Sevgili okurlarım, şimdi anlatacağım olay gazetecilik hayatımda yaşadığım en büyük şoklardan biridir... Günlerden 31 Ocak 1990. Bundan tam 27 yıl önce. Atatürkçü Düşünce Derneği kurucusu mert ve yürekli hukukçu Prof. Dr. Muammer Aksoy bana gazeteye gelecek ve kendisiyle söyleşi yapacağım. O yıllarda Hürriyet’teyim ve her pazar günü uzun bir söyleşim yayınlanıyor. Öğlene doğru Hoca gazeteye geldi. Önce biraz lafladık. Şöyle diyordu:
“Bu sabah pek keyifsiz kalktım. Dün geceyi de hiç iyi geçirmedim. Midem epeyce bulandı. Ben daha önce kalp krizi geçirmiştim. Bizim hanımın söylediğine göre mide bulantısı kalp krizi belirtisi olabilirmiş. 73 yaşındayım, kalp teklemeye başladı. Ama doğrusunu isterseniz şimdi sizi görünce açıldım, moralim yerine geldi.”
Hocayla ıhlamur ve çay içtik. Bir sigara yaktım, Hoca hemen öksürmeye başlayınca söndürdüm.
Teybe aldığım söyleşi yaklaşık iki saat sürdü. Bu süre boyunca Atatürkçülüğü, laikliği ve Türkiye’yi bekleyen şeriatçı tehlikeyi anlattı.

*  *  *

Söyleşimiz bitmiş, şimdi sıra resim çektirmeye gelmişti. Foto muhabiri arkadaşı çağırdım. Resim çektirmeden önce Hoca cebinden tarak çıkarıp saçlarını taradı, üzerini düzeltti...

emmm

“Bizim hanım gazetede benim ne söylediğime hiç bakmaz. Ama onun için resim çok önemlidir. Saçlarıma falan bakar. Üzerimi düzelteyim de resim iyi çıksın, onu kızdırmayalım” dedi, gülüştük. Resimlerden kendisi için de birkaç adet bastırmamı rica etti.
Uzun söyleşimiz bitince biraz daha oturduk, muhabbet ettik. Söylediği sözler bugün bile kulağımda:
“Atatürkçü Düşünce Derneği’ni kurduk ama son derece kısıtlı olanaklarla çalışıyor. Paramız yok. Benim büromu aynı zamanda derneğin genel merkezi yapmak zorunda kaldık.”

*  *  *

Çantasından son kitabını çıkardı... “Bundan sizde herhalde yoktur. Sizin için imzalayayım...”
“Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı Seçimi. Rejim Bunalımına ve Kötü Sonuçlarına Doğru Pupa Yelken Gidiş” isimli kitabını imzaladı:

kittt

“31 Ocak 1990. Çok değerli yazar ve gazeteci Emin Çölaşan’a sevgi ve saygılarımla.”

*  *  *

Saat öğleni geçmişti. Vedalaştık, ayrıldık. Öğleden sonra beni aramış, bulamamış. Ben kendisini aradım. Özgeçmişine bir cümle eklememi rica etti:
“1961 Anayasası Kurucu Meclis’te görüşülürken ben anayasanın sözcülüğünü yapmıştım. Bu benim için çok önemlidir, özgeçmişime bunu eklerseniz çok memnun olurum.”
Hoca ile yaptığımız söyleşi bandını çözmesi için gazeteci arkadaşım Yeşim Ersoy’a verdim.
Akşama kadar önüme gelen bant çözümlerini parça parça okudum ve saat 19 dolaylarında eve gittim. Daha girer girmez telefon çaldı. Gazeteden arkadaşlar arıyordu:
“Abi, Muammer Aksoy’u az önce evine girerken öldürdüler...”
Şok!..
Kulaklarımda onun birkaç saat önceki sesi, gözlerimin önünde inançlı tavrı... Hayatımın en büyük şoklarından birini yaşıyordum. Birlikte çektirdiğimiz resimler son resimleri, bana imzaladığı kitabındaki yazısı, belki de öldürülmeden önceki son el yazısıydı.
Nasıl bilebilirdik birkaç saat sonra üzerine ateş edilip öldürüleceğini...

*  *  *

Kitabının bir dipnotunda şöyle diyordu: “73 yaşına gelmiş bir kişi olarak aktif siyasal yaşamdan kesinkes ayrıldığım gibi, önümüzdeki mart ayında Türk Hukuk Kurumu yöneticiliğinden de ayrılacağım. Adeta bir veda anısı olarak, bu kitabımın kapağında Türk Hukuk Kurumu Başkanı unvanını kullanmış bulunuyorum.”
‘Adeta’ değil, gerçek bir veda anısıymış kitabındaki bu sözleri...
Anayasa hukukçusu Muammer Aksoy’u genç kuşaklar pek tanımaz. İnançlı, ilkeli bir hukuk ve dava adamıydı. Gerçek bir Atatürkçü, gerçek bir yurtseverdi. Yürekli, cesur, mert, omurgalı adamdı. İnançlarından bir gün olsun ödün vermemişti.
İyi ki günümüzde tanık olduğumuz bu pislikleri görmedi!
Katilleri ‘doğal olarak’ bulunamadı!
Öldürüldüğü gün son saatlerinde birlikte olduğumuz Muammer Aksoy hocamızı bugün ölümünün 27. yılında saygıyla anıyorum.