Ülke içinde iyice sıkışan, Yahudi lobisi ve aşırı sağcıların desteğini arkasına almak isteyen ve ayrıca seçim kampanyası sırasında söz verdiği konuları icraata geçiren Trump, ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınması konusunu dile getirerek tüm tepkileri üzerine çekti. Başkan Trump’ın bu kararı, Ortadoğu’da ve dünya kamuoyunda pek çok devlet tarafından kınandı.

Filistin’de “Öfke Cuması” sırasındaki gösterilerde, yüzlerce Filistinli yaralandı. İsrail her türlü protestoyu, kuvvet kullanarak bastırma eğiliminde. Bu durum Filistinlilerin tepkisini her geçen gün daha da körükleyeceğe benziyor. Malum, bu gündemle 13 Aralık 2017’de İslam İşbirliği Zirvesi olağanüstü toplandı. Kâğıt üzerinde adı İslam İşbirliği olsa da, kuruluşundan bu yana ne kadar İslam İşbirliği’ni gerçekleştirdi, ayrı bir tartışma konusu. İslam İşbirliği Teşkilatı’nın (İİT) toplam üye sayısı 57 ancak hepsi zirveye katılmadı. 16 ülke lider düzeyinde iştirak etti. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin katılımcıları, dışişleri bakanı düzeyindeydi. Zirvenin hemen sonrasında Suudi Arabistan Veliaht Prensi İsrail’e davet edildi.

Zirve sürerken, üye Suudi Arabistan, diğer bir Müslüman üye ülke Yemen’i vurdu! Çocukların da içinde bulunduğu 40’a yakın ölü olduğu söyleniyor. Demem o ki, işbirliği için bir araya gelinen saatlerde, bir Müslüman ülke diğer Müslüman ülkenin vatandaşlarını öldürüyordu! Dikkat çeken ama şaşırtıcı olmayan bir başka husus ise Suudi Arabistan medyası zirveyi görmedi.

ZİRVEDEN ÇIKAN SONUÇ

Zirveden çıkan “Doğu Kudüs’ün, Filistin’in başkenti olarak tanınması” kararı, tarihi bir karar olarak lanse ediliyor olsa da, zaten Müslüman ülkeler, bağımsız bir Filistin devletinin başkentinin Doğu Kudüs olması gerektiğini iddia ediyorlardı. Böylece, Batı Kudüs’ün de, İsrail’in başkenti olarak kabul edilmesinin önü açıldı. Zirve elbette Türkiye açısından önemli ancak alınan bu karar Kudüs veya Filistin sorununa çözüm olacak mı? Uzmanların genel yaklaşımı bunun olmayacağı yönünde. Diğer taraftan “Bu karara çok sert tepkiler gelmeyecektir, zira karar ‘iki devletli çözüm formülüne’ uygundur” diyenler olduğu gibi, bu durum iki devletli olmayı ortadan kaldırıyor diyenler de var. Görünen o ki Trump’ın kararıyla, zaten çok sağlıklı işlemeyen barış süreci etkilenecektir. Ortadoğu halkları nezdinde Amerikan karşıtlığı artacak; Hamas’ın yaptığı 3. İntifada çağrısı henüz tam karşılık bulmasa da, giderek büyüyecek; böylece Ortadoğu’da radikalizm inanç temelli düşmanlıklar yükselişe geçecektir.
Zirvede alınan karar elbette ABD’ye geri adım attırmaz. Ama İstanbul Zirvesi aslında kimin ne olduğunu ve tarafları net bir şekilde ortaya çıkarması açısından önemli olmuştur.

ZİRVENİN HATIRLATTIKLARI

Pek çok liderin, İslam İşbirliği Teşkilatı Zirvesi’ne katılmasındaki en önemli etken, kendi toplumlarındaki kitlelerin duyarlılığını dikkate almalarıdır. Müslüman topluluklara baktığımızda, yöneticileri ile toplumları arasındaki farklar barizdir. Örneğin, Suud Ailesi, gerek inanç, gerek duygu bakımından Arabistan Halklarını temsil etmemektedir. Mısır, İran ve Pakistan gibi pek çok ülke böyledir. Dolayısıyla bu ülkelerde ikili bir tutumdan bahsedilebilir. Bunların dışında kalan tek bir ülke vardır, o da Türkiye’dir; bu farklılığı Cumhuriyet’e borçlu olduğumuzu unutmayalım.

Dolayısıyla Türkiye’nin Kudüs konusundaki tutumu samimidir. Bu samimi tutumunu kendisini yalnızlaştırmadan, çıkarlarını koruyarak ve fakat iç politika malzemesi yapmadan devam ettirebilir.
İkinci husus, modern dünyada devletlerarası ilişkileri belirleyen ölçüt din ya da inanç değildir. Araplar tarih boyunca, kendilerinin dışındaki Müslümanlara “mevali” ya da “Acem” gözüyle bakmışlardır. Türkleri de İranlıları da kabullenememişler, Müslümanlıklarını beğenmemişlerdir. Dolayısıyla din üzerinden ortaklık kurmak ve dış politikalar geliştirmek reel politik değildir. Toplumlar arası yakınlıklar, yaşama biçimindeki ortaklıklar bağlamında kurulabilir. Ama devletler arasındaki ortaklıkların belirleyicisi menfaat birliğidir. Burada önemli olan bu menfaat birliğinin ya da menfaat çatışmasının hukuki ve uluslararası şeffaf bir zeminde gerçekleşmesidir. Aksi takdirde Ortadoğu, 20. yüzyılın başından itibaren tevarüs eden ve yüzbinlerce cana mal olan ciddi meselelerin üstesinden gelemeyecek, bunları daha da şedit bir hale getirecektir. Şayet bu gerçekleşirse günden güne zayıflayan coğrafya, emperyalist çıkarlar için iştah açıcı bir sofraya dönüşecektir.