Başkan Obama dışarıdan çok güçlü görünse de aslında eli kolu bağlı bir lider. Başkan Obama dışarıdan çok güçlü görünse de aslında eli kolu bağlı bir lider.


Dışarıdan bakıldığı zaman ABD Başkanı dünyanın en güçlü figürü, dediği dedik, mutlak yetkilere sahip bir figür gibi görünüyor olmalı. Beyaz Saray ve en fazla sekiz yıl oturan sakininin özgür dünyanın lideri olarak sunulması biraz bunun altyapısı herhalde. Oysa Amerikan Başkanı pazarlandığından ve algılandığından çok daha güçsüz, eli kolu bağlı bir figür.
Bizim fiili Başkan’a kıyaslandığında bir zavallı bile denebilir.
ABD’de son yıllarda giderek artan silah şiddetine durmaksızın siyah gençlerin hayatına mal oluyor. Ama dünyayı yöneten Başkan Obama’nın gücü bir türlü silah lobisini yıkmaya, anayasanın iki numaralı ek maddesini değiştirip silah edinme hakkında kısıtlamalar getirmeye yetmiyor. Bugün süresi dolmuş kimlik kartınızla kolaylıkla ABD’de pek çok eyaletten bir tüfek alabilirsiniz.
Aynı Başkan Obama seçim öncesinde verdiği Guantanamo’yu kapatma sözünü de bir türlü tutamıyor, çünkü eli kolu bağlı. Her seferinde Guantanamo’nun bir insanlık ayıbı olduğunu söylüyor, bu konuda 12 kere konuşmuştur herhalde ama başkanlığının sonuna geliyor ve hâlâ sözünü tutamadı.
Dünyanın en eskisi olma özelliğini koruyan Amerikan Anayasası’nda ülkenin kurucuların Başkan’ı kasten yetkileri kısıtlı, pek çok kuruma hesap vermekle yükümlü bir figür olarak tasarlamıştır. Unutmamak gerekir ki ABD, bir ideal uğruna, İngiltere’deki baskıcı monarşiden kaçıp özgür kalmak isteyenlerin farklı bir rejim özlemiyle kurulan bir ülkedir. Liderin totaliter bir figüre dönüşmesinin tedbiri çok önceden alınmıştır. Dünyanın başına gelen en büyük felaket George W. Bush bile sekiz senenin sonunda tıpış tıpış evine dönmek zorunda kalmıştır; mutlak güç ABD’de yoktur.
Sistem yer yer ülkenin aleyhine de işleyebilir. Mesela Obama kendi başkanlık yetkilerini kullanıp Kongre onayını by-pass ederek bir dizi reform girişiminde bulunduğunda Cumhuriyetçiler ayağa kalkıp engellemek için ellerinden ne geliyorsa yaptı. ABD’nin en büyük sorunlarından kaçak göçmenlerin yasal statüye kavuşturulma girişimi buna örnek.
Obama’nın Amerika’nın en yüksek mahkemesi Supreme Court’ta ataması da Senato tarafından bloke ediliyor; çoğunluğu elinde bulunduran Cumhuriyetçiler yeni seçimlere kadar Obama’nın adayı Merrick Garland’ı onaylamıyor. Kağıt üzerinde mahkeme üyelerini Başkan atar, yazmasına rağmen...
ABD modelini uygulamaya çalışan küçük ülkeler daha çok filmlerde gördükleri karizmatik başkan figürünün gerçek olduğunu sanıp imaja aldanıyor.
Doğrusu, ABD tipi başkanlığa destek vereceğini söyleyen Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı Binalı Yıldırım’ın “Biz Türk tipi istiyorduk, ama buna da olur” diye yanıt vermesi bu yanılsamanın ürünü. Kılıçdaroğlu’nun Amerikan Anayasası’nın detaylarını ne derece bildiğine emin değilim. Binali Yıldırım’ın hiç bilmediği ise ortada. Dahası doğru yorumlandığında ABD başkanlığı toptan bir sistemin baştan aşağı değişmesi anlamına geliyor. Öte yandan, başkanlık belki de ABD’nin dünyaya en tehlikeli ithal malzemesi. Başka hiçbir yerde ABD’de durduğu gibi durmuyor, küçük diktatörler yaratıyor nüanslarından arındırılmış bu model.
Sistemin denetlendiği, kontrol mekanizmalarının çoğaltıldığı ama özgürlüklerin de arttığı bir 27 Mayıs devriminin anayasası zamanında Türklere ‘bol’ gelmişti. Ama Türklerin çoğunluğunun yatkın olduğu şu anda yaşadığımız fiili durumdan farksız: Dediğim dedik bir otoriter Başkan Baba. Yüzde 58’in eşcinsel, yüzde 42’nin Yahudi komşu istemediği bir ülkede hangi demokrasi ve özgürlükten bahsedebilirsiniz?
ABD Başkanlığı’na destek vermek gibi ironik yaklaşımlar ancak yaşadığımız fiili durumu legalize etmenin kapısını açar; Türklerin demokrasiye doğal bir yatkınlığı olmadığı gibi ironinin de bu ülkede yanlış anlaşıldığı tecrübeyle sabit.
Zeka sınırlarını zorlayan bir milletvekili daha önce Erdoğan’ın diploma tartışmalarına yönelik “O zaman üniversite şartını kaldıralım” diye kanun değişikliği önermiş, kendince ironi yapmıştı. ABD Başkanlığı önerisi de muhalefetin işten çok ironi yapmasının yeni perdesi. Türkiye’yi yönetmeye talip olanların kötü esprisi anlayışına bu kadar yatırım yapıp, gerçek bir alternatif oluşturma yeteneklerinin olmamasından daha büyük bir ironi yok halbuki.

Sibel Baykam kentli kadın romancı açığını dolduruyor. Sibel Baykam kentli kadın romancı açığını dolduruyor.


Bu yazın kitabı

Kentli kadın kendini gösteriyor


Yıllardır çeşitli dergiler yöneten, sanat üzerine makaleler yazan, röportajlara, haberlere imza atan başarılı meslektaşım Sibel Baykam bunca yıllık yazı tecrübesine rağmen ilk kez bu yaz kitap yazdı. Üstelik çok da başarılı bir romanla karşımıza çıktı: “Kendi Yaşamın Gibi Buyur Çekinme.” Soyadından da anlaşılacağı gibi Sibel Baykam’dan bahsederken eşi Bedri Baykam’ı es geçmek imkansız. Nitekim bir uçak yolculuğunda eşinin “Kitap yazmadan yazar olunmaz” sözü üzerine bu işe girişmiş.
Ortaya çıkan ürüne bakıldığında Sibel Baykam’ı sadece eşiyle anmak ise iki isme de büyük haksızlık olur.
Dünyanın başarılı ve üretken sanatçı çiftleri gibi Baykamlar da kendi kulvarlarında adlarını çoktan kanıtladılar zaten. “Kendi Yaşamın Gibi Buyur Çekinme” ise Türkiye’nin yeni bir kadın romancıya kavuştuğunu müjdeliyor bize.
Bu konuda büyük bir açığın olduğunu kitabı okurken fark ettim: Epeydir bir kent romanı okumuyorduk, değil mi? Hatta kentli bağımsız ve özgür kadın neredeyse unutuldu. Kadınların bu yaz kumsallarda satır satır okuyup pek çok satırında kendilerini bulacakları, uzun uzun kafa yoracakları saptamalarla dolu.
En ilginç kısımlarından biri kahramanın sadakate bakışı. Eşinin 10 ayrı kişiyle birlikte olmasını kabul ediyor, ama bir kişiyle 10 kere birlikte olmasına itiraz ediyor. Bir kişiyle 10 kere birlikte olmak bir fantezi değil, alışkanlık demek çünkü.
Epeydir Türkiye’de Roman denince ticarileştirilmiş mistisizm, sufilik, dinsel temalar anlaşılmaya başlandı. Oysa ortada bir de kadın hikayeleri var; dinlemeye aç bir kitle epeydir açtı bu alanda. Sibel Baykam işte bu boşluğu da dolduruyor. Dahası, toplu muhafazakarlaşmaya anlattığı karakter üzerinden isyan ediyor, bağımsız kadınların da hâlâ varolduğunu kanıtlıyor.

İletişim: Bana Twitter, Facebook ve Instagram’dan ulaşabilirsiniz: @orayegin.