FETÖ’nün fikir babası Said-i Nursi, risalelerinde Atatürk’e ve silah arkadaşlarına “deccal süfyan, mülhid, mürted, habis, firavun, zındık, mason, münafık” diyerek saldırmıştır

Dikkat ediyorum, 15 Temmuz darbesinden sonra “FETÖ’yle mücadele” sürecinde her şey konuşulurken “bir şey” konuşulmuyor: FETÖ’nün hangi düşüncelerden beslendiği, kimleri kendine rehber edindiği; eskilerin ifadesiyle kimden el aldığı adeta özenle toplumdan gizleniyor. Oysaki FETÖ bataklığını kurutmak için her şeyden önce FETÖ’nün fikir kaynaklarını bilmek ve onları kurutmak gerekir. Lafı hiç uzatmadan söylemeliyim ki, FETÖ bataklığını besleyen ana damar Said-i Nursi’dir. FETÖ, Said-i Nursi’nin risalelerinden beslenmiştir. FETÖ’nün “ışık evlerinde” yıllarca Said-i Nursi’nin “Bunları ben yazmıyorum, bana yazdırılıyor” ve “Arş-ı azamdan indiği muhakkaktır” dediği Nur Risaleleri okutulmuştur. FETÖ müritleri, Kuran’dan çok, Nur Risalelerinden etkilenmiştir. FETÖ’nün kara kutusu Said-i Nursi’dir.

SAİD-İ NURSİ’DEN FETULLAH GÜLEN’E

Said-i Nursi’nin, Hz. Ali, Şeyh Abdülkadir Geylani ve evliya dediği bazı kimselerden aldığı bir habere göre (!) güya “ahir zamanda beklenen bir zat gelecek, Hristiyanların ruhani liderleriyle işbirliği yaparak üç görev yapacak: Birincisi, imanı kurtaracak. İkincisi, şeriatı tatbik edecek. Üçüncüsü, hilafeti yeniden kuracak.” (Sikke-i Tasdiki Gaybi, s. 9, 10). Olayların gelişimi, Fetullah’ın, kendisini, Said-i Nursi’nin bu safsata kehanetindeki “beklenen kutsal adam” olarak gördüğünü kanıtlıyor. Fetullah’ın, “Dinler Arası Diyalog” gibi çalışmalarının temeli de buraya dayanıyor. Nitekim Fetullah, “Fasıldan Fasıla” adlı kitabında Nasr Suresi’nin ilk ayetinde geçen “ve’l feth” ifadesinin “Fetullah” demek olduğunu iddia ederek şöyle diyor: “Buradaki nükteye gelince, Allah’ın bizi yaratması, HİZMET YOLUNA sevk etmesi, halkın kalbini bize tevcih etmesi... Hepsi Allah’ın yardımı ve inayetiyledir...” (Fetullah Gülen, Fasıldan Fasıla, s. 184). Yani, Fetullah, Kuran ayetinin kendisini işaret ettiğini belirtiyor. Fetullah’ın, Kuran ayetlerinin kendisini işaret ettiği düşüncesi Said-i Nursi kaynaklıdır. Nitekim Said-i Nursi de Kuran’da birçok ayetin kendisinden söz ettiğini iddia ediyor. Örneğin, “Allah, göklerin ve yerin nurudur” diye başlayan Nur Suresi’nin 35. ayetindeki “Nur”la kendisinin kastedildiğini, yine ayette yer alan “ateşsiz yanan bir alevin” ifadesiyle de kendisinin eğitim görmeden Risale-i Nurları yazabilmesine gönderme yapıldığını belirtiyor. Güya Hud ve Enam surelerinde Allah doğrudan doğruya kendisine hitap ediyor! Yine Bakara Suresi 151 ve 269. ayetlerdeki “kendisine hikmet verilen, hikmeti öğreten ve herkese bilmediği şeyleri bildiren” kişinin kendisi olduğunu düşünüyor. (Ayrıntılar için bkz. Neda Armaner, Nurculuk, s. 14-17).

s1

Sad-i Nursi’ye göre “dinsiz” Türkiye Cumhuriyeti “darül harp”tir. Dolayısıyla bu “darül harp”i “darül İslam’a” dönüştürmek gerekir! İşte Fetullah’ın, Türkiye Cumhuriyeti kurumlarına “sızmak” istemesinin temelinde Said-i Nursi’nin bu “dinsiz Cumhuriyet” safsatası vardır. Fetullah, 18 Haziran 1999’da ATV’de, 19 Haziran 1999’da Sabah Gazetesi’nde yayımlanan kasetinde, Türkiye Cumhuriyeti’ni “darül harp” kabul ederek onu dönüştürmek için örtülü ve sinsice devlete sızdıklarını itiraf etmişti.
FETÖ’cüler, yıllarca ışık evlerinde Said-i Nursi’nin, Atatürk’e ve Cumhuriyet’e kin kusan aşağıdaki satırlarını okuyarak yetiştiler.

İKİ DECCAL BİR SÜFYAN

Said-i Nursi, “Barla Mektupları”, “Şualar”, “Risale-i Nur Sönmez”, “Münazarat”, “Rumuzat-ı Semaniye” ve “Sırr-ı İnna A’tayna” risalelerinde Atatürk’e saldırmıştır.
Said-i Nursi’ye göre Atatürk, “deccal” ve “süfyan”dır. Bir risalesinde Atatürk’ten “Tek gözlü deccal” diye söz ediyor. (Barla Mektupları, s. 53).
Said-i Nursi, Beşinci Şua’da bahsettiği “deccal” ve “süfyan”ın, Atatürk olduğunu da bizzat ifade ediyor. “Süfyan ve bir İslam deccalinin MUSTAFA KEMAL olduğu Beşinci Şua’da anlaşılıyor” diyor. (Sırr-ı İnna A’tayna Risalesi, s. 44). İslam kaynaklarında Deccal, “ahir zamanda gelip İslam’ı yıkmaya çalışacak dehşetli biri” olarak tanımlanıyor.
Sad-i Nursi, Atatürk’e ve onun kurduğu Cumhuriyet’e özellikle cifir ve ebcet hesaplarıyla saldırıyor. “Rumuzat-ı Semaniye” ve “Sırr-ı İnna A’tayna” risalelerinde Milli Mücadele’nin üç kahraman komutanı; Mustafa Kemal (Atatürk), İsmet (İnönü) ve Fevzi (Çakmak)’tan “İKİ DECCAL BİR SÜFYAN” diye söz ediyor. Süyfan’ı şöyle açıklıyor: “Süfyan, zındıkların başı, cahşilerin cahşisi (kararmışların kararmışı), Yahudilerin en habislerinden, zalimlerin en zalimidir.” (Rumuzat-ı Semaniye, haz. Hüseyin Bulut, s. 105). Daha sonra da cifir ve ebcet hesabıyla Kevser Suresi üzerinden “iki deccal bir süfyan”ı anlatıyor. Önce “Ahir zaman deccalinden önce küçük deccaller geleceğini” belirtiyor. Sonra, çok çirkin bir dille Atatürk’e saldırıyor. “İslam şeriatını tahrip etmeye” çalışan “Mason komite reislerinden ve hiçbir cihette müstahak olmadığı MUSTAFA KEMAL ismiyle malum olan ŞAHSI MENHUS, o DECCALLERDEN birisidir” diyor. Sonra da ebcet ve cifir hesaplarıyla Kevser Suresi’ndeki “şanieke huvel epter” ifadesinin “O zındık (mason) komitesinin üç reisleri” dediği Mustafa Kemal’i, İsmet (İnönü)’yü ve Fevzi (Çakmak)’ı gösterdiğini iddia ediyor. Bu arada Atatürk’ü, “Muhammed Aleyhisselam’ın en büyük düşmanı olan GAZİ HERİF” diye adlandırıyor. (Sırr-ı İnna A’tayna Risalesi, s.27, 28).
Sakarya ve Büyük Taarruz
kazanılmasa bu ülkenin Yunan yıkımından arda kalan camilerine çan takılacağını unutarak, bir din adamına yakışmayan çok çirkin bir üslupla Atatürk’e, İsmet İnönü’ye ve Fevzi Çakmak’a saldırıyor.

CİFİR EBCET SAHTEKARLIĞI

Ancak ilginçtir. “Mustafa Kemal” isminin harf değeri aslında “şanieke huvel ebter” ifadesine denk gelmiyor. Bunu fark eden Said-i Nursi bakın nasıl bir hile yapıyor. Kendi ifadeleriyle aktarıyorum: “Baktım ki Mustafa Kemal ismine iki fark ile denk geliyor. Mustafa Kemal, ismine layık olmadığı (için) ‘mim’in arkasına nefye alamet bir ‘elif’ gelmeli!” Yani, “Mustafa Kemal” adındaki harf sayısı hesaba uymayınca, “Mustafa Kemal ismine layık değildir” diyerek, hesaba uydurmak için “Mustafa Kemal”in adına harf ekliyor. “Mustafa Kemal” adını “Mestafe Bi-Kemal” biçiminde yazıyor. Aynı şeyi Atatürk’ün görev süresini hesaplarken de yapıyor. Yine “Mustafa Kemal”in adına harf ekleyerek bir yerde 12, bir yerde 16 rakamını buluyor ve buradan hareketle Atatürk’ün, 12 ve 16 sene ülkeyi yönettiğini belirtiyor! Ayrıca Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’ten, “Dinsiz Cumhuriyet” diye söz ediyor! Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı süresinden söz ederken de “Müddet-i firavuniyeti” (Firavunluk süresi) ifadesini kullanıyor.

s2

Said-i Nursi, Kevser Suresi’nde geçen “fesellili rabbike” ifadesinin ebcet değeri üzerinden de laik Cumhuriyet’e saldırıyor. Hilafetin 484 yıldır İstanbul’da yaşadığını, bu 484 rakamının, hilafetin kaldırıldığı 1922’ye denk geldiğini belirtiyor (Oysaki hilafet 1924’te kaldırıldı). Hilafetin kaldırılmasının “dinsizlik” olduğunu, “laik Cumhuriyet’in” de “dinsizlik manasına geldiğini” söylüyor.
Ayrıca Kevser Suresi’nin üçüncü ayetindeki “...sana buğzeden, soyu kesik olanın ta kendisidir” ifadeleriyle de Atatürk’ün kastedildiğini iddia ediyor.
Görüldüğü gibi Said-i Nursi, açıkça hile yapıp yalan söylüyor. Birincisi, Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı süresi (1923-1938), 12 veya 16 yıl değil, 15 yıldır. İkincisi, halifeliğin kaldırılmasının dinsizlikle bir alakası yoktur. Hilafet siyasal bir kurumdur. Laiklik ise dinsizlik değildir. Üçüncüsü, Atatürk, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak’tan hiçbiri mason değildir. Dördüncüsü, doğru ebcet hesabıyla Mustafa Kemal, İsmet İnönü ve Fevzi Çakmak adlarındaki harf sayıları da Kevser Suresi’ndeki üçüncü ayetin toplam harf sayısına uymamaktadır. (Said-Nursi’nin çarpıtmaları ve doğru hesaplamalar için bkz. Şerafettin Güç, “Bir Tahrifatın Deşifresi, Said-i Kürdi Kevser Suresini Neye Alet Etti”, Düşünce ve Tarih,
S.18, s.16-21).

s3

DİN DÜŞMANLIĞI SIRALAMASI

Said-i Nursi, Atatürk Cumhuriyeti’ni “İstibdad-ı askeriye-yi keyfiyeyi küfriye” olarak adlandırıyor. Yine cifir ve ebcet hesaplarıyla bulduğu rakamlardan yola çıkarak “Mason komitesinin üç reisi” dediği Cumhurbaşkanı Atatürk, Başbakan İsmet (İnönü) ve Genelkurmay Başkanı Fevzi (Çakmak)’ın, sözüm ona “derece-i hataları ve şeriat hakkında olan cinayette hisseleri”ni sıralıyor: Önce ebcet hesabıyla 1017 “hata sayısını” buluyor, sonra bu 1017 hata sayısından İsmet (İnönü)’nün 600, Atatürk’ün 321, Fevzi (Çakmak)’ın ise 103 hisse aldığını iddia ediyor. Dine zarar verme konusunda en büyük hisseyi, “icraatçı” olduğu için İsmet (İnönü)’ye veriyor. Atatürk’e “şeytani” diyor. Fevzi (Çakmak)’ı ötekilere göre “bir derece iman sahibi” olarak adlandırıyor. Atatürk ve (İnönü)’den “öteki gaddarlar” diye söz ediyor. Fevzi (Çakmak)’ı, “dizginleri öteki gaddarların eline vermekle” suçluyor. (Sırrı İnna A’tayna Risalesi, s. 37).
Said-i Nursi, Türkiye’yi 2. Dünya Savaşı’na sokmayanın da İsmet İnönü değil, “Risale-i Nur” olduğunu söylüyor. (Sikke~i Tasdiki Gaybî, s. 45).

DURMADAN ATATÜRK’E SALDIRIYOR

Said-i Nursi, Atatürk’ü, “Halkın nefretine layık adam... İslam dinini yıkmaya çalışan kişilerin en büyüğü... (deccal)” olarak adlandırıyor. (Alparslan Işıklı, Said-i Nursi, Fethullah Gülen ve Laik Sempatizanları, s.24).
Denizli müdafaasında açıkça Atatürk’e saldırıyor; Atatürk’ün Milli Mücadele’deki rolünü azaltmaya çalışıyor: “Benim kırk sene önce beyan ettiğim bir hadisin o şahsa (Atatürk’e) vurduğu tokada binaen, sabık mahkemelerimizde bana hücum eden bir savcıya dedim... Kahraman ordunun zaferi ve şerefi ona verilemez...” diyor. (Şualar, 300,302, 319).
Başka bir risalesinde de “Ölmüş gitmiş ve dünyadan ve hükümetten alakası kesilmiş BİR ADAM hakkında 30 sene evvel hadis-i şerifin ihbarıyla KURAN’A ZARARLI öyle bir adam çıkacak dediğimi ve sonra MUSTAFA KEMAL’in o adam olduğunu zaman gösterdi” diyor. (Emirdağ Layihası, C.1, s. 279).
Said-i Nursi, Atatürk’ü “süfyan, deccal, tağut, delalet zındıka komitesinin firavun meşreb reisi, ehl-i dalaletin dehşetli şahsiyeti” diye adlandırdığı için mahkum oluyor. Buna karşı “hapisteki Nur talebeleri” ağzıyla verdiği cevapta, Atatürk’ün, “bu milletin istiklalini ve istikbalini mahvettiğini”, dünyadaki “350 milyonluk manevi ihtiyat kuvvetini”, yani, dünya Müslümanlarını “milletin aleyhine çevirip dinsizliği dindarlara tercih ederek” 70 milyon Arap’ı elinden çıkardığını iddia ediyor. (Sırr-ı İnna A’tayna Risalesi, s. 43-44). Bütün bunları söylerken I. Dünya Savaşı sırasındaki “Arap ihanetinden” ise hiç söz etmiyor.
İşte Türkiye’de bugün din üzerinden Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı yapanların çoğu, Said-i Nursi’nin bu tür safsatalarıyla Atatürk’e ve Cumhuriyet’e düşman oldular, olmaya devam ediyorlar.

Said-i Kürdi


Said-i Nursi, uzun yıllar “Said-i Kürdi” adını kullandı.
Milli Mücadele yıllarında Kürt Teali Cemiyeti, Teali İslam Cemiyeti, Kürt Neşriyat Cemiyeti ve Kürdistan Azmi Kavi adlı derneklerin kurucuları arasında yer aldı.
1925’teki Şeyh Sait İsyanı’ndan önce ayrılıkçı Azadi örgütüyle ve isyanın elebaşı Şeyh Sait’le görüştü, ancak fiilen isyana katılmadı. İsyan sonrasında Batı’ya sürüldü.
Türklerin, Kürtleri ezdiğini düşünüyor. “Türklerin, Kürtlerin milliyetlerini kaldırıp onların dillerini unutturduklarını” belirtiyor. (Mektubat, s.339).
Necip Fazıl’dan öğrendiği 1938 Dersim Olayı’nı, Atatürk’ün “deccal” olduğuna kanıt olarak gösteriyor. Bunun, “zındıklık, münafıklık, vatan ve millete hadsiz bir düşmanlık olduğunu” söylüyor. (Sırr-ı İnna A’tayna Risalesi,
s. 42, 44).

s4

Bir keresinde etnik kökeni üzerinden Atatürk’e saldırırken Türkleri övüyor: “İslam’ın en büyük ordusu ve kahraman milleti olan Türk’e, bütün mahiyetlerine zıt, bütün ecdatlarını darıltan, inciten, manen ihanet eden ve neslen hiç Türklükle münasebeti olmayan bir adama (Atatürk’e) Türklerin ceddi ve büyük babası namını vermenin” Türklüğe ihanet olduğunu söylüyor. (Sırr-ı İnna A’tayna Risalesi, s.45).
Bu arada az daha unutuyordum! Said-i Nursi’yi II. Abdülhamit bir süre akıl hastanesinde tutmuştu. (Şerif Mardin, Bediüzzaman Said Nursi Olayı, s. 131,132). Bunu kendisi de itiraf ediyor. (Said’i Nursi, Divan-ı Harbi Örfi, s. 6). Bu topraklarda yaşayan aklı başında birinin -eğer cahil veya hain değilse- Atatürk’e düşman olması, mümkün müdür Allah aşkına?

Bataklığı kurutmak


Şapkayı dinsizliğin sembolü olarak gören, “350 bin tefsirin işaretiyle tesettüre en uygun kıyafet çarşaftır. Çarşaf kadınların siperi, kafesidir” diyen Said-i Nursi’nin tüm hayatını; risalelerindeki saçmalıkları, Milli Mücadele’deki sessizliğini, 1950’lerdeki partizanlığını; 1958’de Emirdağ’da yeşil tuğralı bayrakla Menderes’i karşılayışını vb. buraya sığdırmam mümkün değil. (Ayrıntılar için bkz. Sinan Meydan, Cumhuriyet Tarihi Yalanları, 2. Kitap, s. 503-572).
Sözün özü şu: FETÖ’yle aynı kaynaktan; Said-i Nursi’nin risalelerinden beslenen bugünkü siyasal İslamcı kafanın, o bataklığı kurutması imkânsızdır. O bataklığı kurutmadıkça da FETÖ bitirilse bile yeni FETÖ’lerin ortaya çıkması engellenemez.