Türkiye’de sürekli olarak “Amerika böyle istiyor” diye başlayan komplo teorileri vardır ya, bu cümlenin öznesinin monoblok bir yapı olduğuna da inanılır. Oysa Amerika’nın tek bir yapı, bütün kurumlarının birbiriyle uyuşum içinde olan ve tek bir ağızdan ses çıkan (Türkiye gibi) bir ülke olduğunu düşünmek ülkenin nasıl işlediğini anlamak açısından yanıltıcı olacaktır.
ABD dediğimiz muhatap birbiriyle zaman zaman çakışan pek çok kurumun bir araya gelmesiyle oluşur. Hillary Clinton’ın döneminde Türkiye (ABD’nin aksine tam bir monoblok) Dışişleri’ni by-pass edip işleri doğrudan Beyaz Saray’la götürmeye başlamıştı. Zira Clinton’la Obama’nın çatıştığı konulardan biri de Türkiye politikasıydı ve Erdoğan’la ekibinin işine Beyaz Saray geliyordu.

10

ABD’deki kurumların birbirinden bağımsız hareket ettiğinin son kanıtı FBI Başkanı’nın Hillary Clinton’ın e-mail’leriyle ilgili yeniden soruşturma açacağını açıklaması oldu. Halbuki Adalet Bakanlığı seçimden önce FBI’a sonuca etki edebilecek bu kadar kritik bir açıklama yapmamasını söylemişti. FBI Başkanı buna rağmen dinlemedi ve tam da bir hafta-10 gün kala salı günü yapılacak seçimin belki de kaderini değiştirdi.
Geçen hafta ‘sihirli bir elin’ Hillary Clinton’ı seçtirmek için devreye girdiğini, kaset savaşlarıyla Trump’ın vurulduğunu yazmıştım.
Bir başka sihirli el bu sefer Trump’ın lehine çalışmaya başladı. Kaset skandalından sonra bitti gözüyle bakılan Cumhuriyetçi başkan adayı (Florida ve New Hampshire gibi) kritik yerlerde oylarını toplamaya başladı; geçebilir de. Sonuçta ABD seçim sisteminde birkaç eyalet sonucu belirliyor ve savaş da buralarda yaşanıyor.
Tabii yakın tarihte hiçbir başkanlık seçimlerinde derin devletlerin savaşı bu kadar ayyuka çıkmamıştı. Dahası, bu sefer işin içinde Rusya’nın da parmağı var. Putin açık açık Trump’ı seçtirmek için çalışıyor.
İş Türk seçimlerinden daha karmaşık, tahmin edilemez bir noktaya vardı. Ve Washington yavaş yavaş Trump gerçeğine istemeden alışmaya başladı gibi.
Geçen hafta kiminle konuştuysam Trump’ın bittiğinden bahsediyordu, FBI Başkanı’nın tamamen siyasi çıkışından sonra hemen herkes seçimler konusu açılınca öfkeleniyor, tahminde bulunmak istemiyor.

İki felaket senaryosu

Salı gününden sonra ne olur


11

CLINTON KAZANIRSA: ABD’yi büyük bir kaos bekliyor. Trump işaret fişeğini çakmıştı TV tartışmasında, Cumhuriyetçiler de onun ışında Hillary Clinton’ı başkan yaptırmamaya kararlı. Kongrenin nasıl şekilleneceği belli olur olmaz Cumhuriyetçiler yeni başkan hakkında soruşturma açılması için düğmeye basacak. FBI’ın ne olduğu bilinmez (ve muhtemelen içi boş çıkacak) e-mail soruşturması olacakların ilk sinyali. Clinton, tıpkı eski başkan kocası Bill Clinton gibi Senato önünde hesap vermeye zorlanacak, iş yapamaz hale gelecek. Tabii bu arada kaostan doğacak türlü krizler de kapıda: Ekonomik kriz ihtimali... Ama Clinton’ların bir özelliği var: Yılmıyorlar. İlk dört seneyi atlatırsa, ikinci seçime başı dik girebilir.

8

TRUMP KAZANIRSA: Cumhuriyetçi bir Kongre’yle birlikte Cumhuriyetçi bir başkan öncelikle istikrar mesajı verecek ve bir süre işler iyi gidiyormuş gibi görünecek. Ama Trump’ın herhangi bir şeyi kendi kendine yapabilme, yönetebilme kapasitesi yok. O daha çok işin eğlencesinde. Dolayısıyla birilerinin kuklası olacak. Tıpkı neo-con’ların etkisindeki George W. Bush gibi Donald Trump’ı da aşırı sağcı uçlar yönetecek. Önümüzdeki dört yıl içinde halen bir koltuğu boşta olan yüksek mahkeme üyelerinin ataması gündeme gelecek, buralara sağcı şahinler atayacak Trump, başkalarının diktesiyle. Mahkeme üyelerinin görev süresi ömür boyu olduğu için de bu sağcı tehlikenin izi uzun yıllar silinemeyecek, ABD’nin sosyal devrimleri aksayacak. Kürtajdan eşcinsel evliliğine, siyah-beyazların aynı okullarda okumasından tutuklama esnasında suçlulara haklarının okunmasına kadar ABD’yi oluşturan değerler mahkeme sayesinde geçti. Aşırı muhafazakar bir mahkeme Trump’ın asıl tehlikesi. Cumhuriyetçi Başkanların bir de kumandan olma egosu var; Bush’ların Irak Savaşı gibi. Trump da bir savaş yaratabilir, çıkarabilir ve ülkeyi kaosa sürükleyebilir.

Kaybetme konuşmaları

Kim ne diyecek?


TRUMP: Zaten kendisinin kazanmadığı bir seçim sonucunu kabul etmeyeceğini açıklamıştı. Eğer kaybederse seçimlerde oyların çalındığını, medyanın ve derin devletin Clinton için çalıştığı mesajını işleyecek. Tıpkı 2000 yılındaki gibi bir yeniden sayım için mahkemeye bile gidebilir ve işi uzatabilir.
CLINTON: Rusya’nın seçimi hacklediği mesajını işlemeye devam edecek Clinton kampı. FBI direktörünün açıklamalarıyla siyasete müdahale edildiği vurgusu yapılacak. Tabii yerleşik düzenin kadın karşıtlığı üzerinde de durulacak.

9

Bİze tanıdık

Trump’ın gerçek destekçileri


Dünya nasıl olur da onca falsosuna karşı hâlâ Donald Trump’ın ciddi bir başkan adayı olduğunu anlayamıyor. Bu durum sadece Hillary Clinton’dan nefret etmekle açıklanamaz elbette. Trump’ın formülü aslında çok basit: Cem Uzan’ın zamanında uyguladığı taktikten farksız. 200 kelimeyle İngilizce konuşuyor ve cümleleri anaokul düzeyinde. Karmaşık hiçbir şey söylemiyor. Aslında hiçbir şey söylemiyor ve her şeyi çözeceğini, her şeyin harika olacağını söylüyor. Ama ayrıntıya girmiyor, girmesine de gerek yok zaten. Cem Uzan’a oy veren yüzde yedilik bir kitle nasıl Türkiye’de varsa, ABD’de de var. Ama bu boş retorik hiç kimseyi tek başına Başkan yapmaya yetmez. Nitekim Cem Uzan da olamadı ve sadece yüzde 7 kaldı. Trump’ı ABD’de bu kadar yükselten aslında Erdoğan’ı bizde yükselten formül.
2002 seçimlerine girildiğinde iki beceriksiz (Ecevit ve Bahçeli) Türkiye’yi ekonomik krize sürüklemiş, pek çoğumuz işsiz kalmış, birikimlerimiz erimişti. İş dünyası değişim istiyordu çürümüş sistemle bunu yapamayacağını gördü.
Erdoğan ilk döneminde iş dünyasını memnun etti, ekonomik istikrarla sonradaki seçimlerde de hep desteğini aldı.
ABD’de Hillary Clinton vergileri yükseltmekten, sosyal politikalara ağırlık vermekten bahsediyor.
Trump’ın ise duvar örmek falan gibi deli saçmalıkları arasında tek bir mesajı var: Vergileri düşürmek. Tabii bu da Silikon Vadisi’yle Wall Street’in çok işine geliyor. Açık açık söylemeseler de Trump’ı destekliyorlar.
Bizde AKP yüzde 50 aldığında istatistiki olarak tanıdığımız her iki kişiden birinin bu partiye oy verdiğini fark etmiştik, ama hiç kimse önceden açık etmemişti.
ABD’de de durum aynı: Trump’a oy verecek olan bir kitle var, ama asla söylemiyor. Bu yüzden kamuoyu yoklamaları da çok inandırıcı olmayabilir.
New York Times’ta perşembe günü yer alan ankette Clinton yüzde 44, Trump 41 görünüyordu. Yüzde üç zaten yanılgı payı... Bir de görünmez oylar varsa o zaman anketler iyice anlamını kaybediyor.