1990’ların sonuydu...
Cnntürk’ün kuruluş çalışmalarını sürdürüyoruz.
Güneşli semtindeki Hürriyet Medya Towers binasının iki katında çalışıyoruz.
Binada Hürriyet dışında Gözcü gazetesi de vardı.
Öğle yemekleri için giriş katında “alakart” yenilen yer vardı; sıklıkla orada yemek yiyoruz; Arzu, Canan ve ben.
Bir kişi dikkatimi çekiyordu. Her zaman lacivert takım elbiseli, kravatlı, şık bu İstanbul beyefendisi kimdi?
Bir gün öğle yemeğinde masasına oturdum; tanıştık. Meğer yazılarını Gözcü’de okuduğum Mehmet Türker idi.
O günden sonra...
Fırsat buldukça aynı yemek masasını paylaştık.
Genellikle yemeği Gözcü’den -2007’de kaybettiğimiz- duayen gazeteci Akgün Tekin ile yerdi.
Onlarla yemek masasında basın sohbeti etmek keyifliydi. Babıali gazeteciliği geleneğinin son temsilcileriydi onlar.
Kimdi bunlar?..
Rahmi Turan ekolünün habercileri diyebiliriz onlara; ya da “amca” dedikleri gazeteci patron Haldun Simavi’nin öğrencileri.
Onların; patronundan muhabirine tek hedefleri/amaçları vardı; habercilik yapmak.
Hep mükemmeli arayan Günaydın gazetesi ekibiydi bu. Melih Aşık, Bekir Coşkun, Orhan Bursalı, Necati Doğru, Can Ataklı’yı yetiştiren bir “okul” idi Günaydın.
Sorgulayan, araştıran; ve iktidarların değil her daim halkın yanında duran bir habercilikti yaptıkları. O yıllar... Uğur Dündar’ı da Günaydın gazetesinde yazdıran bu meslek ahlakıydı.
Gazetecilik heyecanını hiç kaybetmeyen; muhabirliği yücelten; haberi kutsallaştıran; ve gazeteci bağımsızlığından ödün vermeyen bir gazetecilikti bu.
Buraya kadar isimlerini yazdığım dürüst, güvenilir tüm gazetecilerin, bugün aynı çizgide olmaları şaşırtıcı mı? Hiç değil.
İşte Mehmet Türker, son nefesine kadar hep gazeteci olarak kalan bu ahlaki idealist kuşağın temsilcilerindendi...

İşçi-memur çocukları


Akgün Tekinler, Mehmet Türkerler...
O gazeteciler, Cumhuriyet dönemi basınının üçüncü kuşağını temsil etti.
Çoğunluğunun ailesi işçi sınıfına mensuptu. Örneğin Rahmi Turan’ın babası, Devlet Demiryolları’nda çalışıyordu.
Bu sebeple her daim içinden geldikleri halkın gazetecisi oldular.
Mehmet Türker’in 1968 ve 1971’de işçi sendikalarından ödüller alması bu nedenle şaşırtıcı değildir. Oradan geliyorlardı... Necati Doğrular, Umur Talular sendika yazarlığından gelmeydi. Emin Çölaşan DİSK üyesiydi...
Çoğunluğu İstanbulluydu. Ama İstanbul sermayesinin gazetecisi olmayı reddettiler. Sosyeteye uzak durdular.
O kuşağın parayla-ünle pek ilgisi olmadı.
Evet. Gazeteciliği sınıf atlamanın/zenginleşmenin aracı yapmadılar.
Ne rant, ne şöhret peşinde koştular.
Öyle ki... Turgut Özal’la başlayan yeni yaşam biçimini/neoliberalizmi dayatan -1980’li yılların ortalarında çıkan- Sabah gazetesinde barınamadılar.
1980’den sonraki gazeteciliğin sembolü sayılabilecek plaza medyasına ısınamadılar.
Yandaş olmaya heves etmediler.
Güvenirliği zedelemediler. Muhabir ile muhbir farkını bildiler. Bilerek yalan yazmadılar.
Kıstasları hep şu oldu:
Haberde objektif olmak, makalede özgür yorum yapmak.
Hep haberci kaldılar. Hep gazeteci kaldılar. Hep halkçı oldular. Bu nedenle adlarının tiraj sihirbazına çıkması tesadüf olmadı.
Ve... Her halkçı gibi Türkiye’nin tam bağımsızlığını savundular. Örneğin...
O kuşak demek, Kıbrıs meselesi demekti. Bugün Kıbrıs’ın özgürlüğünden bahsediliyorsa bunda bu gazeteci kuşağının emeği çoktur.
Hep mücadeleci oldular.
Hangi iktidar olursa olsun muhalif kaldılar.
Kalemleri sivriydi. Mizah en önemli “silahları” oldu. Örneğin... Muzır Yasası çıkınca Turgut Özal’ın mayolu fotoğrafında göğüslerini bantladılar!
Gün geldi; bedel ödediler. Ama. Kalemlerini kırmaktan da geri durmadılar.
Mehmet Türker’in, uzun yıllar çalıştığı Hürriyet’te; ve Meydan’da ve Gözcü’de gazetecilik yapamamasının sebebi, Türkiye’de 1980’den sonra artık değişen haber anlayışı oldu. Haber, piar çalışmasına dönüştürüldü. Haber, medya patronu işlerinin aracı oldu. Tuz artık kokuyordu...
Bu çirkinliğin üzerine bulaşmasına izin vermedi Mehmet Türker; temiz kaldı.

Sözcü’de buluştuk


Yıl, 2007.
Doğan Grubu Gözcü gazetesini kapattı.
Mehmet Türker Ağabeyi bir daha görmedim.
Aralık’ta son kitabı, “Yazık Ettiler Güzelim Ülkeye” kitabını imzalayıp göndermişti. Masamın üzerinde yazılmayı bekleyen kitaplar arasındaydı. Hatta, okuduğunuz işte bu yazıyla anlatmak istiyordum kitabı.
Çünkü, şu cümlesini not etmiştim:
Cumhurbaşkanı Erdoğan “hakaretten” hakkında 10 suç duyurusunda bulunmuştu. İşte... Bunun üzerine “halkçı gazetecilik” başlıklı makale yazmayı düşünmüştüm. Olmadı. Sağlığında yetiştiremedim.
Ey okur!
Bu ülkede gazetecilik zor iştir; insanı kanser eder.
Çünkü namuslu vicdanlı gazeteci için, yapılması gerekeni yapmak hoşa gideni yapmak değildir. Bunun bedeli ise ağırdır. Bil ki...
Mehmet Türker bu zorlu mesleği alnının akıyla yaptı.
Gazetecilikten, habercilikten taviz vermedi.
Hayatı boyunca hakikatin peşinden koştu. Boyun eğmedi.
Evet. Yıllar sonra -zorluklardan doğan- Sözcü’de hepimizin buluşmasının sebebi “halkçı gazetecilik” yapma ısrarımızdır.
Günaydın gazetesi dün neden başarılı olmuşsa; bugün de Sözcü o nedenle başarılıdır. Bunun sırrı; halkı sevmektir, halkçı gazeteciliktir.
Bu sebeple...
Halkına, ülkesine ve mesleğine sevdalı Mehmet Türker, adını haysiyetli-ölümsüz gazeteciler listesine yazdırmıştır.
Böylesine bir son her gazeteciye nasip olmaz.