İntihalci Zakaria söyleşi yapıp Gülen’i aklayan son gazeteci oldu. İntihalci Zakaria söyleşi yapıp
Gülen’i aklayan son gazeteci oldu.


Türkiye’de İslamcısından solcusuna 15 Temmuz darbe girişiminin arkasında ABD’nin olduğuna inanmayan yok gibi. Geçmiş darbelerin sonucunun hep ABD lehine işlemesi, son darbe girişiminin arkasındaki bir numaralı ismin eski CIA ajanlarının da desteğiyle ABD’de yaşayan Fethullah Gülen olması da bu kanıyı güçlendiriyor.
Gülen bu aralar sık sık Amerikan medyasına röportajlar vererek kendisinin nasıl da meleksi bir din adamı olduğunu anlatıyor.
Geçtiğimiz yıllarda arka arkaya intihalleriyle gündeme gelen Fareed Zakaria da Gülen masalını ABD’ye satan gazetecilerden. Geçen haftalarda CNN’deki programında kendi araştırmalarına dayanarak darbede Gülen’in izine dair bir kanıt bulamadığını söylüyor.
ABD’deki genel kanı da bu yöndeymiş gibi gözüküyor.
Oysa bu kanıt ısrarı Türkiye’den bakıldığında bir oyalama taktiği gibi gözüküyor. Gülen’in nasıl bir tehlike olduğunu yıllarca Türkiye’de görev yapmış büyükelçiler kriptolarda zaten yazmıştı.
Son darbe girişiminde yurtiçinden bakıldığında ABD fazlasıyla Gülen yandaşı görülüyorsa bir nedeni var: Çünkü gerçekten de şimdilik Gülen yandaşı. Peki, Gülen’in gerçek yüzünü bilmelerine, öğrenmelerine rağmen bu ısrar niye?
Filmi 11 Eylül 2001 gününün sabahına, İkiz Kuleler’e saldırı yapıldığı ve dünyanın İslami Terör’le tanıştığı güne sarmamız gerekiyor.
Erdoğan ve arkadaşları AKP’yi 11 Eylül’den birkaç ay önce kurmuştu. Erdoğan daha Başbakan olmadan ABD’ye ziyarette bile bulunmuştu. 11 Eylül’le birlikte AKP tam da kendisinden bekleneni verip neo-con’cuların Ilımlı İslam mesajını benimsedi.
ABD’ye dünyada terörle özdeş olmayan bir lider ülke örneği gerekiyordu; Türkiye ve yeni light-İslamcı hükümeti biçilmiş kaftandı. AKP’nin yere göğe sığdırılamayan demokratik ve AB reformlarıyla dolu ilk dönemi de böyle başladı.
Ilımlı İslam’ın bir başka sacayağı da dünyanın çeşitli ülkelerinde okullar açan, buralarda İngilizce eğitim veren Gülen Cemaati’ydi. O zamanlar Cemaat destekli Erdoğan figürü Ortadoğu haritası değişip diktatörler devrilirken bölgenin lideri rolüne çok uygundu. Obama’nın yılda en sık telefonla konuştuğu liderin Erdoğan olması boşuna değildi herhalde.
Doğruya doğru, Cemaat tezgahı gazeteci tutuklamaları ve ardından Gezi olaylarına kadar ABD’nin demokrasi bakımından pek bir sıkıntısı da yoktu Erdoğan’dan. Ergenekon ve Balyoz sonuçta askerin kalıntısını temizleme amaçlıydı, ayrıntıyı bilmeyip dışarıdan bakan gözler için.
Gezi’de aşırı gaz sıkılması, ölümler, Yahudi ve faiz lobisi söylemi, Yiğit Bulut’un telekinesis teorileri gibi ipe sapa gelmez fanteziler, yabancı gazetecilere yönelik operasyonlar Erdoğan’ın imajına tamir edilmeyecek ölçüde zarar verdi.
Daha fazla özgürlük isteyen insanlara gaz sıkan bir rejim ABD’nin dünyaya pazarlama çalıştığı Ilımlı İslam modeline uymaz hale geldi.
ABD’nin hâlâ tek bir İslam muhatabına ihtiyacı var, belki de bir halifeye. İslam dünyasını kontrol altında tutmak, gerekirse yönetmek için tek bir figür arıyor. Önce El Kaide, sonradan İŞİD’in kontrolsüz şiddeti Batı’nın İslam’a yönelik korkularını perçinliyor. Belki bir halife İslami terörü kontrol altına alır diye umut ediliyor.
Şu anda Batı’nın çıkarlarına göre halifelik rolüne Gülen daha uygun görünüyor. Peki bu plan tutacak mı?
ABD’nin Ortadoğu’yu tasarlama çabalarının yıllarca nasıl sonuçlandığına şöyle bir bakmak bu sorunun da yanıtını verecektir. Arap Baharı’nda da anlaşıldığı gibi Ortadoğu masabaşı formüllerle açıklanmayacak kadar karmaşık bir bataklık ve Washington D.C.’deki birkaç düşünce kuruluşunun modellerini reddediyor. ABD, gerek Güney Amerika’da gerekse Ortadoğu’da bir de müdahale ettiği ülkelerde halkın nabzını görmezden gelerek bir şeyler yapmaya çalışıp yüzüne gözüne bulaştırıyor.
Bugün Türkiye’de halkın büyük çoğunluğu Fethullah Gülen’den nefret ediyor, zamanında elini eteğini öpenler (futbolcular) bile ona terörist diyor. Böyle bir ortamda ABD’nin Gülen’de ısrarcı olması da pek mantığa sığmıyor.
Ama alternatifi...
Erdoğan kendisini AKP’nin ilk dönemindeki gibi yüzü Batı’ya dönük bir lider olarak tekrar sunsa, özgürlük yolundaki reformlara ağırlık verse Gülen’e en büyük darbeyi vurmuş olur. Tabii bunun yolu Aslı Erdoğan gibi dünyada tanınan romancıları hapse tıkmaktan, 10 binlerce insanı keyfi gibi gözüken nedenlerle hapse atmaktan, hep Cemaat’e karşı çıkmış Kürt hareketiyle savaşmaktan geçmiyor. Korkum, Erdoğan haklı olduğu savaşta yanlış yönlendirildiği için haksız konuma düşüyor, Fareed Zakaria gibiler de ABD’de Gülen’i aklıyor.

Milyarder Peter Thiel ve New York medyasının ünlü siması Nick Denton’ın savaşı sonuçlandı. Milyarder Peter Thiel ve New York medyasının ünlü siması Nick Denton’ın savaşı sonuçlandı.


New York medyasında hazin son

Dolaptan çıkarmalı mı?


Amerika’nın en etkili web sitelerinden biri ‘Silikon Vadisi’nin en güçlü finansörlerinden birine yenildi ve bu hafta faaliyetlerine son veriyor. New York merkezli medya-magazin-dedikodu sitesi Gawker ve Facebook’un ilk finansörlerinden Peter Thiel’ın savaşından bahsediyorum.
Thiel, yıllar önce kendisinin eşcinsel olduğunu açıklayan Gawker’a kin bileyip sitenin güreşçi Hulk Holgan’la davasını fırsat bilerek intikam alma yolunu seçti. Amerikan hukuku paranın hakimiyeti altında; Hulk Holgan’ın seks videosunu yayınlayan Gawker’a açtığı davanın masraflarını Thiel üstlendi.
Florida’da bir mahkeme Gawker’ı astronomik bir tazminata mahkum etti, davanın temyiz süreci var ama eyalet kanunlarına göre belli bir miktar yatırılması gerek. Gawker’ın tek seçeceği de iflas açıklayıp markayı Univision’a satmak oldu. Satışın siteyi kurtaracağı düşünülüyordu, ama bu hafta kötü haber geldi.
Seçimlerde Trump’u destekleyen Thiel geçenlerde New York Times’a yazdığı makalede henüz eşcinsel olmaya hazır olmadığı bir zaman sitenin bunu duyurmasından rahatsızlık duyduğunu anlatıyor.
Gawker kurucusu Nick Denton ise kendisinin de eşcinsel bir erkek olarak büyüdüğünü, bunun gizlenmemesi gerektiğini savunuyor. Tartışma birini kendi rızasının dışında dolaptan çıkarıp çıkarmama konusunda kilitleniyor.
CNN sunucusu Anderson Cooper’ın gay olduğunu bilmeyen yoktu mesela, ama kendisi resmi açıklama yapmadan Out dergisi onu yıllın en güçlü gayler listesine aldı.
Benim net bir yanıtım yok. Özel hayata saygı duymakla birlikte büyük şirketlerde, büyük televizyon kanallarında, siyasette, yüksek mevkilerde yer alan eşcinsellerin açıklanmasından yanayım. Hele hele belli bir maddi dokunulmazlığa ulaşmışlarsa; küçük kasabalarda kendi kimliğiyle barışık yaşamaya çalışan gençlere başka bir hayatın da mümkün olacağını, eşcinsel olmanın illaki moda tasarımcısı ya da kuaförlük gibi karikatürize edilen mesleklere hapsolmak anlamına gelmeyeceğini bilmeleri açısından faydalı olacağını düşünüyorum.
Apple’ın CEO’sunun eşcinsel olduğunu bilmek birçoklarına umut olmaz mı?
Öte yandan, eşcinsel haklarına katkıda bulunacakları konumda olup bu konuda adım atmayanlar? Ya da eşcinsel olduğunu bilmemize rağmen kadınlarla sahte aşk haberleri çıkaran şarkıcı türkücü takımı? Bunları ne yapmamız gerekiyor? Söz konusu iki yüzlülükse “Herkesin özel hayatı kendine” diyemiyorum.

Mary Berry İngiltere’nin pasta kraliçesi olarak biliniyor. Mary Berry İngiltere’nin pasta kraliçesi olarak biliniyor.


Pastacı olmak isteyenlere

Kibar bir yarışma


Yemeğe olduğu gibi yemek programları izlemeye de fazlasıyla düşkünüm, özellikle hastayken saçma filmlerden sonra insana en iyi gelen şey bu programlar. Geçen hafta Netflix’te “The Great British Baking Show”a takılmam da böyle oldu. Bir bölüm izledim, tabii hemen devamı da geldi.
İngiltere’de bu hafta yedinci sezonuna girecek program (oradaki adı “Bake Off”) aşırı stilize bir pastacılık yarışması olmasının ötesinde fazlasıyla kibar insanların da ekranda var olabileceğini
göstermesi açısından ilginç geldi.
Binlerce kişinin arasından elenen ve en usta fırıncıları bile aşan yeteneğe sahip 12 amatör yarışmacı bazen kendi kafalarından, bazen de eksik tariflerden pasta ya da ekmek yapmaya girişiyor. Hiçbirini evde yapmaya denemeyin, altından kalkamazsınız. Fazlasıyla detaylı ve zahmetli her tarif, birbirlerini etkilemek için de süsledikçe süslüyorlar.
Normalde yemek programlarında kısıtlı süre ve Gordon Ramsay gibi iğrenç tavırlı sunucular olur, başarısızları hakaret edip kovarlar. BBC 1’deki bu yarışmada ise insanlar birbirlerine destek oluyor, biri elenince üzülüyorlar.
İlk sezonda bir bölümde herkes o hafta çok zayıf olduğu için hiç kimse elenmedi mesela... Yarışmada tarif de verilmiyor, önemli olan zanaat.
Doğrusu yapılan her şey çok güzel görünüyor ama öyle tatma isteği de pek oluşmadı içimde; etkileme telaşından aşırı malzemeli, çok karmaşık ürünler çıkarıyorlar.
Benim damak tadıma pek uygun değil İngiliz tatlıları. Daha sade ve çarpıcı lezzetler peşindeyim, bu programda ise meyvelerle çikolatalar birbirine karışıyor, pastalarda birkaç katman, farklı lezzetler oluşuyor.
Programın jürilerinden Mary Berry sinir bozucu bir büyükanne gibi; insan başından atamıyor ama bilgili olduğundan dolayı itiraz da edemiyor. Cana yakın mı, hayır. Ama kendisini izletiyor mu? Kesinlikle. Neredeyse bir İngiliz kraliçesi asaletinde.
Boş vakti olanlara tavsiye edilir.