İdealist gazetecilerdik...
1990’lı yıllar ortası...
Holding medyasına karşı Ankara merkezli “Siyah Beyaz” adlı gazetede bir araya geldik.
En sıkıntılı konu; gazeteyi Kıbrıs baskısına bir türlü yetiştirememekti. Çünkü...
“Öğrencisi” olmaktan gurur duyduğum Attila Aşut, gazetenin hem yazarı; hem de redaksiyon müdürüydü. Elindeki kırmızı kalemle yaptığı düzeltmeler gazete sayfalarını kıpkırmızı hale getiriyordu! Redaksiyon gazeteye zaman kaybettiriyordu.
Ama gel de bunu Attila Aşut’a anlat; dil konusunda taviz vermiyordu. Türkçe konusunda çok titizdi. Ve aslında hep öyle olmuştu...
1970’li yıllar başı...
Türkiye Komünist Partisi’nin Londra’da gizli matbaası vardı. Avrupa’daki yayınlar burada basılıyordu. Yayınların redaksiyonunun başında kim vardı dersiniz; Attila Aşut!
TKP tarihinin önemli isimlerinde İsmail Bilen’in (Laz İsmail) kitabı “Savaş Yolu” gibi birçok yayına katkıda bulunmuştu.
Konuyu şuraya getirmek istiyorum:
Türkçe konusunda titizlenenler; çoğunlukla bu ülkenin solcuları/sosyalistleri/komünistleri oldu. Türkçeye çok emek harcadılar. Örneğin...
Türkiye’de sol rüzgarların estiği 1960’lı yıllarda; Türkiye’nin aydınlık pırıl yazarları, şairleri, gazetecileri öz Türkçe yazmaya özel önem verirdi.
Biliyorlardı ki; dil, egemen ideolojinin taşıyıcısıydı.
Kültür emperyalizmine karşı, memleket sevdalısı bu solcular Türkçeyi koruma altına almakla yetinmediler, dilimizi geliştirdiler.
Örneğin... Arapça “hatıra” yerine Türkçe “anı” sözcüğünü kullandıkları için başta Peyami Safa olmak üzere muhafazakar yazarlar; “anı, anırmaktan gelir” diye karşı çıktı! Arapça “acele” yerine Türkçe “ivedi” sözcüğünü kullandığı için rahmetli Ecevit’i “gomonist” ilan ettiler!
Attila Aşut, halen BirGün gazetesinin köşe yazarı; Türkçeyi savunmayı ısrarla sürdürüyor. “Dilimiz yurdumuzdur” diyor...

Polis dili


Solcuların, ilk temel bilgileri öğrendiği kitap; Georges Politzer’in “Felsefenin Başlangıç İlkeleri”dir.
Kitabı, 1966 yılında A.Ü. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde Anayasa Hukuku asistanı ve Türkiye İşçi Partisi üyesi olan Cem Eroğul çevirdi.
Bugün emekli bir öğretim üyesi olan Prof. Dr. Cem Eroğul’un uzmanlık alanlarından biri de, dil politikasıdır.
Attila Aşut’a gönderdiği mektupta şöyle diyor:
Aşağı yukarı kırk yaşlarımda dile karşı dayanılmaz bir ilgi duymaya başladım ve tıpkı yirmi yaşımda kapıldığım Marksizm aşkı gibi, bu da ondan sonra düşündüklerimi ve yazdıklarımı hep derinden etkiledi.
Nitekim, yetmiş yaşımı kutlamak için Yordam Kitap’ın 2014’te yayımladığı “Birey Nedir?” kitabımın alt başlığı, “Öz Türkçe Bir Marksist Yaklaşım Denemesi.”
Kitabın sonuna, dile bakışımı ortaya koyan üç yazı ekledim.
Bu eklerin ilk ikisine (“Anayasa ve Tüze Dilinin Türkçeleştirilmesi”, “Aydınlanmanın Aracı Olarak Öz Türkçe”) internette, cemerogul.wordpress.com adresinde bir tıklamayla erişmek olanaklı. (...)
Oldu olacak, son yıllarda yaygınlaşan üç “dil suçu” konusundaki üzüntümü de sizinle paylaşayım.
Birincisi, “için” yerine “adına” denmesi. Örneğin, “sizi memnun etmek adına...”
İkincisi, yerli yersiz her yerde “asker-polis üslubu”nun kullanılması. Örneğin: “yapılmıştır” yerine “yapıldığı değerlendiriliyor.”
Üçüncüsü de, “keyfilik” yerine “keyfiyet” denmesi. Hele bu sonuncusu beni resmen çileden çıkarıyor. Dil konusunda nasıl düşündüğümü merak ederseniz, internetteki sayfama bakarsınız. Ben yalnızca size minnetimi ve manevi desteğimi sunmak istedim. Bu güzel çabanızın süreceğini bilmek, bu çorak günlerde içime su serpiyor...”
Mektuba döneceğim...

Atatürk’e ayıp


Tarih: 2 Eylül 1930.
Atatürk, İstanbul’da Prof. Sadri Maksudi’nin yazdığı “Türk Dili İçin” adlı kitaba şu notu yazdı:
“Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.”
Türkçenin korunması ve geliştirilmesi için en büyük mücadeleyi kuşkusuz Atatürk verdi.
Prof. Cem Eroğul mektubunda diyor ki:
“Atatürk, ölmeden yaklaşık bir buçuk ay önce kaleme aldığı vasiyetnamesiyle, İş Bankası’ndaki hisselerinden kaynaklanan gelirleri Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu’na bırakmıştı. Yarım yüzyıla yakın bir zaman, bu isteğe uyuldu.
12 Eylül darbecileri, birer dernek olan bu kuruluşları kapattılar, mallarına el koydular, sonra aynı adları taşıyan birer devlet dairesi kurup bu malları onlara verdikleri gibi, o günden sonra da Atatürk’ün vasiyetnamesinden kaynaklanan gelirleri bu devlet dairelerine ödemeye başladılar. Sıradan bir kişiye bile yapılsa, böyle bir işlemi hiçbir hukuk düzeni kabul etmez. Ne var ki biz bunu, devletin kurucusuna yaptık. Yapmakla kalmadık, 12 Eylül’ün üzerinden neredeyse otuz yıl geçti, bu ayıbı sürdürüyoruz. Darbecilerin kapattıkları partiler, sendikalar yeniden açıldı, attıkları kişiler görevlerine döndüler, nice ayıp birer birer silindi. Ama bir türlü sıra Atatürk’e yapılan ayıba gelemedi...
Ölüp gidersem gözüm arkada kalacak. Büyük kurtarıcıya yapılan bu inanılmaz haksızlığı düşündükçe, insan olarak, yurttaş olarak yüzüm kızarıyor...”
Hep merak ederim:
Bu ülkenin insanları; Marksistlerin, Türkçeye ve Atatürk’e bağlılıkları konusunda hangi bilgiye sahip?
Türkçeyi savunan solculara, “dil ırkçısı” diyen BDP ile işbirliği yapıp, 2012’de Anayasa’dan Türkçe sözcüğünü çıkarmak isteyen AKP’yi sahiden tanıyor mu?
Peki..
Dilimizi yok etmek için 15 yıldır elinden geleni yapan AKP ile, bugün ittifak yapan MHP’yi “milliyetçi” mi sanıyor?
Bir yanda, solcuların dil hassasiyeti...
Diğer yanda, dilimizi Araplaştırmaya çalışan Selefi Vehhabi hayranlarıyla, kendilerini ülkücü sananların işbirliği...
Ne diyeyim...
Şu “gomonistler” kadar olamadınız be!..