Muhteremlerin beyler, paşalar gibi hüküm sürdükleri zamanlardı...
Astıkları astık, kestikleri kestikti... Soysuz savcılar, soysuzlukta onlarla yarışan, yanaşma takımı ve solcu kırması liberal dönekler tarafından alkışlanıyor, yetinilmiyor, “kahraman” olarak selamlanıyorlardı...
Devlette ele geçirmedikleri, postu sermedikleri yer kalmamıştı neredeyse... Yargıda, poliste hükümranlıklarını ilan etmişlerdi... Ordunun içine dahi nüfuz ettiklerini, general seviyesinde bile müritleri olduğunu da ileride gayet acı tecrübelerle öğrenecektik!..
Medyanın tamamına yakını bastırarak, sindirerek, satın alınarak, tehdit edilerek hizaya sokulmuştu... Hizaya sokulamayanların sonu ise ya Silivri ya işsizlik ya da itibarsızlaştırma operasyonlarıydı... Çok basit ama çok etkileyici bir “çalışma sistemi” oluşturmuşlardı; işini bitirmek istedikleri kişi ya da kurumlara karşı hep aynı kurguyu kullanıyorlardı:
-Polis ortamı hazırlıyor, “delilleri” üretiyor, tıpkı eski Türk filmlerinde olduğu gibi “zulayı” gerekli yerlere yerleştiriyor, sonra eliyle koymuş gibi buluyor sonra da kurbanın üzerine çullanıyordu...
-Soysuz savcılar, polisin ellerine tutuşturduğu “delilleri” noktasına, virgülüne bile dokunmadan iddianame haline getiriyor, kişileri “kaçma şüphesi”, “delilleri karartma olasılığı” gibi, artık otomatiğe bağlanmış nedenlerle zindanlara tıkıyor, davalar ise aylar sonra arkadan geliyordu. Öyle ki, arandığını duyup yurtdışı görevinden izin alarak gelen kritik görevlerdeki subaylar, profesörler dahi “kaçma şüphesi” neden gösterilerek tutuklanıyordu...
-Bundan sonrası tetikçilerin işiydi artık; kalemlerini, ekranları, kitap sayfalarını silah gibi kullanan soysuz medya artıkları, dört bir koldan aynı manşetlerle, arasına kopya kağıdı konmuş hissi veren köşe yazılarıyla, televizyon programlarıyla saldırıya geçiyor, seçilen kurbanları infaz ediyorlardı!.. İstenen algı oluşturulduktan sonrası ise kolaydı; artık “kırk katır mı, kırk satır mı” olacağına “özel yargıçlar” karar veriyor, kalemler art arda kırılıyordu!..
Kumpas davalarının sona doğru yaklaştığı sıralarda katıldığım bir televizyon programında yapılan “katliamı” tek tek, belgeleriyle anlatmış, “çok mutlu olduğunuzu görüyorum ama çok sevinmeyin” diyerek o ünlü özdeyişi anımsatmıştım:
-Keser döner sap döner, bir gün gelir hesap döner!..
Kahkahalarla gülmüştü yüzüme dönemin tetikçileri...Ama çok değil, iki yıl içinde tam da dediğim gibi oldu...
-Muhteremlerin “hicret” hayatı başladı!..

Gemiyi terk eden fareler!..


İktidarın baş döndürücü gücüyle zehirlenen taraflar birbirine girdi!..
Devletin gücünü daha iyi kullanmayı beceren taraf kazandı, diğer taraf bozguna uğradı... Yapılanların nasıl bir kumpas olduğu, ne denli büyük alçaklıklar yapıldığı adeta bir “lağım patlaması” halinde ortalığa dökülünce, bir zamanların “kahramanları” birer ikişer yurtdışına tüymeye başladı...
Önce soysuz savcılar, ardından medyadaki tetikçiler, yazar kırmaları, Fethullah’ın “kurtarılmaya değer bulduğu” müritler “hicrete” çıktı!.. Piyon olarak kullanılan değersiz muhteremler ise bir zamanlar yurtseverleri tıktıkları Silivri zindanlarındaki aynı koğuşlarda aldılar soluğu!..
Artık “paralel” sıfatına layık görülen Fethullahçı Terör Örgütü(FETÖ) iddianamesinin iki numaralı ismi Emre Uslu, felaketi ilk sezen isimlerden biriydi; 30 Mart 2014 yerel seçimlerinden hemen önce tüydü. Şimdilerde büyük olasılıkla Hoca’sının dizinin dibinde ABD’de aklı sıra kuyruğu dik tutmaya çalışıyor...
Kumpas davalarının en “haysiyet celladı” isimlerinden biri de Zaman Gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Ekrem Dumanlı’ydı... En alçakça manşetlerin mucidi, en haysiyetsiz saldırıların beyniydi... Devran dönünce “demokrasi, insan hakları, gazetecilik haysiyeti” gibi sözcükleri bolca kullandığı yazılarla durumu kurtarmaya çalıştı, baktı ki olmuyor, bir zamanlar tepe tepe kullandığı “çalışma arkadaşlarını” gözünü kırpmadan satıp tüydü... Mültecilerle birlikte Ayvalık’tan bir tekneyle Midilli Adası’na geçtiği sanılıyor... Gördüğünüz üzere, FETÖ’cünün “en kahraman Rıdvan’ı” bile ancak bu kadar cesur, bu kadar haysiyetli olabiliyor!..

Dünya çapında gazetecilik yapacakmış!..


Hangi birini anlatsam acaba?..
Hakkında yakalama kararı bulunan eski “The Taraf” yazarı Önder Aytaç’tan mı söz etsem, “Hrant Dink suikastını” yurtseverlerin üzerine yıkmak için kitap bile yazan, “gazeteci” kılıklı Adem Yavuz Aslan’ın gemiyi ilk terk edenlerden biri olduğunu mu anlatsam, Şimdilerde Silivri zindanında ikamet eden, üyesi olduğum Gazeteciler Cemiyeti’nin hiç utanıp sıkılmadan “yılın gazetecisi” ilan ettiği “bavulcu” Mehmet Baransu’ya o bavulu veren Tuncay Opçin’in hicretine mi odaklansam yoksa Zekeriya Öz, Fikret Seçen, Celal Kara gibi “ellerine kan bulaşmış” FETÖ savcılarının yediği herzeleri mi paylaşsam, inanın bilemiyorum!..
Hepsinden yeri geldiğinde tekrar tekrar bahsedeceğime emin olabilirsiniz. Ben en iyisi bu yazıyı FETÖ’nün son “hicret gönüllüsü”, kumpas döneminin “seri başı tetikçisi” Tarık Toros’tan söz ederek bitireyim...
Bu muhterem yıllarca en pespaye haber ve köşe yazılarıyla, televizyon programlarıyla pek çok insanın “ahını” aldı. Hakkında gözaltı kararı çıkmasının hemen öncesinde yurtdışına çıkıverdi!.. Hep böyle oldu zaten; o savcılar da, o gazeteci yazarlar da, o yayın yönetmenleri de ne hikmetse gözaltı kararı alınmadan hemen önce kapağı yurtdışına atmayı başardılar!.. Muhterem tüydükten sonra yeni projesini de ilan etti:
-Dünya çapında gazetecilik yapacağım!..
Valla, arşivlerdeki yazılarına, televizyon programlarına bakılırsa gazetecilikte “vasatı” bile yakalayamayan bu muhteremin “dünya çapında” olmasa bile gayet yetenekli olduğu bir alan zaten mevcut; Hocası ve “abileri” eminim o alanda kullanacaklardır arkadaşı:
- Tetikçi olarak!..