ANALİZ

20 bini de hemen atılmalı


Cemaatin iktidarla birlikte yürüttüğü kirli operasyonlardan biri daha ortaya çıktı. Zamanında “devlet eliyle yapılan sınavların hepsinde hile var” uyarılarına kulak tıkayan iktidar iş işten geçtikten sonra nihayet gerçeği açıklamak zorunda kaldı. Tabii bunu da adalete olan bağlılığından değil, cemaati bir de bu alanda çukurun içine itmek için yapıyor. Sanki yapılan sınavlardaki hırsızlıktan hiç haberi yokmuş gibi davranan iktidar “akademik kadroların oluşmasını sağlayan sınavlarda da hile yapılmış” diye ortaya çıktı şimdi. Akademik Personel ve Lisansüstü Eğitimi Giriş Sınavı’nda (ALES) soruların önceden belirlenen kişilere verildiği bu kişilerin de doğal olarak diğer bütün adayları geride bırakarak akademik unvan kazandıkları anlaşıldı. Bu durumda 20 bin kişinin bulunduğu belirtildi. Bunların birçoğu yardımcı doçent ve doçent statüsündeler. Bu korkunç gerçek nihayet kabul edildiğine göre yapılması gereken tek şey var. Bu durumda olanların tamamının derhal kapı önüne konması gerekir. Burada kimsenin gözünün yaşına bakılamaz. Çünkü cemaatin ve iktidarın işbirliği ile 20 bin kişi sadece çalınmış sorularla sınav kazanmadılar, hayatları da çalmış oldular.

Tam olarak yerine konamayacak olsa bile çalınan hayatların iade edilmesi demokrasi, hukuk ve adalet açısından çok önemlidir. Tabii “herkes mi çalınan sorular sayesinde bu unvanları kazandı? 20 bin kişinin içinde bileğinin hakkıyla kazanan olamaz mı?” diye sorulabilir. Elbette bunun da çaresi var. Bu 20 bin kişi ALES’te tam puan almışlar. Yani bütün soruları bilmişler. O halde bu 20 bin kişi tekrar sınava sokulabilir. Hepsinden soruların tamamını bilmesini bekleyemezsiniz ama hiç olmazsa yüzde 95 oranında başarı yakalanması gerekir. Tahmin ediyorum çalınmış sorularla sınava girenlerin yeni bir adil sınavda bırakın yüzde 95 başarıyı yüzde 40’ı bile bulmaları çok zordur. Yeni bir sınav zaten bütün gerçeği önümüze koyacaktır.

Bu yapıldıktan sonra geriye doğru gidilerek, çalınmış sorularla sınava girdikleri için tam puan alanların arkasında kalanlar yeniden sıralanır ve onların hayatları bir parça olsun iade edilmiş olur. İktidar ve cemaat soruları çalarak kendi adamlarını işe yerleştirme operasyonunu 2005 ile 2013 arasında yapmışlar. İktidar cemaatin ne mal olduğunu 2013’te anladığını söylüyor. Ama şu bir gerçek ki soruların çalındığını ve istenilen kişilere dağıtıldığını bilmemeleri mümkün değildir. Yani cemaat soruları sadece kendi elemanlarına değil AKP’nin gösterdiği kişilere de dağıtmıştır. Bunu neye dayanarak yazabiliyorum; eğer böyle olmasa o 20 bin kişinin çoğu şu ana kadar FETÖ’cülükten ya içeri alınır ya da kapı önüne konurdu. Oysa hâlâ işlerinin başında olduklarına göre demek ki bunların çoğu aslında AKP’nin bilgisi ile üniversitelere yerleştirilenler. Bunca yıl sınavlarda hile yapıldığını “belgelerini ortaya koyarak” anlattık. Hiç dinlemediler bile. Şimdi sırf cemaati bütün kötülüklerin anası gibi göstermek için kendi yaptıkları kirli işleri de açığa çıkarmak zorunda kalıyorlar. Ama şunu söyleyeyim; ALES yetmez. Memur sınavları var, üniversite sınavları var, polis okulları giriş sınavları var. Yani hayatları çalınmış on binlerce hatta yüz binlerce kişi var. İnanıyorum ki sıra onlara da gelecektir. Ve en önemlisi cemaatle bu kirli operasyonları yaparak büyük günah işleyenlerin de bir gün hesap vermeleridir. Bu hesap bu dünyada mutlaka sorulabilmelidir.

YENİ ÖĞRENDİM

O otomobil 250 bin Euro’ymuş


Bu köşede dün yazdığım yazılardan biri Egemen Bağış’la ilgiliydi. 17 Aralık rüşvet yolsuzluk olayında adı çok geçen, en son Reza Zarrab’ın  Amerika’daki mahkemede de adını verdiği Egemen Bağış’ın sanki bütün bunlar hiç olmamış gibi lüks içinde yaşadığını bir arkadaşımın gözlemine dayanarak yazmıştım. İstanbul’un en gözde alıveriş merkezlerinden biri olan İstinye Park’a son model dev Mercedes otomobili ve korumalarıyla gelen Bağış oradaki herkesin ilgisini çekmişti. Yazıda Bağış’ın otomobilinin 500 bin lira civarında olduğunu yazmıştım. Konuyu bana aktaran arkadaşım aradı “Sen otomobil fiyatlarından biraz uzak kalmışsın galiba” dedikten sonra ekledi “Bağış’ın indiği Mercedes’in fiyatı tam 250 bin lira. Yani Türk parası karşılığı bir milyon lirayı geçiyor.” Vallahi kimsenin malında mülkünde elbette gözümüz yok ama bu paralar bu kadar aleni de harcanmaz ki, insan biraz çekinir.

DİKKATİMİ ÇEKEN ŞEYLER

İnsansız otomobil de neyin nesidir?


Önceki gün Hürriyet Gazetesi’nin manşetinde şu başlık vardı; “İnsansız otomobili uçuran Türk.” Amerika’nın ve hatta dünyanın teknoloji merkezi Slikon Vadisi’ndeki “dahi” isimlerden biri olan Kamran Türkoğlu’nun geliştirdiği otomobil 256 kilometre sürat yapmış. Hepimizi gururlandıran bir haber elbette. Dünya teknoloji devlerinin arasında kendini gösteren bir Türk bilim adamı elbette göğsümüzü kabartıyor. Ancak haberde anlayamadığım bir şey var. Uçarcasına giden otomobil “insansız” mı yoksa “sürücüsüz” mü? Eğer araba insansızsa ne işe yarar ki? Buradaki temel amaç aracın sürücüsüz olması. Böylelikle arabanıza bindiğinizde direksiyon başına geçmeyecek, yol boyunca trafik derdiyle strese girmeyecek ve bu süreyi kendi işinizi yaparak değerlendirebileceksiniz. “Bu da mı dert oldu? Sana ne Hürriyet’in başlığından, hatasından” diyenler olabilir. Ama gazeteciyiz, en büyük olduğu iddiasındaki bir gazetenin bu tür hata yapmasına canım sıkıldığı için yazdım.

ŞAŞIRDIM

Gül’e 36 araç tahsis edilmiş


Abdullah Gül, Erdoğan’ın emanetçisi olarak bir dönem başbakanlık yaptı. Sonra Erdoğan Meclis’in seçtiği cumhurbaşkanı olma görevini Gül’e verdi. Bu görevde 7 yıl oturan Abdullah Gül şimdi emekliliğin keyfini çıkarıyor. Devletimiz en yüksek makamlarda hizmet edenlere emeklilik dönemlerinde de çok iyi bakar. Eski cumhurbaşkanları, başbakanlar, bazı bakanlar, Genelkurmay başkanları bu olanaktan yararlanır. Emeklilik günlerini sıkıntılı geçirmemeleri sağlanmış olur böylelikle. Yapılmış olan görevlere göre bu makamları işgal edenlere araç, şoför, ev hizmetlisi ve aşçı tahsis edilir. Önceki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de elbette bu olanaklardan yararlanıyor. Ancak öğrendiğime göre Gül için tahsis edilen araçların sayısı 36 imiş. Gül bu kadar aracı ne yapar, hangi işte kullanır? Gül dışında daha önce cumhurbaşkanlığı yapıp da halen hayatta olan bir tek Ahmet Necdet Sezer var. Onun durumun sordum. Sezer’e hizmetle görevlendirilmiş 4 araç bulunuyormuş. 36 aracın bir de şoförlerine ödenen maaşları düşünün. Ne zengin ülkeyiz biz böyle.

BUNU YAZMAK GEREK

Nişantaşı Atiye sokak korku sokağı gibi olmuş


Nişantaşı’nın en önemli sokaklarından biri Atiye Sokak’tır. “Nişantaşı’nın Nişantaşı olması Atiye Sokak’ın gelişmesiyle olmuştur” desem yanlış olmaz. Çükü bundan 25 yıl önce bu sokak kendi halinde bir sokaktı. Sokağın Teşvikiye Camii tarafından Taksim dolmuşları kalkardı. Sokakta kendi halinde bir iki dükkân ve işyeri vardı. Sonra ilk lokanta açıldı. Galiba House Cafe idi. Derken başkaları geldi. Lokantalar dolup taşmaya başladı. Dönemin Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül sokağı trafiğe kapattı, böylelikle lokantalar dış mekanda ciddi yerler kazandılar. Atiye Sokak bir anda bölgenin en önemli, hareketli ve değerli sokağı oluverdi. Bu sayede Abdi İpekçi Caddesi de geliştikçe gelişti. Dünyanın en önemli markaları bu caddede mağazalar açtılar. Önceki gün bir arkadaşımla buluşmak için Nişantaşı’na gittim. Atiye sokaktan da geçtim. Bir an “Yanlış yerde miyim?” diye düşünmeden edemedim. Çünkü son hatırladığım sırada hepsi dolup taşan, hatta sokaktan geçmeyi bile zorlaştıran o lokantaların tamamı bomboştu. Oysa tam da öğle tatili saatiydi. Abartmıyorum, bir iki lokantada birer ikişer kişi vardı gerisi tamamen boştu. O sırada İstanbul cemiyet hayatının ünlü isimlerinden birine rastladım. Birkaç yıldır görüşememiştik. Ayaküstü hoş beşten sonra “Ne olmuş buralara?” dedim. Arkadaşım “Sorma” dedi “Buraları korku şehri haline geldi.” Peki, ne oldu acaba? Bir süre öncesine kadar yaz kış cıvıl cıvıl olan bir yer neden bu hale geldi? Önceki gün ve dün bu sorulara cevap aradım. Birçok kişiyle konuştum. Ortaya çıkan gerçek şu; İnsanlar artık korkuyor ve kalabalık yerlere pek gitmiyor. Nişantaşı’nın lokantalarının ekonomik krizle ilgisi olamaz. Oranın müşterilerinin parası her zaman var. Onları oradan uzaklaştıran moralsizlik, iktidar baskısının yarattığı stres ve terör endişesi. Bu bölgede özellikle kimi “tebliğcilerin” ortalıkta gezmesi lokantalarda oturanlara “Müslümanlığı anlatmaya” kalkması da pek çok kişinin ayağını buradan kesmiş. Çoğu birbirinden güzel dekore edilmiş, gerçekten ciddi paralar harcanmış lokantaların bazılarının ise kapanma aşamasında olduğunu öğrendim. Zaten sokaktaki lokanta dışında kalan mağaza ve dükkânların çoğu da kapanmış. Yazık bu ülkeye.