Yarın sabah 09:00’da, Çağlayan Adliyesi D Blok 4. katta, 52 Asliye Ceza Mahkemesi’nde Cumhurbaşkanı’na tehdit ve hakaret ettiğim iddiasıyla açılan davanın 2. duruşması var. Bu konunun hiç ihtimal vermediğim şekilde buralara kadar gelmesine mi, devletin binlerce önemli ve çok önemli işi içinde bu yüzden hukuk sistemimizin meşgul edilmesine mi, yoksa 8 aydır her Pazartesi karakola gidip imza atmak zorunda kalmama mı yanayım bilemiyorum. Normal şartlarda dava konusu olamayacak bu mesele, daha sonra ortaya çıktığı gibi, kendisi FETÖ’cülükten yargılanan bir savcının işgüzarlığıyla buralara kadar geldi. FETÖ’cülükten yargılanan Savcı Murat İnam daha sonra görevden alındı ama, alınmadan önce, devran değişecek lafıma FETÖ’cü ağzı diyerek beni 5 yıl hapis cezasıyla tutuklama talebiyle mahkemeye de yolladı.

Aklım almıyor, kendisi FETÖ’cülükten yargılanan bir savcı nasıl olur da hala görevde tutulur ve kendisine hala soruşturma yaptırılır, insanların kaderiyle ilgili kararlar aldırılır. Bulabildiğim tek cevap, bunu ancak bir kumpas için kullanmak isteyenler varsa, böyle bir savcının görevde tutulmuş olacağıdır. Aynı Savcı Murat İnam’ın, görevden alınmadan önce Cumhuriyet gazetesi yazar ve yöneticilerini tutuklatan savcı olduğunu söylersem sanırım siz de benim gibi düşünürsünüz.

Atatürk’ün; VATAN TOPRAĞI KUTSALDIR, KADERİNE TERK EDİLEMEZ sözünde ifade ettiği gibi, vatan topraklarını kutsal belleyen herkesi bu duruşmayı izlemeye ve vatan topraklarımıza sahip çıkanlara sahip çıkmaya davet ediyorum. Burada benim FETÖ’cü Savcı kumpasıyla ceza alıp almamam değildir asıl mesele, asıl mesele, Ege’de AKP hükümetleri tarafından Yunanistan’a terk edilen 18 adamız, vatan topraklarımız, egemenlik haklarımız ve adaların etrafındaki münhasır ekonomik bölgedeki Türk Milleti’nin çıkarlarıdır. Ben bugün Türk Milleti’nin her şeyden daha değerli çıkarlarını koruduğum için yargılanıyorum.

5 Ekim 2016’da, Sözcü gazetesi yazarı olarak yandaş bir kanal olan Kanal A’da katıldığım siyaset programında, ‘Ege’deki 12 Adamızı Lozan’da verdiniz (yani Mustafa Kemal ve İsmet İnönü verdi)’ adice yalanına karşı; ‘Hayır, Lozan’da barışa verdiğimiz önemi gösteren bir iyi niyet özverisi olarak bıraktığımız Meis adası hariç Ege’de hiçbir Ada Lozan’da verilmedi. 12 Adalar Osmanlı hükümeti tarafından daha önceki anlaşmalarla İtalyanlara bırakılmıştı zaten. Ancak bize ait olan 16 Adamız, (5 Ekim’de 16 Adaydı, bugün 18’e çıktı) AKP hükümetleri tarafından 2004 – 2006 yılları arasında Yunanistan’a terk edildi’ diye cevap verdim.

Bu konu, yani vatan topraklarının terkedilmesi, başka bir ülkeye verilmesi suçu, TCK 302’ye göre vatana ihanet suçudur ve bu suça bulaşan herkes vatana ihanetten yargılanacaklardır. Nitekim ben de o programda, hiç isim kullanmadan dönemin başbakanı, cumhurbaşkanı ve genel kurmay başkanı vatana ihanetten yargılanacaklar dediğim için, beni Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ve tehditten 5 yıl hapisle yargılıyorlar. Oysa dediğim gibi bu adalar 2004 – 2006 yılları arasında Yunanistan’a terk edildi. Bu durum, yani adalarımızın işgal edildiği konusu, bir Yunan askeri helikopterinin 31 Aralık 2008’de Türk hava sahasını ihlal etmesi ve Aydın Bulamaç Adası’na iniş yapması üzerine Genel Kurmay tarafından fark edildi. Akabinde adaların 2004 yılından beri işgal altında olduğu Türk kamuoyuna duyuruldu.

Herkesin bildiği gibi bu olay yaşandığı dönemde, yani 2004 – 2006 yılları arasında Tayyip Erdoğan Başbakandı ve adalarımızın Yunanistan’a terk edilmesi olayından Başbakan olarak sorumluluğu vardır, Cumhurbaşkanı olarak değil. Bu cümlemden Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı kast ettiğimi iddia etmek, sadece 12 – 13 yıl geçmişteki tarihsel süreci çarpıtmak ve mahkemeyi aldatmaktır. Yalnızca Başbakan Tayyip Erdoğan’ın değil aynı zamanda olay ortaya çıktığı zamandaki Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün ve 2008 sonrası bütün Genel Kurmay Başkanlarının yanı sıra İçişleri Bakanlarının, Dış İşleri Bakanlarının, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlarının, Aydın, Muğla ve İzmir Valilerinin ve bu illerin Cumhuriyet Başsavcıları’nın da sorumluluğu vardır, bugüne dek ortalıkta dolanan bunca kanıta rağmen bu konuda hiçbir şey yapmadıkları için.

Ancak esas sorumluluk siyasi otoritededir çünkü bu olay ortaya çıktığında TSK’ya bu işgali engellemesi ve vatan topraklarımızı geri alması için hükümet direktifi vermediği için ve Yunanistan’a da adalarımızın boşaltılması için nota vermedikleri için asıl sorumlu siyasi otoritedir, yani Tayyip Erdoğan’ın Başbakanı olduğu hükümettir.

Anayasanın 2. Maddesine göre Türkiye Cumhuriyeti Hukuk Devletidir. Bir Hukuk devletinde hukukun üstünlüğü yerine üstünlerin hukuku kabul edilemez. Anayasanın 10. Maddesinde ve Türk Ceza Kanununun 3. Maddesinde “Kanun önünde eşitlik” ilkesi açık bir şekilde ifade edilmiştir. Anılan maddelere göre sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun suç işleyen herkesin adil bir şekilde yargılanması gerekir. Benim söylemlerim Anayasa ve kanunlarda belirtilen eşitlik ilkesinin herkese uygulanması gerektiğinin vurgulanmasıdır. Anayasa ve kanunların uygulanmasını istemenin, soruşturma ve yargılama konusu yapılması temel hukuk kuralları ile bağdaşmamaktadır ve çağdaş bir hukuk devleti olan Türkiye’ye yakışmamaktadır. Bu yanlıştan dönülmesini diliyorum.

Ayrıca tehdit iddiasını da asla kabul etmiyorum, kimsenin canını, malını tehdit etmiyorum ki. Hakaret iddiasını da asla kabul etmiyorum, yargı önünde hesap verecekler, vatana ihanetten yargılanacaklar demek neden tehdit olsun ki? Suç olduğunu düşündüğüm bir eylemden dolayı, suçun karşılığı olan cezayı söyleyerek bağımsız Türk mahkemelerini işaret etmek nasıl tehdit olarak yorumlanabilir? Vatanını ve milletini her şeyden çok seven ve vatan toprağını kutsal kabul eden bir yurttaş olarak, sadece adaletin tecelli etmesini talep ediyorum çünkü hiç kimse adaletin üzerinde değildir. Devran değişecek ve yargılanacaklar söylemi adaletin tecelli etmesi beklentisidir. Bugün 18 adamızın Yunanistan tarafından göstere göstere işgal edilmesinden sorumlu olanlar, bırakın yargılanmayı haklarında soruşturma bile açılmamıştır.

Bu büyük suça işaret eden ve hepimize ait olan vatan topraklarımızı savunmaya çalışan ben, yıldırmak, caydırmak, bezdirmek amaçlı olarak, güya Cumhurbaşkanı’na hakaret ettim, tehdit ettim diye burada haksız bir şekilde yargılanıyorum. Cumhurbaşkanı’nın adının bile geçmediği ve suçun işlendiği tarihlere baktığınızda zaten Tayyip Erdoğan’ın o dönemde Başbakan olduğu besbelli olan bir olayı işaret ettiğim konuşmamdan, Sayın Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a hakaret ve tehdit iddiası çıkarmaya çalışmak, yüce Türk adaletini kandırmaya çalışmaktır. Bunun takdirini, bir parçası olmaktan büyük gurur duyduğum asil ve yüce Türk Milletine bırakıyorum.

Meraklısı için, söz konusu programda sadece 2 dakika süren ve diğer konuk beni konuşturmadığı için, sadece 4 cümlesini, onlar da çok kısa 5 – 6 kelimeden oluştuğu için tamamlayabildiğim bölük pörçük 50 kelime bile olmayan konuşamadığım cümlelerim şöyle; (... noktalar, karşı taraf bağırıp çağırdığı için cümlemi bitiremediğim konuşmalarımı gösteriyor)

NM: Abi bak, ya herkes bunu söylüyor, vatana ihanetten yargılanacaklar, vatana ihanetten yargılanacaklar.
MÖ:
NM: Cumhurbaşkanı da, Başbakan da, Genel Kurmay Başkanı da hepsi ...
MÖ:
NM: Devran değişecek ve bu ...
MÖ:
NM: 93 sene önceki şeyden dolayı?
MÖ:
NM: Yaşamıyor ki şu anda o insanların ....
MÖ:
NM: Allah, Allah ....
MÖ:
NM: Bak çok, bu işi bilen insanlar söylüyor.
MÖ:
NM: Valla bak bu işi bilenler ...
MÖ:
NM: Tehdit etmiyorum.
MÖ:
NM: Tamam, tamam bir dakika ...

Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve lütfen bu 10 satırcık bile olmayan, bir de zaten konuşturulmadığım sıradan bir TV programı tartışmasından Nasuh Mahruki’ye 5 yıl hapis cezası talep etmeyi nasıl yorumlamamız gerektiğini bana söyleyin.