Arktik Bölgesi’nden merhaba...
Finlandiya’nın Lapland isimli bölgesinin başkenti olan Rovaniemi kentindeyim.
Burası ekvatorun 66 derece kuzeyinde bulunan Kutup Dairesi’ni geçebileceğiniz birkaç yerleşim yerinden biri.
Bu daire üzerindeki her noktada, yazın bazı günler 24 saat gündüz, kışın da bazı günler 24 saat gece olarak yaşanıyor.
Yılın 175 günü karlar altında olan bölge, olağanüstü doğası ve stresten uzak yaşam biçimiyle tanınıyor.
Ben ve oğlum Uzay, bir yıldır hayalini kurduğumuz bir geziyi gerçekleştirmek için buradayız. Şansımız yaver giderse, çatısı tamamen cam bir kubbe olan iglomuzdan Kuzey Işıkları’nı izlemek de mümkün olacak.
Seyahat notlarını ayrıca seyahat ekimize yazacağım ama ben size asıl ‘Finlandiya Mucizesi’ni anlatmak istiyorum.



Finlandiya, 1970’lere kadar ekonomi ve kalkınma anlamında Türkiye’yle çok benzer bir durumdaymış. Ama bugün geldikleri noktada, kişi başına düşen milli gelir bizimkinden 4 kat fazla. Herkes bu başarıda eğitimin etkisini anlatıyor. Finlandiya’nın mucizesi dünyanın en başarılı eğitim sistemine sahip olması.
Sert öğretmenler, çılgınlar gibi ders çalışılan okullar, ağır sınavlar geldiyse aklınıza çok yanıldınız! Tam tersine, Finlandiya’da uygulanan eğitim sisteminde kısa eğitim saatleri, bireyselliğe ve bağımsızlığa önem veren bir bakış açısı var. Öğrenciler eğitim programlarını kendileri tasarlıyor.
Zorunlu eğitime başlama yaşı 7. İlk altı yıl okullarda not verme zorunluluğu yok.Ödev de yok. Çünkü Fin eğitim sisteminde ders okulda öğreniliyor.
Öğretmenlik ülkedeki en saygın mesleklerden biri. Eğitimcilerin tümü en az üniversite mezunu ve çoğunun yüksek lisansı var. Üstelik ülkede en yüksek maaş alan meslek grupları arasındalar.


Öğretmenler yaşam boyu mesleki eğitimlerine devam ediyor ama hiçbirinin ‘performans’ odaklı işten atılma korkusu yok. Çünkü Fin eğitim sisteminde ‘rekabet’ değil ‘motivasyon’ temel kavram.
Aynı durum çocuklar, yani öğrenciler için de geçerli. Öğrenmek hiçbir biçimde bir yarış değil. Çocuklar özellikleri ne olursa olsun aynı sınıflarda okuyor.
Okullarda spor çok önemli bir etkinlik ancak hiçbir spor dalının takımı yok! Çünkü sistem ‘kazanmak – kaybetmek’ üzerine değil, yaşamak ve öğrenmek üzerine kurulu.
Ülkede özel okul yok, dershaneler ve özel dersler de yok! Çocuklarını okula taşıyan, her akşam ders çalışıp ödev yapsınlar diye başlarında oturan veliler de yok. Çocuklar okula yürüyerek ya da bisikletle gidiyor.
Okullarda hizmetli diye biri de yok. Temizlik dahil okulun tüm işleri öğrenciler ve öğretmenler tarafından ortaklaşa yapılıyor. Elbette okullar da bu uygulamaya göre tasarlanmış. Çocuklar dünyanın bu en soğuk ülkesinde okula geldiklerinde ayakkabılarını çıkarıp tüm gün çorapla ders yapıyor.
Pozitif bilimler kadar zanaat ve el becerileri de eğitimin önemli bir parçası. Bu atölyelerde görülmüş ki kızlar çok iyi marangozluk yapıyor, erkekler de harika kurabiye pişiriyor.
Okullarda kantin yok, eğitimin kendisi gibi yemekler de devlet tarafından karşılanıyor ve öğretmenlerle öğrenciler beraber yemek yiyor.
Masal gibi değil mi? Ama hepsi gerçek.


Bugün ‘Avrupa’nın Japonya’sı’ olarak tanımlanan, dünyada 21. yüzyılın en ileri modellerinden birini üstelik fakir bir tarım ülkesiyken yaratan Finlandiya işte böyle başarmış.
Ülkede bu eşi benzeri olmayan eğitim modelinin yanı sıra üç faktör daha var başarıyı getiren: Kadınların işgücüne katılımı, yeni teknolojileri benimsemek ve güven kültürü.
Bu üç alanda bizim memleketin halini söylemeye gerek var mı? Her gün sokaklarında kadınların katledildiği, teknolojiyi internette porno seyretmekten ibaret sandığımız bu ülkede güven kültüründen hiç bahsetmeyelim bile zaten!

Bulunduğumuz yer, yani Finlandiya, demokrasi anlamında dünyanın en ileri ülkelerinden biri.
Bizdeki gibi ‘çakma ve altın varaklı’ bir demokrasi değil bu! Dünyadaki tüm uluslararası saygın örgütlerin sıralamasında Finlandiya ifade ve basın özgürlüğünde açık ara hep birinci sırada.
Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’ndeki 180 ülke arasında lider Finlandiya. Aynı endekste Türkiye ise 154. sırada bulunuyor!
Finlandiya gibi 5 milyon nüfuslu bir ülkede, 3 milyon 200 bin kişi günlük gazete okuyor. Hatta insanların günlük yaşanan olaylardan haberdar olabilmesi için akşamları çıkan gazeteler bile var.
77 milyon nüfusa sahip Türkiye’de ise toplam günlük gazete tirajı 5 milyon 200 bin, yani bizde bin kişiye altı gazete düşüyor.

Son olarak yine burada öğrendiğim Finlandiya’ya özgü bir uygulamayı anlatayım: ‘Aitiyspakkaus’ yani ‘Annelik Bohçası’.
Bebek bekleyen tüm anne adaylarına 1949 yılından itibaren devlet tarafından verilen bu pakette uyku tulumundan banyo havlusuna bir bebeğin ihtiyacı olan her şey var.
Paket, gebeliğinin dördüncü ayından önce bir jinekolog kontrolüne giden her hamile kadına veriliyor. Böylece doğacak her bebek aynı koşullarda hayata başlıyor ve her hamile kadın mutlaka bir doktor kontrolüne girmiş oluyor.
Neyse. Daha fazla yazıp moralinizi bozmayayım.
Ama bir dakika, unutmadan; geçen ekim ayında Türkiye’de Ak Saray’ı ziyaret edecek olan Finlandiya Cumhurbaşkanı gelmeden önce şöyle demişti: “Biz fakir bir ülkeydik, saray kullanmadık. Dilerim Ankara’daki sarayda kaybolmam!”