Perşembe günü Beyaz Saray bahçesinde çekilen bir fotoğraf ABD’nin ruh halinin özeti. Herkesin yüzünden okunan bin parça. Üniversite kampüslerinden kent meydanlarına, sosyal medyadan radyo programlarına kadar seçim yenilgisinin yarattığı hayal kırıklığı kendini öfke ve sorgulamaya bıraktı. Gençler kabullenmiyor ve haklı olarak öfkeliler. Ve herkes hâlâ kırgın... Birisi New York’u 11 Eylül’den beri bu kadar hüzünlü görmediğini söylüyordu geçenlerde.
Leonard Cohen’in dediği gibi: Herkeste babası ya da köpeği ölmüş gibi bir kırık his var.
Asıl tehlike dört senelik Trump başkanlığı değil. Ama onun önderliğinde önümüzdeki 50 yılın nasıl şekilleneceği. Atanacak yargıçlar, çıkacak kanunlar, sosyal haklar, küresel ısınma ve yükselen ırkçılık...

Obama’nın seçim sonrası konuşmasını dinleyen Beyaz Saray ekibinin yüz ifadesi ABD’nin ruh halini yansıtıyor. Obama’nın seçim sonrası konuşmasını dinleyen Beyaz Saray ekibinin yüz ifadesi ABD’nin ruh halini yansıtıyor.


Barack Obama bir ütopyanın gerçekleşmesiydi ABD için. Siyahlara oy verme hakkının 1965’te yakın bir tarihte yasalaştığı bir ülkede 2008’de nihayet bir siyah başkan adayı olabildi ve kazandı. Sadece siyahların değil, her türlü azınlığın da kendisini ifade etme şansıydı. Ve son sekiz senede müthiş ilerici bir başkan olarak adeta devrim yaptı Obama: Sadece sağlık sigortası değil, kaçak göçmenlerin yasal statüye kavuşmasına yönelik adımlardan evlilik eşitliğini desteklemesine, çevre politikalarındaki düzenlemelere kadar.
Sokağın dilini anlayan, gençlere hitap eden, esprili, zeki bir Başkan’dı Obama. Michelle Obama ise eşi benzeri görülmemiş bir popülerliğe sahip, herkesin kalbinde yer edindi. Çünkü kendileri gibi oldular hep, samimi kaldılar. İkisi de kendilerinin aleyhinde işleyen bir sistemin içinden çıkıp yükselerek bulundukları yerlere geldi. Çete savaşları, silah sesleri arasında 90’lı yıllarda büyüyen Kendrick Lamar gibi bir rap’çi Obamalar sayesinde Beyaz Saray’ı ziyaret edebildi. Chicago’nun varoşlarında yetişen ve gençlerin birbirini öldürmemeleri için mücadele eden Chance the Rapper ve ilk aşık olduğu kişinin bir erkek olduğunu açıklayan müzisyen Frank Ocean, İtalyan Başbakanı onuruna verilen resmi yemeğe Obamalar sayesinde davet edilebildi.

LeBron James ve Michelle Obama cansız manken fenomenine dahil oldu. LeBron James ve Michelle Obama cansız manken fenomenine dahil oldu.


Bu jestler sembolik, ama anlamlı. Trump’la birlikte bu kapılar kapanacak.
Ülkenin neresinde doğarlarsa doğsunlar anne ya da babaların siyah erkek çocuklarıyla yaptıkları gelenek halini alan bir konuşma var: Polis karşısında nasıl davranmaları gerektiğine dair. Hiçbirimiz anne-babamızdan böyle bir ders almadık değil mi? Oğullarına sorulan her soruya yanıt vermelerini, itiraz etmemelerini, işbirliği yapmalarını tembihliyor siyah aileler. Çünkü biliyorlar ki bu siyah erkek çocuklar mutlaka hayatlarının bir noktasında polisle yüz yüze gelecek ve en ufak bir yanlış anlamada bedelini hayatlarıyla ödeyecekler.
Obama’nın başkanlığı döneminde siyahların bu makus talihi değişmedi; hatta öldürülen siyah gençler her zamankinden daha fazla haber oldu çünkü akıllı telefonlar bu polis cinayetlerini kaydetti.
Ama ‘umut’ sloganıyla iktidara gelen Obama bir şeylerin değişebileceğine dair umuttu; 17 yaşındaki Trayvon Martin öldürüldüğünde “Benim oğlum olabilirdi” dedi.
30’lu yaşlarında iki üniversite hocasıyla konuşuyordum önceki gün, Trump’ın başkanlığından ne kadar korktuklarını anlatıyorlardı. Biz bu korkuyu içinde yaşamadığımız sürece anlayamayız, ama onların bu dünyada yetiştirdikleri siyah çocukları var ve yükselen ırkçılıktan, daha bir-iki gün olmasına rağmen Trump seçmeninin İnternet’te hızla yayılan nefret dilinden endişeliler. Kendi çocukları öldürüldüğünde Beyaz Saray’da “Benim oğlum olabilirdi” diyecek birini bir daha bulamayacak olan insanların yalnızlığı bu endişe. Obama çok fazla adım atmasa da sadece sembol olarak önemliydi; Trump ise onun sembolik olarak inşa ettiği her şeyi yıkma vaadiyle geldi. Nasıl korkulmaz?
Sokaklarda itiraz eden gençleri gördükçe hemen Twitter başına geçip “Çok haksız” diye gösterileri eleştirdi Trump. Çünkü bu itirazın altında yatan korkuları anlamıyor; dünyayı içine doğduğu ayrıcalıklardan ibaret zannediyor ve yaklaşan tehlike hiçbir zaman kendisini ve onun türünü vurmayacağı için de empati kurması imkansız.
2009 yılında dünyanın dibe vurduğunu düşünüp, bundan daha kötüsünü herhalde görmeyiz dediğimiz zamanlarda Leonard Cohen’i dinlemiştim Amsterdam’da. ABD kaynaklı ekonomik krizin etkileri sürüyor, dünyada pek çok kişi evini, ailesini, işini kaybetmiş, hayatını yeniden kurmaya çalışıyordu.
“Sevgili dostlar, burada size çalıyor olmaktan dolayı minnettarız,” diye söze girdi. “Dünyanın pek çok yeri karanlık ve kaos içindeyken böyle anlarda buluşmamız hepimiz için bir ayrıcalık.”
“Her şeyde bir çatlak var / Işık da böyle sızar” dediği ‘marşını’ söyledi sonra, biraz da olsa içimde umut ışığı yakmak için.
9 Kasım’da Trump seçildi, 10 Kasım’da Leonard Cohen hayata veda etti. Bizi karanlık, karamsar bir dünyayla baş başa bıraktı.
Son şarkısında Tanrı’ya “Hineni” (Buradayım) diye seslenmiş ve ölüme hazır olduğunu söylemişti. Oluşan çatlaklardan ışığın sızması giderek zorlaşıyor.

“New York Trump’ı desteklemiyor” son günlerde artan protestolardaki sloganlardan biri. “New York Trump’ı desteklemiyor” son günlerde artan protestolardaki sloganlardan biri.

2016’nın sanat olayı


Yaklaşık 10 sene önce bir Şubat gününde New York’taki Grand Central tren istasyonunda aniden onlarca kişi oldukları yerde dondu kaldı. Bir-iki kişi derken yavaş yavaş sayıları arttı, trenlerine yürümekte olan yolcular da ne olduğunu anlamadan şaşkınlıkla onlara bakakaldı. Uzaylı istilası mı?
Cin mi çarptı? Neden onlarca insan istasyonun tam ortasında cansız manken gibi duruyordu?
New York merkezli Improv Every-where isimli grubun ‘eylemlerinden’ biriydi Donmuş Grand Central. Grup, artık gelenekselleşen pantolonsuz metro yolculuğu gibi pek sürprizli eylemin mucidi.
Filmi 26 Ekim 2016’ya saralım. Florida’nın Jacksonville şehrindeki lise öğrencileri Twitter’a kendilerinin cansız mankenler gibi durduğu bir video yüklediler ve bir hafta içinde adını sanını kimsenin bilmediği bu gençlerin video’su 4400 RT ve 4100 like aldı; yüzbinlerce kere izlendi. Birkaç gün sonra #mannequinchallenge etiketiyle bütün ABD’yi saran bir sosyal medya fenomenine dönüştü.
Bütün ABD derken abartmıyorum. Seçim günü Hillary Clinton’ın uçağında bütün kampanya ekibi, Bill Clinton ve Jon Bon Jovi’nin içinde olduğu kendi versiyonlarını çekti.
Birkaç gün önce Cleveland Cavaliers oyuncuları Beyaz Saray’ı ziyaret edip Michelle Obama ve LeBron James’li bir video yayınladılar. Beyonce’den NY Giants soyunma odasına kadar yayıldı hareket... Talk-show yıldızı James Corden’ın üç dakikalık videosu kuliste program ekibiyle başlayıp stüdyodaki seyircilere kadar uzanıyor. Basketbolcu Steph Curry ve eşi Ayesha yemek yedikleri restorandaki müşterileri, barmenleri, garsonları, mutfak ekibini dondurdular.
Fenomen bize ucundan yansıdı; Milli Takım oyuncusu Emre Mor da Twitter’dan kendi evinde çektiği bir versiyonunu paylaştı.
Videonun formülü belli: Bir grup insan cansız manken gibi duruyor; ne kadar karmaşık ve zor bir anda donuk kalırsa video o kadar ilginç tabii. Kamera da onların arasından yürüyor. Bu tarz muazzam yaratıcı bir hikaye anlatma biçimi olarak kullanıldığı gibi aynı zamanda çok çarpıcı bir sanat formu bana kalırsa. İlk kez bir İnternet fenomeninden gözümü alamıyorum.
Video’ların fonunda hemen her zaman Rae Smemurd’un “Black Beatle” şarkısı çalıyor. Grup bu şarkıyla Billboard’un 1 numarasına yükseldiği gibi canlı performans esnasında da koca bir salondaki izleyicileri ve sahnedekileri dondurdu.
Şu ana kadar gördüğüm en çarpıcı uygulamayla Simone Shepherd’ın siyahlara yönelik polis vahşetini konu aldığı kısa filmi. Bu sefer cansız mankenler arasında 17 yaşında yolda yürürken ırkçı bir kurşunun canını aldığı ve katilinin de serbest kaldığı Trayvon Martin de var. İnsanın kanı donuyor izlerken.

Gazeteci Metin Münir. Gazeteci Metin Münir.

Tek bir satır


Bazen bir yazı okur donup kalırsınız, eliniz ayağınız birbirine dolanır ya...
Önceki gün Metin Münir’in gazeteci Mete Akyol’un ardından yazdığı yazıda aynen böyle hissettim. Bir süre ekrana bakakaldım. “Toprağın bol olsun Mete. Öldün. Kurtuldun. Darısı başımıza.”
Evet, hepimiz kötü günlerden geçiyoruz. Ama Metin Münir’den ‘kurtulmaya’ henüz hazır değiliz.

Posta, Clinton’ı Başkan ilan edip suçu taşra oylarına bağladı. Posta, Clinton’ı Başkan ilan edip suçu taşra oylarına bağladı.


Ayıp değil mi?

Clinton postası


Öyle kolay geçiştirilecek gibi değil Posta’nın Hillary Clinton’ı başkan ilan ettiği birinci sayfası. Hem gülünç, hem de utanç verici. Türkiye’de gazetelerin baskıya girdiği saatlerde ABD seçim sonuçları belli değildi, bu durumda haber atlanmasını da kimse eleştirmez. Dahası gazetelerin artık böyle bir haberi anında vermek gibi bir misyonu da yok; kimin başkan olduğunu gazete basılmadan herkes çoktan öğrenmiş olacak.
Basılı kağıdın yapması gereken rutin haberin dışına çıkıp, ertesi gün geniş kapsamlı bir haber vermek. Bu vizyon ve derinlik Haydar Dümen’in yazdığı, otomobil yazarından Ankara temsilcisi yaratan Posta’da nerede.
Posta ertesi gün özür dilemiş. Güya haber atlatma telaşıymış... Bir de taşradan gelen oyları beklememişler. ABD seçim sistemini bilmedikleri ortada, kaldı ki hangi taşradan bahsediyorsun? Posta okurunun bile zekasıyla bu kadar hakaret edilmemeli.
Dedim ya, hem gülünç hem utanç verici.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.