Doğu Perinçek ve Bernie Sanders aslında söylem bakımından epey benzeşiyor.


Hiçbiri hayatta olmadığı için doğrulanması imkansız bir şehir efsanesi var. 11 Eylül sabahı Michael Jackson, Elizabeth Taylor ve Marlon Brando’nun kiralık bir arabayla havalimanının saldırılardan dolayı kapalı olduğu New York’tan kaçtıklarına dair. Yakında filme de çekilecek bu fanteziye göre arabayı Michael Jackson kullanıyormuş, Brando ise arka koltukta uyuyup sadece karnı acıktığında uyanıyormuş. İnsanın aklı almıyor, ama görünmez olmak ve o arabada bir köşede oturup tanıklık etmek istediğim tarihi anlardan biri.
Bir süredir gelenek oldu, her yıl Amerika’da uzun bir araba yolculuğuna çıkıyoruz. Geçen cumartesi günü Ulusal Kanal’daki “Ceviz Kabuğu” programında Yalçın Küçük ve Doğu Perinçek’in tartışmasını izlerken bu ikiliyle bir Amerika seyahatine çıkmak nasıl olur diye aklımdan geçti. Eminim, Jackson-Taylor-Brando üçlüsü kadar renkli geçer seyahat.

Doğu Perinçek ve Bernie Sanders aslında söylem bakımından epey benzeşiyor.


Kavga? Tartışma? Küslük?
Eğer televizyondaki tartışmayı model alacaksak epey düzeyli geçeceği kesin. Üç saatlik programın ilk bir saati İstiklal Marşı’nı Mehmet Akif Ersoy’un yazıp yazmadığıyla geçti. Sıkılmak üzereyken fark ettim ki aslında televizyonlarda esoterik, entelektüel derinliği olan, nitelikli tartışmaları özlemişim.
Ne yalan söyleyeyim, Yalçın Küçük’ün programlarını sık sık izliyorum ama Doğu Perinçek’i televizyonda düzenli olarak takip etmedim pek. Küçük sözlerini paketlemeyi iyi bildiği için ilgi çekiyor. Perinçek’e karşı bir şekilde önyargılıyım, bana hep eski söylemleri tekrar ediyormuş gibi geliyor.
Bir de tabii medya çağının çocuğuyum ben: Ülke yönetmeye talip adayların karizmasına, uzun boyuna, yakışıklılığına, ses tonuna, kıyafetine kolaylıkla aldanabiliyorum. Ta ki ABD’de Bernie Sanders’ın kazandığı ivmeyi görene kadar.
Sanders, medya çağının dayattığı bütün ezberleri bozarak, sadece söylemiyle, genç kuşaklar arasında bir yıldız gibi parladı. Belki Demokrat Parti adaylığını alamayacak ama medyanın bütün beklentilerine karşılık veren Hillary Clinton’ı zorlaması bile başlı başına bir başarı, bir değişimin, gelecekte olabileceklerin habercisi.
O akşam Ulusal Kanal’ı izlerken acaba Doğu Perinçek’ten bir Bernie Sanders çıkar mı diye de düşündüm... Bütün önyargılarımızdan sıyrıldığımızda aslında “eski” denebilecek Perinçek epey “yeni” bir lider olarak parlayabilir.
Onun yıllardır savunduğu sosyalizmin biraz evrilmiş hali bugün başta Amerika olmak üzere dünyada kabul görmeye başladı. Batı devletleri bile artık üretimin ön planda olduğu ekonominin öneminden bahsediyor, mesela.
Tıpkı Sanders gibi Perinçek de ücretsiz eğitim ve sağlık hizmetlerinden, gelir dağılımın adil olmasından yana, bu yönde politikaları var. Dahası Sanders gibi Perinçek de 68’li, hatta 68’in lideri ve mücadele onun için yeni değil, bir yaşam biçimi.
Ama bir Doğu Perinçek ABD’de Bernie Sanders’ın yarattığı rüzgarı Türkiye’de estiremiyor. Perinçek ve Vatan Partisi’nin genç takipçileri var, başta Türk Gençlik Birliği, ama bunu kitlesel bir gençlik hareketi olarak yorumlamak zor.
Bunun bir nedeni Doğu Perinçek’in mesajlarının baskın ulusalcı ve anti-Amerikan söylemleri altında ezilmesi olabilir mi? O geceki programda da bir süre sonra konu ABD’nin Türkiye üzerindeki planlarına geldi.
Boşuna ABD seyahati demiyorum işte; Türkiye’nin ulusalcılarında yaygın bir Amerikan paranoyası var. Bu ülkenin tek bir merkezden yönetilip masa başında belli kararlar alındığına körü körüne inanıyorlar. Bu söylem bana biraz eski dünyanın ezberi gibi geliyor, dahası daha önemli mesajları da gölgeliyor.
Düşündükçe şu benim fantezi seyahatimi acaba gerçekten hayata geçirsem mi, Doğu Perinçek gerçekten Amerika’ya gelse ve hiç değilse Bernie Sanders’ın kampanyasını incelese diye iyice aklıma yattı. Bunu sormak için değil, ama kafama takılan başka konuları konuşmak için Doğu Perinçek’i aradım. En başta da neden Türkiye’de her kesimden gençleri peşine takıp Sanders gibi bir rüzgar yakalayamadığından. Zira birçok söylemi benzeşiyor.
Doğu Perinçek için en öncelikli mesele Türkiye’nin bölünmez bütünlüğü ve Kemalizm. Bunlar kırmızı çizgileri. Ama bu katı söylem mesela Gezi gençliğinin bir bölümünün Perinçek ve hareketine mesafeli yaklaşmasına neden oluyor. O ise kısa zaman içinde Kemalizm’in ne kadar gerekli olduğunun herkes tarafından kabul edileceğine inanıyor.
Son olarak Amerika’ya gelip gelmediğini sordum. Dünyanın hemen hemen bütün ülkelerine gitmiş, ama ABD’ye yolu düşmemiş.
“Artık sizi ziyarete geleceğiz” dedi espri olarak. Yoksa bu yaz sahiden yola çıkar mıyız?

Perinçekler hakkında öğrendiklerim


Şule Perinçek liseyi Amerika’da okumuş, tam da 68’deki gençlik protestolarına denk gelen zamanda. O da doğal olarak gençlik hareketlerinden nasibini almış, Vietnam Savaşı’na karşı protestolara katılmış.

Doğu ve Şule Perinçek çifti kendilerini Amerikan düşmanı olarak tanımlamıyorlar.


Doğu Perinçek hapisteyken Amerika’daki Türk dernekleri Şule Perinçek’i baş konuşmacı olarak davet etmiş. “Duygusal bir konuşma yapmadım, buna rağmen gözyaşlarını tutamadı dinleyenler” dedi telefonda.
Perinçekler her yıl fırsat bulurlarsa üç hafta ortadan kayboluyorlar. Ege’de telefonların çekmediği, saate bakmadıkları bir köye gidiyorlar. Doğu Perinçek günde üç-saat yüzenlerden... Dışarıdaki hayattan kopup kendilerini yeniliyorlar.
Ne Şule ne de Doğu Perinçek kendisini Amerikan düşmanı olarak tanımlıyor. Sadece Amerika’nın Türkiye’nin içişlerine müdahale etmesinden rahatsızlar. Doğu Perinçek birkaç seneye kadar başka ülkelerle güçlü ittifak kurularak Türkiye’nin üzerindeki Amerikan etkisinin azalacağını, ilişkilerin daha denk bir boyuta geleceğine inanıyor.
Vatan Partisi’nin Amerika’nın çeşitli şehirlerinde örgütlenmeleri var, ancak Doğu Perinçek’e Washington’dan herhangi bir resmi davet gelmediği için hiç gitmemiş. “Turist olarak gidecek durumum yok” diyor.
Doğu Perinçek yıllar önce Ertuğrul Kürkçü’yle kavga ettiği “32.Gün” programını iyi hatırlamıyor. Normalde hep çok sakin biri olduğunu, ama daha yayın başlamadan bir gerginlik sezdiğini söylüyor. Hatta yayın öncesi Mehmet Ali Birand’ı da uyarmış. O dönem herkes birbirine karşı çok doluymuş, o da biraz bunun tuzağına düşmüş. Yine de programda o kavga anı dışında söylediği pek çok şeyin, mesela ABD’nin Kuzey Irak’ta tampon devlet kurma fikrinin, bugün gerçekleştiğini belirtiyor.

Tuba Ünsal nasıl güzelleşti


Tuba Ünsal’ı 15 yıldan beri tanıyorum herhalde. Geçen hafta önce Soho House’ta gördüğümde inanamadım gözlerime, çünkü tersine büyüme diye bir şey varsa bunun canlı örneği o olmalı. Onu gören 15 yıldır tanıdığımı bırakın, onun iki çocuklu bir anne olduğuna inanmaz.

Annelik Tuba Ünsal’a çok yakışıyor.


İçimde hinlik var, hemen sordum: Yüzüne ne yaptırdın ve doktorun kim? Tuba Ünsal her zaman çok güzel bir kadındı, ama bunca sene sonra ilk onu tanıdığımızdan bile daha güzel olacağını mantığım almıyor.
Hiçbir şey yaptırmamış, yüzünü hiç elletmemiş. Yalan söyleyecek hali yok...
Sabaha karşı bir gece kulübüne giderken, yolda yine gözlerimi ondan alamadım. Hem iki çocuk büyütüyor, hem sinema filmi çekiyor, hem de bu kadar güzel kalabiliyor... Üstelik her zamankinden daha güzel...
Ona hemen bir çocuk daha yapmasını söyledim.
Sırrı bana kalırsa annelik.

Bir İstanbul hatırası

Hasan Cemal’in öfkeli kızı




Elif Cemal babası Hasan Cemal’in intikamını alıyor.



Kısa süreliğine İstanbul’a gelince, deneyecek yeni mekan olarak Pozitif’in Bomonti Bira Fabrikası’nın içinde açtığı Klimanjaro’yu seçtik. Kısa özet: Dekorasyon çok kötü, yemekler çok iyi. En yakın arkadaşlarımla keyifli bir akşam geçirmeye gittik.
İstanbul’da gece hayatı küçük bir dünya, aslında herkes birbirini bir şekilde tanıyor. Nitekim bir ara masadan kalkan arkadaşımız da barda karşılaştığı başka tanıdıklarıyla kısaca sohbet etti.
İçlerinden biri Pozitif’te çalışan Elif Cemal’di; gazeteci Hasan Cemal’in kızı. Benim yakın arkadaşıma, benimle aynı masada oturan tanıdığına gidip “Sen Oray Eğin’le aynı masada oturmaya utanmıyor musun” diye çıkıştı o akşam.
Peki sizce niye böyle nefret dolu ve terbiyesizce bir şey yaptı?
Yıllar içinde babasının bütün yanlışlarını yüzüne vurduğum, Hasan Abi diye tapınmadığım ve Türkiye’ye verdiği bütün zararları teker teker hatırlattığım için tabii ki.
Üstelik Elif Cemal bir Pozitif çalışanı olarak kurumu da temsil ediyor. Demek ki Pozitif çalışanlarının kişisel hesaplaşmalarına izin verecek kadar profesyonellikten uzak bir kurum olmuş, yazık...

Elif Cemal babası Hasan Cemal’in intikamını alıyor.


Elif Cemal’e tek bir yanıtım vardı. Yemeğimiz bittikten sonra arkadaşım Ezgi Başaran’dan numarasını alıp şu mesajı attım: “Sen asıl babanın Hasan Cemal olmasından utanmıyor musun?”

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.