Dün kaldığımız yerden devam edelim...
Anımsayacaksınız, dünkü yazımda, ortaçağ kalıntısı bir iktidarı, “liberallik”, “ilericilik”, “solculuk” adına fütursuzca destekleyen, Türkiye’yi karanlığa götüren bu kafaya “meşruiyet” kazandıran “aydın” bozması tiplerden söz etmiş, insanların düşüncelerini “iğdiş etmekle” görevli bu muhteremleri de kendi aralarında iki cinse ayırmıştım:
-Yaptıkları ahlaksızlıklar ortaya çıkınca, zamanı geldiğinde yeni bir kapıya bağlanmak için ortadan yok olanlar yani “buharlaşanlar” ve yaptıkları onca kötülük sonrası “aldatıldık” diyerek, ellerindeki kanı temizlediğini zannedenler yani “kullanışlı aptallar!”
İlk cinsi, çarpıcı bir örnekle dün anlatmıştım... Sırada ikinci cinse dahil olan “aldatılmış” tipler var; en çarpıcı örneklerden biri tabii ki yazar Oya Baydar!.. Bu hanımefendi de yıllar sonra gerçekten acıklı bir “özeleştiri” yaparak, aldatılmışlar kervanındaki yerini aldı:
-Bir özeleştiri yapmam gerekiyorsa ki gerekiyor; demokrasiyi ilerletebilecek o maddelere evet dediğim için değil, AKP’nin gerçek yüzünü ve özünü doğru değerlendirmemiş, özellikle Erdoğan faktörünü hesaba katmamış olduğum içindir...
Hiç kimse “Yetmez ama evetçi” olduğunu, tepe tepe kullanıldığını ve de aldatıldığını bundan daha zarif bir şekilde ifade edemezdi zannımca, bravo doğrusu!.. E, tabii ne de olsa mürekkep yalamış, sözcüklerle oynamasını bilen bir yazardan söz ediyoruz, bir Roni Marqulies, Oral Çalışlar ya da İsmet Berkan’dan değil...
Ancak yine de ufak bir sorun var; yılların roman yazarı, kendi ifadesiyle sosyalist kökenli, ateist, üstelik AKP ideolojisiyle kan uyuşmazlığı olduğunu altını çizerek vurgulayan bir “aydın” ın yıllarca aldanmasını, o ideolojiye cansiperane “meşruiyet” kazandırmaya çabalamasını anlamak epey zor!.. Hele “Erdoğan faktörünü” hesaba katmadığını itiraf etmesi, “siz her yanından sahtecilik akan o Erdoğanlı uzun yıllarda Patagonya’da mı yaşıyordunuz?” sorusuna da haklılık kazandırıyor, doğal olarak
-Sözcük oyunları bile Oya Hanım’ı bu açmazdan kurtaramıyor ne yazık ki!..

Böyle “aydın” olunur mu?..

Oya Baydar, yaptığı trajik “özeleştirinin” ağırlığından kurtulmak için öylesine atraksiyonlar yapıyor, sözcüklere o denli taklalar attırıyor ki, hayran kalmamak elde değil!.. Örneğin bir cümleyle “aklınca” kendini temize çekiveriyor:
-Bana doğru gelen bir düşünceyi, bir icraatı kimden geldiğine bakmadan, menşeini sormadan desteklerim...
Bir aydın için ne büyük gaf! Demek ki Oya Baydar, yüzlerce binlerce insan hapishanelere tıkılırken, intihar ederken, Erdoğan-Fethullah ortaklığı rejimi çökertip İslam Cumhuriyeti yolunda koştururken, “The Taraf” taki köşesinde “kimden geldiğine bakmadan”, “menşeini bile sormadan” desteklemişti!.. 2010 referandumunda “yetmez ama evet” kampanyasında bir nefer gibi çalışmıştı!..
Yazık; sürüklendiği noktada bile AKP iktidarına yıllar süren desteğini haklı çıkarmaya uğraşan Oya Hanım, söylediği her kelimeyle biraz daha battığının, aydın sıfatını hiç mi hiç hak etmediğinin bile farkına varamıyor... Öyle olunca da bir zamanlar onun da yazı işleri müdürlüğünü yapan Yıldıray Oğur’un itirafı tam yerine oturuyor:
-Kullanışlı aptallar!..

“Belli ki kandırıldık iyi ki kandık!..”

Oya Baydar, bu muhterem zevat arasında “en zekilerden biri” olarak tanımlanabilecek bir yazar...
Bir de, yıllar içinde oradan oraya savrulmuş, kendisini hem çok zeki, hem fena halde akıllı zanneden kalem sahipleri de var... Örneğin Nuray Mert! Bugün, bir zamanlar yanından bile geçemeyeceği Cumhuriyet gazetesinde köşe edinen bu arkadaş, o az bulunur zekasıyla, yıllarca kandırıldığına dair eleştirilerde bulunanlara aynen şu yanıtı vermişti:
-Evet, belli ki kandırıldık, ama iyi ki kandık! Kemalistler gibi darbeciliğe akıl yatırmayı, otoriterliğe savrulmayı reddettik. Hem kandırılmak, kandırmaktan tabii ki iyidir...
Vah ki vah! Açın bakın arşivlere, aynı Nuray Mert “kapının önüne konduktan” sonra yazdığı hemen her yazıda Saray’ın ve iktidarın uyguladığı şiddetten ve otoriterlikten yakınıyor!.. hemen her yazısında cömertçe “sivil darbe” den söz ediyor, iyi mi!..
Bu hanım 2016 yılı başında hem de Cumhuriyet’teki köşesinde AKP’ye niçin destek verdiğini şöyle anlatmıştı:
-Derme çatma İslamcılık-sağcılık-milliyetçilik karması bir siyasal ideoloji peşinde ülke yangın yerine döndü. Dahası, söz konusu olan ideoloji bile değil. “mağduriyetin isyanı” sandığımız meğer öfkeye dönmüş bir aşağılık kompleksi, “haysiyetli bir itiraz” sandığımız meğer pespaye bir intikam duygusuymuş... Bilemezdik, insana değer veren kimse bilemezdi... “İnanmasaydınız” diye kimse üste çıkmaya çalışmasın, onların da ne olduğunu biliyoruz...
İşte kısaltarak alıntı yaptığım bu satırlara Emre Kongar, şu yanıtı vermişti:
-Sanki insana değer veren kişi, karşısındakilerin her söylediğine inanan saf bir kişi olmak zorundaymış gibi. Sonra da kendisinin Erdoğan’a ve AKP’ye inanmasını eleştirenleri, “onların da ne olduğunu biliyoruz” sözleri ile suçlayıveriyor... Yazar bırakın yaşamın gerçeklerini, bu kısa köşe yazısının kendi içindeki mantığına bile aykırı bir söylem kullanıyor!..
Ahh sevgili hocam ahh, çok haklısınız, her birinin, her yazısı, her söylediği bir öncekinden utanç verici değil mi?.. Neyse , “Cemaat’in gelini” Elif Şafak’tan da söz edecektim ama yine yerim bitti. Onu da bir başka sefere uzunca ele alacağım artık,
-Ne de olsa hak ediyor!..