CANIMI SIKAN ŞEYLER

Neredeyse bütün gazetelerin manşetine taşınmıştı o fotoğraflar.
Başta Genelkurmay Başkanı, yanında Kara, Hava, Deniz ve Jandarma komutanları, bir geminin küpeştesinde poz vermişler. Arkada ünlü “Kardak” adası görünüyor.
Neymiş? Yunanistan’ın 8 darbeci hain subayı iade etmemesine karşı ordumuz Yunanistan’a gövde gösterisi yapıyormuş.
Açık söyleyeyim, o fotoğraftan bir “gövde gösterisi” falan çıkarmadım ben.
O fotoğraf sarayın ve iktidarın başkanlık sistemi dayatmasına bir selamdır, paşaların “evet” kampanyasına katıldıklarının ve halkı yönlendirmeye çalışmalarının fotoğrafıdır, o kadar.
Aylardır medyanın nisbeten daha özgür ve bağımsız kesiminde “17 Ege Adası’nın tüm uluslararası anlaşmalara aykırı biçimde Yunan askeri tarafından işgal edildiği, bu adalara Yunan bayrağı çekildiği, yine bu adalara kurallara aykırı biçimde askeri güçlerin yerleştiği” anlatılıyor.
Muhalifi siyasetçiler her gün “nedir bu rezalet?” diye soruyor.
Ne saray, ne iktidar ne de bu paşalar tek satır bile açıklama yapmıyor.
Sonra bir savaş gemisine binip Kardak açıklarında poz veriyorlar.
“Güçlü Türkiye’yi” gösteriyorlar güya.
Sarayın ve iktidarın referandum kampanyasına esas olan “Güçlü Türkiye için başkanlık” sloganını sanki böyle hayata geçiriyorlar.
O paşalar ki çok değil daha birkaç ay önce dinci faşist bir çetenin Türkiye’yi bir “din devletine” dönüştürmek için kalkıştıkları darbe girişimi karşısında ne yapacaklarını bilememişlerdi.
Biri boynuna kemer takılarak götürülmüş, biri ailesinin gözü önünde yerlere yatırılıp kelepçelenmiş, biri sabaha kadar ne yapacağını bilemez halde otoparklarda gizlenmişti.
Şimdi sanki hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına ve orduyu yönetme görevlerine devam ediyorlar.
O geceyle ilgili şimdiye kadar tek satır bile açıklama yapmadılar, Meclis Araştırma Komisyonu’na bilgi vermediler.
Cumhurbaşkanının kendilerini “at” yerine koyarak “dere geçene kadar at değiştirilmez” sözünü bile sineye çekip koltuklarında oturmaya devam ettiler.
Şimdi de o koltuklarını korumak için sarayın “Güçlü Türkiye” sloganına hiçbir yaptırımı olmayacak bir şovla katılmaya kalkıyorlar.
Yunanistan’a güç gösterisi “paşaların hatıra fotoğrafı” ile gösterilmez. Eğer gerçekten çok güçlüyseniz Yunanistan’ın işgal edip bayrak çektiği ve asker konuşlandırdığı 17 adayı boşaltın.
İnsan gerçekten çok üzülüyor, içi kıyılıyor, teröre ve Suriye’deki savaşa verdiğimiz onca şehidimizin kemikleri sızlıyor.

ŞAŞIRDIM

Yandaştan al haberi; El Bab’da skandal


Yandaş medyanın en irisi Sabah grubunda yazanlardan biri El Bab operasyonunda görev alan yiğitlerimizi övmeye kalkan bir yazı yazmıştı geçen hafta.
Ama farkında bile olmadan güya hoş bir yazı yazdığını zannederken aslında büyük bir skandalı da ortaya çıkarmıştı.
Bu yandaş yazar oradaki yiğitlerimizle konuşmuş.
Bakın El Bab’daki askerlerimiz ne diyorlar; “Bizi ziyarete gelenler hep baklava getiriyorlar. Sağ olsunlar ağzımız yeterince tatlandı. Keşke baklava yerine güçlü spotlar, toprağı kazacak iş makineleri getirseler.”
Demek ki cephede askerlerin en önemli ihtiyaçlarından aydınlatma gereçleri ve iş makineleri yok. Ve o yiğitler safiyene biçimde “Bizi ziyarete gelenler keşke bunları getirseler” diyorlar.
(Elini sallayan El Bab’a ziyarete gidemeyeceğine göre, o ziyaretçiler de komutanlardır herhalde ve onlar da baklava götürüyormuş temek ki.)
Peki nerede bizim ordumuzun komutanları? Onların haberi yok mu bundan?
Küçücük bir kasabada savaşırken bile lojistik desteği sağlayamayan bir ordu, daha kapsamlı bir savaş içine girecek olsa demek ki büyük bir felaketle karşılaşacağız.
Yandaş yazarın farkında olmadan ortaya çıkardığı skandal bununla sınırlı değil.
Askerlerimiz kendilerine verilen kumanyaların da çok kötü olduğunu belirterek “Napolyon’un dediği gibi ordular midelerinin üzerinde yürür” diye espri yapıyorlar.
Ordumuz ne hale düşürülmüş haberimiz yok.

Bİ SORALIM BAKALIM

El Bab’dan kim çekiliyor?


Bugün itibarıyla Fırat Kalkanı adını verdiğimiz operasyonun 161’inci günü. Ne oldu bu 161 günde? Bilmiyoruz.
Genelkurmay ara sıra kaç hedefin vurulduğunu, kaç IŞİD’li caninin öldürüldüğünü falan açıklıyor.
Oysa bizi ilgilendiren o tuhaf operasyonda kanını bu ülke uğruna dökerek şehit olan yiğitlerimizdir.
Ne diyordu Cumhurbaşkanı “El Bab bizim için vazgeçilmezdir. Orayı alacağız, ama durmayacağız, ondan sonra Menbiç’e geçeceğiz, Türkiye’nin gücünü kimse engelleyemez.”
Şimdi hangi noktadayız? “El Bab’da daha derine inmeyeceğiz.”
Söylediklerine göre IŞİD El Bab’dan çekiliyormuş. Doğru söyleyin, IŞİD mi çekiliyor yoksa Türk Ordusu mu?

HOŞUMA GİDEN ŞEYLER

“Bu anayasa değil onayasadır”


Biliyorsunuz hafta içi her gün Halk TV’de “Can Ataklı ile Yazıişleri” programını yapıyorum. Dünkü konuğum eski devlet bakanlarından Önay Alpago idi. Alpago sakin, akıcı üslubuyla izleyicileri ekran başında adeta kilitledi.
Sohbetimiz sırasında Alpago’dan çok hoş bir benzetme geldi.
Dayatılan anayasa değişikliğinin bir kişiye olağanüstü yetkiler verdiğini anlatan Önay Alpago “Her şey bir kişiye göre düzenleniyor, kimse ondan sonrasını düşünmüyor, bu nedenle ben bu teklifi anayasa olarak değil onayasa olarak değerlendiriyorum” dedi.
Anayasa ile getirilmek istenen başkanlık sistemi için son zamanlarda duyduğum en güzel ve anlamlı tanımlardan biri bu oldu.

BUNU YAZMAK GEREK

Bir milletvekilinin 1 milyon liralık telefon faturasını millete ödetemezsiniz


Meclis Başkanlık Divanı üyesi CHP milletvekili Elif Doğan Türkmen’in 2016 yılı içinde 1 milyon 189 bin liralık telefon faturasının Meclis Başkanlığı tarafından ödenmesi büyük tepki yarattı.
Yurtiçi ve yurtdışı konuşmaları, yüz binlerce kişiye gönderilen toplu mesajlar faturayı bu kadar büyütmüş.
Meclis Başkanlık Divanı üyelerinin tüm haberleşme masraflarının tamamı Meclis Başkanlığı tarafından ödeniyor. Milletvekillerinin ise yıllık 31 bin liraya kadar olan faturaları yine Meclis Başkanlığı tarafından ödeniyor.
Bir milletvekilinin yılda bir milyon liranın üzerinde haberleşme masrafı yapması ve bunun devlet bütçesinden ödenmesi elbette kabul edilemez.
Elif Doğan Türkmen “Her gün on binlerce seçmene mesaj ve mektup gönderdim, fiyatlarını bilmiyordum” diye savunmuş kendini ama kimse bu bahanenin arkasına sığınamaz, bunu belirtmek isterim.
Ancak şunu da yazmadan edemeyeceğim. Meclis Başkanlığı 38 Başkanlık Divanı üyesi olmasına rağmen sadece en yüksek faturayı getiren milletvekilinin adını açıklamış.
Diğerleri içinse “kişilik hakları” mazeretinin arkasına sığınılmış. İşte bu olmaz. Madem en çok harcama yapan açıklandı o halde en azından ikinci ve üçüncü de açıklanmalı.
İkinci kişinin de bir milyon liralık faturası olup olmadığını bilmiyoruz. 38 milletvekili içinde her partiden isim var. Madem birinci açıklandı, 38’inin faturası da açıklanmalı. Herkes görsün bakalım.