Filmleri büyük merakla beklenen Christopher Nolan’ın yeni filmi “Dunkirk” bu hafta sinemalarda... Pekçokları tarafından günümüzün en usta yönetmenlerinden biri olarak görülen Christopher Nolan’ın yere göğe konulamayan filmlerinden özellikle “Akıl Defteri” (Memento), “Başlangıç” (Inception), “Kara Şovalye” (The Dark Knight), “Yıldızlararası” (Interstellar) kalburüstüdür gerçekten de. Nolan’ın bir mühendis kafası gibi çalıştırabildiği analitik becerileri “Başlangıç” ya da “Yıldızlararası” gibi fantastik öğeler taşıyan ve büyük setler-sahneler gerektiren filmlerinde çok işe yarıyor elbette.

Yönetmenin yeni filmi “Dunkirk”te de bu becerilerini üst seviyede kullandığını söylemek mümkün. 2. Dünya Savaşı sırasında Alman ordusunun Fransa’nın Dunkerque kıyılarında sıkışıp kalmış müttefik ordusu askerlerinin büyük kısmının kısıtlı sayıdaki gemileri ve sivil halkın bulabildiği her tekne, sandal ya da gezi motorlarıyla tahliye edilmesi daha önce de sinemada pek çok kez ele alınmıştı.
Yönetmen Nolan, bu defalarca anlatılmış olayı elbette yine hayli izlenebilir bir şekilde sunuyor önümüze. Hiçbir şekilde karakter geliştirmeyle, hikaye başlatmakla vakit kaybetmiyor. Olayın farklı uzunluklarda süren üç ayrı açısını iç içe geçirerek anlatıyor. Bunun ustaca görünmesi dışında hikayeye önemli bir katkı yaratmadığını ise en başta söylemek lazım. Kumsalda ve mendirekte kendilerini alacak gemileri kaygıyla bekleyen askerler sık sık Alman savaş uçaklarının saldırılarına maruz kalırlar (bir hafta). Denize açılmış sivil teknelerden birinde pilot olan oğlunu savaşta yitirmiş acılı bir baba, iki genç çocukla bu büyük tahliyeye katılmaya çalışır (bir gün). Ve üç İngiliz pilot kıyıdaki askerlere saldıran Alman uçaklarına karşılık vermek için insanüstü çabalar sarfederler (bir saat).

dunkirk_1

Nolan öyle zor sahnelerin üstesinden o kadar gerçekçi ve estetik sonuçlarla gelebilmiş ki en başta buna hayran olmamak elde değil. Kalabalık kumsal sahneleri, mendirekte bekleşen ya da batan kruvazörlerde sıkışan askerler, elbette havada vuruşan savaş uçakları filmin göz okşayan ve savaş karşıtı amacına üst perdeden de hizmet eden sahneler. Yönetmenin son yıllarda yanından ayırmadığı müzisyen Hans Zimmer’in neredeyse hiç susmayan müzikleri ise zaman zaman fazla gelse de sahnelerin tansiyonunu iki kat yukarı taşıyorlar. Nolan birkaç genç askeri diğerlerinden ayırıyor elbette. Ama hayatta kalmaya çalışmak dışında bir amaçları yok bu karakterlerin. Filmin duygusal temasını ise gezinti teknesiyle ve biri oğlu olan iki gencecik çocukla kıyıya ulaşmaya çalışan adam oluşturuyor. Bu rolde de yumuşak bakışlı oyuncu Mark Rylance’ın seçilmesi elbette tesadüf değil.

Mendirekten itibaren takip ettiğimiz gencecik askerler üzerinden ‘kurban’lığı, teknedikelerle ‘cesaret’i ve ‘korkaklığı’, havada geçen bölümde ise özellikle de Tom Hardy’nin canlandırdığı pilot üzerinden ‘kahramanlığı’ işliyor yönetmen. ‘Senaryo yok’ eleştirilerine ise katılmıyorum kendi adıma. Hatta son kısımda İngiltere’nin askeri gücünü, azmini ve cesaretini özetleyen Churchill demecinin gazeteden okunmasının da bir ‘senaryo fazlalılığı’ olduğunu düşünüyorum. Filmin evrensel savaş karşıtı bir film olmasını zedeleyip milliyetçi sulara girmesini sağlıyor o sahne. Düşmanların adını koymayıp, onlara Alman ya da Nazi dememesine ve onları görünmez düşman olarak göstermesine rağmen İngilizlerin kahramanlığına vurgu yapan o final bir dengesizlik katıyor filme. Zaten bu yüzden yabancı eleştirmenler kadar heyecanlanıp da ‘tüm zamanların en iyi savaş filmi’ gibi cümleler kuramıyoruz. Çünkü o zaman “Gel ve Gör” (Come And See) ya da “İnce Kırmızı Hat” (The Thin Red Line) gibi içinde pek de kahramanlık barındırmayan çok daha anlamlı filmlere haksızlık etmiş oluruz.
Ama “Dunkirk” savaşın dehşetini izleyicisine de yer yer hissettirebilen, derinleştirilmemiş karakterleriyle değil o kumsaldaki atmosferi adeta bizzat deneyimlememizi sağlayan, sinemanın görsel-işitsel tüm olanaklarını en yüksek perdeden kullanarak heyecanla kendisini izletmeyi başaran bir film.

dunkirk_2

Beğendim
Kumsalda geçen kalabalık sahneler...

Beğenmedim
Tom Hardy’nin aşırı kahramanlığı

3,5 yıldız
DUNKIRK
Yönetmen: Christopher Nolan
Oyuncular: Fionn Whitehead, Mark Rylance, Tom Hardy
106 dakika

TATLI BİR HENGAME

Sinemada sinemanın içinden geçen filmleri özellikle seviyorsanız “Rock’n Roll”dan müthiş bir keyif alacaksınız. Birlikte yaşayan ve bir çocukları olan, Fransa’nın iki oyuncu starı Guillaume Canet ve Marion Cotillard kendilerini oynuyorlar bu çok sevimli filmde. Malum Marion Cotillard’ın şöhreti ve gördüğü ilgi özellikle de aldığı Oscar ve diğer büyük ödüllerin de etkisiyle hayat arkadaşını katbe kat aşmış durumda. “Rock’n Roll”da Guillaume’un hem bununla hem de geçirdiği orta yaş kriziyle başa çıkma çabalarını hareketli, komik ve giderek de absürtleşen bir senaryo eşliğinde izliyoruz.
İki oyuncunun birbirlerininkiyle ve kendi kariyerleriyle kurdukları ilişkinin yarattığı durumların yanısıra Guillaume’un yeni filminde kızını canlandıran genç oyuncuya cinsel bir arzu duyuyor oluşu da komik gelişmelere yol açıyor. Çünkü oyuncu daha çok gençleşmek adına geri dönüşü olmayan bir yola sapıyor ve bir başkalaşım geçiriyor.

rocknroll_1


Filmin yönetmenliğini yapan Guillaume Canet, senaryosunda da epey çalışmış belli ki. Doğrusu her oyuncunun kolay kolay girmeyeceği bir riske girmiş, acımasızca kendi parodisini de yapmış. Bir yere kadar gerçekçi bir tonda ilerleyen olaylar bir süre sonra giderek çığrından çıkıp gerçeklikten kopuyor. Çünkü hikaye ve karakterler giderek Hollywood’a doğru akıyor!
Bu giderek absürtleşme hali elbette filmdeki her şeyin o kadar da gerçek olmadığını söylemek için de kullanılıyor. Parodinin içindeki gerçekleri bile isteye muğlaklaştıran bir strateji bu.
Ama Marion Cotillard’ın yeni oynayacağı rolünü evine hatta yatağına kadar taşıyor olması, aldığı César ödüllerini sehpa bacakları olarak kullanması, Guillaume’un bir barda uyuşturucuyla yakalanması, daha genç bir oyuncuyla engelleyemediği fingirdeşme çabası gibi sahneler öyle her oyuncunun kendi karakterini oynadığı bir filmde kolayca kabul edebileceği sahneler değil.

3,5 yıldız
Rock’n Roll
Yönetmen: Guillaume Canet
Oyuncular: Guillaume Canet, Marion Cotillard, Philippe Lefebvre
123 dakika,

HER YER ZOMBİ!

Geçen yılın dünyada en çok ilgi gören korku filmlerinden biri olan “Zombi Ekspresi”nde Güney Kore’deki zombi salgını sırasında trende olan bir grup kazazedenin korku dolu ve hızlı hikayesini izliyoruz. Ama trende de hastalığı taşıyan bir yolcu vardır maalesef. Kadın ve çocukların da bol olduğu masum yolcular sadece dışardakilerle değil içerdeki zombilerle de mücadele etmek zorundadırlar.
Son yıllarda sayıları giderek artan zombi filmlerinin içinde en çok “Dünya Savaşı Z”yi hatırlatan kalabalık ve kanlı sahneleriyle dikkat çeken filmin tamamı heyecan ve dehşetle izleniyor ama hikaye sonunda öyle bir hamle yapıyor ki ilk kez bir zombi filminde gözleriniz yaşarabilir.
zombi_ekspres_2

4 yıldız
Zombi Ekspresi
Train to Busan
Yönetmen: Sang-ho Yeon
Oyuncular: Yoo Gong, Soo-an Kim, Yu-mi Jeong
118 dakika