Fatih Terim’i 20 yıldır yakından takip ediyorum ve hayatımıza teknik direktör olarak girdiği ilk günden itibaren düşeceği günü merakla bekliyorum. Galatasaray’ı başarıdan başarıya koştururken bile takıntılı bir şekilde aleyhinde yazıyordum; tabelada ne yazarsa yazsın hiçbir skor beni Fatih Terim’in başarılı bir teknik adam olduğunu düşündürtmeye ikna edemiyordu.
Nitekim, kısa süre çalıştırdığı Milan’daki oyunculardan Andrea Pirlo, kitabında Terim’in taktik bilgisi olmadığını anlamalarının çok uzun sürmediğini yazdı ve yıllardır düşündüklerimi teyit etti.
Zamanında Türk futbol dünyasında kahverengi ayakkabı-siyah pantolon kombinasyonuyla kendince bir akım yaratan Terim’in kostümleri de İtalyanlar tarafından dalga unsuru olmuş. “John Travolta gibi garip, cafcaflı ve renkli kıyafetler giyerken görüyorduk” diye yazıyor Pirlo.

FOTO:İHA FOTO:İHA


Ben Terim’in sözlerini televizyon programlarından, belgesellerde, söyleşişlerde takip ederken bu adamın bir dolu laf kalabalığı arasında pek bir şey söylemediğini, hatta pek bir şey bilmediğini hissediyordum. Eksikliğini kibir, ego ve üslupla kapatıyordu ve dişlerini sıkarak, elini burnuna dokundurup gözlerini oynatarak konuşması pek çok kişiyi hem sindiriyor, hem de ikna ediyordu.
Pirlo’nun yazdığına göre Terim’in boş konuşmaları soyunma odasında da anlaşılmıyormuş. “Terim eline bir tebeşir alıp taktik tahtasına 11 daire çizerdi. Tahtadaki her daire sahaya çıkacak bir oyuncuyu temsil ederdi. Ancak konuşmanın ortasında taktik tahtası çizdiği oklardan ve karalamalardan öyle bir hale gelirdi ki; hangi dairenin kimi işaret ettiğini anlamak imkansızlaşırdı.” Terim’i bir-iki kere televizyonda izlediyseniz bu sahneyi kolaylıkla gözünüzde canlandırabilirsiniz.
Terim’in Milan macerası çok kısa sürdü, hatta utanç verici bir sonla kovuldu: İstanbul’da ‘takımdaşlık’ ve liderlik üzerine konuşma yaparken Milan da kontratını feshediyordu.
Batı futbol dünyasının bu denli dalga geçtiği ve içinde barındırmadığı bir teknik adam nasıl oluyor da Türk futbol tarihinin kulüp bazında en büyük başarısına imza atabiliyor peki?
Çünkü onu sadece biz anlıyoruz da ondan. Bir Batılının asla tahayyül edemeyeceği eksiklikleriyle, sadece Türkiye topraklarına özgü ve hiçbir sistematik açıklaması olmayan yöntemlerle başarıya ulaştı Terim. Türkçe düşünerek, Türkçe öfkelenerek, Türkçe hırslanarak.
Fatih Terim’in bütün başarısı futbolcular üzerinde korku iklimi yaratmak oldu.
Başarıdan başarıya koştuğu yıllarda Galatasaray’ın yaşadığı mali krizden dolayı futbolcular para alamıyordu, dolayısıyla işlerinde motive olmaları da mümkün değildi. Terim ise motivasyonu onları korkutarak, yer yer küfrederek, hatta kimi zaman futbolcularına (yıllar önce bir maçta kırmızı kart gören Emre’ye yaptığı gibi) fiziki şiddet uygulayarak başardı.
Kendisine dokunulmazlık zırhı katmak için sırtını dönemin karanlık ve güçlü figürlerine, mesela Mehmet Ağar’a dayadı. Onun yönetimi altındaki futbolcular Korkut Eken’e, Sedat Peker’e abi deyip Peker’in hediye kol saatlerini taktılar. İçi boş, ama arkası sağlam. Halbuki Buse Terim ne kadar stil guru’suysa Fatih Terim de o kadar teknik adam.
Aslında Türkiye’de hemen her alanda işlerin nasıl yürüdüğünün yansımasıydı Terim. “Yapın ulan” diye emredenlere karşı “Yaparız abi” diyenlerin ülkesi; planlama, programlama, sistem ve detaylı düşünme pek önemli değil.
İstanbul’daki Zorlu Alışveriş Merkezi’ne her gittiğimde bu mimari facianın nasıl inşa edildiğine şaşkınlık içinde bakıyorum. Sonra bunun Türkiye’de olduğunu fark edip rahatlıyorum. Şehrin içinde olup yayaların ulaşamadığı bir proje ancak bizde yapılırdı, nitekim bu konu hiç mesele olmadığı gibi yeraltından upuzun dolambaçlı bir tünelle ulaşılan alışveriş merkezi tıkır tıkır işliyor. Bir Batı şehrinde bu sorun üzerine aylarca toplantı yapılır, sonunda da projeden vazgeçilirdi.
Bizim anladığımız, ama bir yabancıya anlatamayacağımız kendimize özgü çarpık ve yarım yamalak çözümlerle gayet güzel yaşıyoruz oysa. Metrobüsün ulaşımın geleceği olduğunun düşünüldüğü bir ülkede Fatih Terim’in de futbol dehası olduğuna inanılmasına şaşırmamak gerek. Üçüncü havalimanı da yolda.
Dahası, artık epey yüz kızartıcı olmaya başlayan başarısızlıklarından sonra tamamen unutulması gerekirken şimdi yeniden Galatasaray’ın başına geleceğine dair haberler okuyorum.
Nitelik, bilgi ve donanımın, gerektiğinde bağırıp çağırarak, korkuyla ve baskıyla iş bitirme becerisinin altında kaldığı bir kültürde buna şaşırmamak gerek. 20 yıldır Fatih Terim’in bitmesini bekliyorum ama yavaş yavaş onun bir Türkiye gerçeği olduğuna, kendisi karar vermediği sürece hayatımızdan çıkıp gitmeyeceğine ikna oluyorum. Her toplum kendi layık olduğu ve kendisinin yansıması olan figürleri yaratır.

FOTO:DHA FOTO:DHA


Asıl sorun profesörler

Böyle üniversiteye böyle diploma...


Biraz uzadı gerçi tartışma tek bir şey söylemek istiyorum: Erdoğan’ın diploması var mı, yok mu... Benim için hiç önemi yok.
Zira Türkiye’de binlerce uyduruk okuldan nasıl diploma alındığını en azından üniversiteye gitmiş insanlar biliyordur herhalde. Adım başı açılan apartman üniversiteleri, akademik literatüre katkıları sadece Ajda Pekkan konseri olan bu gecekonduları biliyorsunuz herhalde. Hadi bunlar son birkaç senenin ürünleri...
Bir de yıllanmış profesörler var... Bin yıldır televizyona çıkan, uzman diye bize sunulan, çok büyük profesör diye önlerinde ceket iliklenen. Baksanız, son 20 yılda akademik makale bile yazmamışlardır. Kimilerinin doktora tezlerinin çalıntı olduğu 50 yıldır konuşulur. Kendilerine ait bir teorileri, bir bulguları yoktur. Herhalde araştırma yapmaya vakit bulamadılar; ikinci sınıf televizyon tartışma programlarında dolanmaktan.
Ali Atıf Bir’in üniversite rektörlüğüne getirilebildiği bir akademik ortamdan bahsediyoruz.
Koray Çalışkan’ın güya Türkiye’nin en iyisi Boğaziçi Üniversitesi’nde ders verdiği.
Doğu Ergil’in, Aydın Ayaydın’ın önde gelen akademisyen diye dolandığı bir yüksek öğretim sistemi var Türkiye’nin.
Sanki üniversitelerimiz çok matah da diplomayı tartışıyoruz.
Böyle bir ortamda hayatında kitap açmamış Tayyip Erdoğan’ın diplomasını tartışmanın ne anlamı var? Yüzde yüz gerçektir.

Acun’un Miami’deki malikanesi

Yoksa sahibi Reza mı?


Geçen hafta Türklerin Miami’deki emlak yatırımlarını inceleyen bir yazı dizisi yayımlamıştım. Miami’deki araştırmalarım esnasında Acun LLC adlı bir şirket üzerine 6.5 milyon dolara alınmış bir malikane karşıma çıkmıştı. Tapu kayıtlarında şirketin sahibi Acun LLC, yetkilisi de Levent Bozkurt isimli bir şahıs olarak görünüyordu.
Miami’de başka gayrimenkulleri de bulunan Acun Ilıcalı’dan başkasına ait olduğunu düşünmek mümkün değildi bu evin.
Nitekim, daha sonradan yaptığım detaylı bir incelemede Acun LLC’de Acun Ilıcalı’nın da isminin göründüğü ek bir belgeye ulaştım. Böylece 6.02 milyon dolarlık malikanenin Ilıcalı tarafından satın alındığı da ortaya çıktı. Kendi sinema salonu, iskelesi, havuzu, dev bir mutfağı olan oturmaya hazır evin sahibi Acun Ilıcalı ve şirket 1920 E Hallandale Beach Blvd. Ph #6 Hallandale Beach, FL adresine kayıtlı.

Acun Ilıcalı 6.2 milyon dolarlık evini kurduğu şirket üzerine aldı, evi satın alan kişi Levent Bozkurt gözüküyor. Acun Ilıcalı 6.2 milyon dolarlık evini kurduğu şirket üzerine aldı, evi satın alan kişi Levent Bozkurt gözüküyor.


Haberin yayımlanmasıyla birlikte bazı okurlardan ve medyadan kimi sorular almaya başladım. Bu vesileyle yanıtlayayım.
Amerika’daki savcılık soruşturmasında Reza Zarrab’la yakın ilişkisi ortaya çıkan Acun Ilıcalı’nın bu evi çaktırmadan Reza için mi aldığı sorulardan biriydi.
Buna pek ihtimal vermiyorum çünkü tarihler birbirini tutmuyor. Reza Zarrab’ın tutuklanma tarihi 21 Mart. Acun LLC’nin kurulması ise mayıs ortası, evin satışı ise haziran başı. Dolayısıyla bu komplo teorileri doğru değil.
İkinci bir soru da boşanma aşamasında olduğu iddia edilen Acun Ilıcalı’nın eşi Zeynep Ilıcalı’nın bu evden haberinin olup olmadığı. Acun Ilıcalı eskiden Miami’de 7601 E. Treasure Dr. adresine kayıtlı bir evi daha satın alıp bunu da Alza Corporation adına kaydettirmişti. Bu şirketin yetkilileri arasında Zeynep Ilıcalı’nın da adı görünüyor ancak şirket şu anda aktif değil. Yeni evde ise Zeynep Ilıcalı’nın adı geçmiyor. Sanırım malvarlıklarını paylaşmayı kendi aralarında bir şekilde hallederler.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.