Deliliğe sığınmak...
‘Martıların Efendisi’, iyi niyetli, samimi ve duyarlı bir hikayeye sahip... Tuzla’da kendi halinde yaşayan, geçirdiği büyük bir travma yüzünden akıl sağlığını belli bir oranda yitirmiş genç bir adam vardır. Kendisini martıların efendisi olarak gören bu adam, uzun zamandır diğer ‘efendi’lerin denizden kendisine bir yardımcı göndermesini bekliyordur. Bir sabah kendi düğününden kaçan Birgül, ‘Martıların Efendisi’nin evinin önünde baygın bir şekilde kıyıya vurur.
Birgül’ün gelişiyle genç adamın bütün düzeni değişir. ‘Martıların Efendisi’nde esas sorun, karakterlerin, onları çok iyi oyuncuların canlandırıyor olmasına rağmen güçlü profiller üzerinde kurulu olmaması. Filmin kahramanının sırrı elbette filmin finaline doğru açığa çıkacak şekilde gizlenmiş. O zaman diğer ana kahraman Birgül’ün karakterinin biraz daha açıklayıcı bir üslupla ele alınması gerekirdi. Birgül’ün hikayesi oldukça yüzeysel ve televizyon dizisi mantığıyla apar topar yaratılmış izlenimi veriyor. Mehmet Günsür’ün karakterine tutunuşu, onu sanki bir kuşmuş gibi oynaması bazı etkileyici sahnelerin gücüne güç katıyor. Genç oyuncu Bige Önal, senaryodaki karakteriyle ilgili derinleşme sorunu olduğu için pek etkili olamıyor. Nejat İşler’i kötü adam olarak izlemek ise elbette keyif verici bir tecrübe. Yine de ‘Martıların Efendisi’ iyi niyetli ve insancıl bir hikaye sunuyor bize.
Mutsuzluk panayırı
Woody Allen’ın yeni filmi ‘Dönme Dolap’ta kocasından, hayatından umutsuz bir kadın olan Ginny'nin, genç bir oyun yazarıyla yaşadığı gizli aşk anlatılıyor. Ginny'i, Kate Winslet oynuyor... Allen eski filmlerinde daha özgün kadın karakterler yaratırdı. Sonuçta Ginny bir panayırın içinde yaşıyor olsa bile, genelde iyi yürekli ama kaba saba kocasından, hayallerini süsleyen oyunculuktan uzaklaştığı için hayatından son derece mutsuz. Kocasının arayış içindeki kızı Carolina bu çerçevenin içine girince ortalıkta genç ve güzel bir kızın olmasından dolayı daha da huzursuzlaşıyor. Üstelik Carolina onun genç aşığıyla (Justin Timberlake) yakınlaşınca kontrolünü giderek yitirmeye başlıyor.
1950’lerin Coney Island’ını inanılmaz ustalıkta bir sanat yönetimiyle daha ilk sahneden son kareye kadar mükemmelen tasarlayan yönetmen, iç mekanlarda da ustaların ustası görüntü yönetmeni Vittorio Storaro’nun ders niteliğindeki ışık kullanımından büyük destek alarak gerçekleştirmiş. Bu sahnelerde gün ışığının karakterlerin ruh hallerine göre, değişim göstermesi müthiş bir seyir keyfi veriyor. Bir Woody Allen filminde ilk kez karakterleri belli oranda bir kenara bırakıp kusursuz görselliğe teslim oluyorsunuz.