Yürüyün be çocuklar” söylemleri havada uçuşuyor.
Ama yani, devrim liselilere mi kaldı?
Orta yaş konforuna gömülüp 30’lu yaşlarında emekliliğini beklemeye başlayanlar, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ kafasıyla başını kuma gömenler, klavye delikanlıları, Facebook isyankarları, Twitter protestocuları, omurgasız gazeteciler, işlevsiz siyasetçiler, meslek örgütlerinin sıkıcı temsilcileri, sendikalar muhalefeti liselilere mi bıraktı?
Benim için onlar eylem yapınca ‘ortam şenleniyor’, her birinin alnından öpesim geliyor. Ama ülke adına ‘umutlanırken utanıyorum’, en çok da korkuyorum.
Kendimiz saklanıp gençlere gaz veriyoruz ama ülkemiz bu yollarda çok genç harcadı!


Bir ülke dizi izler gibi katil izler mi?


Adam ne zeki, ne seri! Ama hiçbir şeyin, cinayetin bile planlanamadığı, 'refleks cinayetleri’ ülkesi Türkiye’de üç kişiyi öldüren Atalay Filiz’i ‘seri katil’ ilan ettik ve dizi izler gibi -Ah o Arka Sokaklar!- Türkiye’deki seyahatini izledik. Adam da seyahat blogger’larından iyi ve rahat gezdi maşallah! ‘İnsan kaçakçısı’ adam, adammış gibi Müge Anlı’ya bağlandı ve “Merak etmeyin Müge Hanım, onu kaçırmayacağız” sözüyle yüreklere su serpti! Delirdiğimizin resmi idi adeta! Bindiği minibüste Atalay Filiz’i tanıyan ve polise bildiren muavin anlatıyor, parayı peçeteyle almış çünkü ‘parmak izi’ olabilirmiş. Yakalandı, İzmir Cinayet Büro Amiri dahil polisler onunla fotoğraf çektiriyor. Daha neler neler! Bir katil ve beraberinde yaşananlar bir ülke hakkında ne çok şey söyleyebiliyor!


Geç olmadan eve dön ve Ömer Lütfi Akad seyret!


Şu günlerde İstanbul Modern’de, ince çalışılmış, üzerine çok düşünülmüş, bol okumalı, eğitici ve bence eğlenceli bir sergi var: ‘Konutun Serüveni Üzerine Bir Sergi’ alt başlığıyla sunulan ‘Geç Olmadan Eve Dön’...
Sergi, arşiv fotoğraf ve belgeler eşliğinde 19. yüzyıldan günümüze, lojmanlardan apartmanlara, konaklardan rezidanslara, kooperatiflerden afet konutlarına evlerimizi, yaşam şekli değişikliklerimizi gözler önüne seriyor. Tabii bir kez daha çok da hoş bir ‘bugün’ tablosu çıkmıyor. Çünkü Bakırköylülerin, İstanbul’da mahvedilen, denizi, göğü kapatan Ataköy sahilindeki bir duvara yazdığı gibi; ‘Nefes almak İstiyoruz’ ve bugünün yapıları, bugünün kalabalığı buna izin vermiyor.

Kent değişti çünkü...

İşte tam da o noktada yine aynı müzedeki Ömer Lütfi Akad sergisi anlatıyor her şeyi. Akad filmini anlatırken şöyle diyor: “Göçler artık eskisine benzemiyor... Gelenlerin hiçbiri büyük kentin ürküntüsüne kapılmıyor, kendini küçümsemiyor, değişmek, uyum sağlamak diye bir kaygısı yok. Atalarından gelen görgüleri onlara yetiyor. Giderek semt semt geldikleri yörenin mahallelerini kuruyor ve zamanla kent değişiyor kimse fark etmeden.”
Büyük üstat o kadar güzel özetlemiş ki; göçü o kadar iyi anlayıp anlatmış ki ‘Gelin’de, Yozgatlı bir ailenin göç hikayesini, ‘Gelin’i hemen izleyesim geldi.

ÖNCESİ


SONRASI

50 yıllık çam kesilir, yerine minik fidan -o da belki- gelir!


Gazeteci-yazar Fügen Ünal Şen, fotoğraftaki ağacı görür ve Kadıköy Belediyesi’ni arar. Aldığı yanıt şu olur: “Özel mülk alanlarında kalan ağaçlar (eğer Anıtlar Kurulu kararıyla tescillenmiş bir ağaç değilse) yasal olarak mülk sahibinin tasarrufuna bırakılmış durumda. Buna biz fiili olarak müdahale ediyor, taşınabilecek kadar genç ağaç varsa bunları başka bir alana taşıyoruz. Taşınamayacak durumda olan ve kesilen ağaçların yerine ise yeni ağaç dikilmesini şart koşabiliyoruz. Denetimi için bizimle iletişime geçebilirsiniz.”

Yarım asırlık ağaç...

Annem de, çocukluğunda şimdi oturduğu apartman tek katlı bir evken dedemin diktiği dev ağacı o yokken komşularımız ‘manzara’ kaygısıyla kestirdiğinde günlerce ağlamış, Bakırköy Belediyesi’nden benzer yanıtlar almıştı. Sanırım kanun böyle. Fotoğrafa bakın, sizce de bir saçmalık, bir boşluk yok mu?