Akşener, partisinin genel merkezinde basın toplantısı gerçekleştirdi. Akşener'in gündeminde İsrail yönetiminin Filistin'de uyguladığı katliam ve ekonomideki kötü gidiş vardı.

Akşener'in konuşmasından satır başları şu şekilde:

Değerli Basın Mensupları,Bu toplantıyı, yaşadığımız iki vahim nedenle, yapma gereği duyduk. Birisi dış politikadaki, diğeri, ekonomideki gidişatla ilgili. Kudüs’te yaşananlar, artık bir bölgesel sorun olmaktan, çok daha öteye, bir insanlık sorunudur, bir katliamdır. Daha da kesin söylemek gerekirse, bir tarafta en büyük güç odaklarının, diğer tarafta, hiçbir gücü olmayanların, bir tarafta en ağır silahların, diğer tarafta, sadece taşların ve sopaların olduğu, bir tarafta, dünyanın en acımasız saldırganlarının, diğer tarafta eli kolu bağlanmış olanların yaşadığı, insanlık tarihinin en adaletsiz, en eşitsiz savaşı yaşanmaktadır.Böyle zamanlarda, devletlere ve devlet temsilcilerine düşen, sadece kınamak olmamalıdır.Tıpkı ülkemiz yöneticilerin yaptığı gibi, sadece kınamak, mevcut durumun devamını sağlamaktan öteye gitmez.Ölüm dediğiniz, katliam dediğiniz durumların, sözlere tahammülü yoktur.Büyük yanlıştan büyük ders çıkarmak gerekir.

'TÜRKİYE BURADAN NASIL ÇIKAR?'

Kudüs’te yaşanan, bizim acılarımızın parçası olan vahim durumun en büyük yanlışlarından biri, Türkiye’nin tutarsız ve içi başka dışı başka dış politikasıdır.Bir yandan, Müslüman dünyanın temsilcisi, iddiasını taşıyıp, diğer taraftan, o Müslüman dünyaya, eziyet yapanlarla çıkar birliktelikleri kurmaya devam etmek yanlıştır.Her felaket durum, sözle değil fiille, aksiyonla karşılık bulmazsa, itibarlı bir politikaya sahip olamazsınız.Türkiye Cumhuriyeti’ne ve bölgeye yapılacak en büyük iyilik, ülkemizi yönetenleri, lafla peynir gemisi yürütmekten, men etmektir. Ekran önündeki bir “one minute” ile, 9 yıl idare ettiler, bu 9 yılda, binlerce Filistinli kardeşimizin katledilmesi, hiç durmadı.Bu çok acıdır.

Yaşanan son vahim durum, ülkemiz yöneticilerine, artık dürüst, tutarlı ve ciddi bir dış politika ihtiyacını göstermeye yetmelidir.Filistin halkına, desteğimizi göstermek istiyorsak, bundan daha etkin ve sonuç alıcı bir dış siyaset tavrı olamaz. İlk gün söylediğim gibi, Türkiye var oldukça Filistin yalnız olmayacaktır.Türkiye’nin çevre coğrafyasında yaşanan, yaşanacak olan her durumda, bizim dış politika anlayışımızın büyük önemi vardır.
Tavır ve kararların bu sorumluluk içerisinde olması lazımdır.Bir kez daha, çocukların, masum insanların katledilmesinden duyduğum acıyı ve üzüntüyü paylaşmak isterim.

Değerli basın mensupları, bu toplantının ikinci nedeni ise malumunuz, ekonomideki büyük savrulmadır. Deprem olması için seçimleri bekleyenler, nerede yaşıyorlar,kimlerin diliyle konuşuyorlar bilemem, ama Türkiye’de yaşamadıkları, Türkçe konuşmadıkları kesindir. Dolar aldı başını gidiyor, ülkemizin durumu, uçuruma yuvarlanacak bir otobüse benziyor. Ve maalesef, hepimizin içinde olduğu o otobüsün direksiyonunda da, yorgun bir şoför var.Yorgun şoförün direksiyon başında oturma ısrarı sorumsuzluktur .O yorgun şoför, Londra’da, yine sorumsuz, sorumluluktan uzak bir konuşma yaptı.
Direksiyon o yorgun şoförün elinden alınmazsa, ülkemizin o otobüsün içinden canlı çıkma ihtimali yoktur.

Ekonomi, öngörü isteyen, aşağı yukarı tahminler yapılması gereken bir alandır.Bırakın uzun vadeli tahmin ve hedefleri, resmi ağızlardan sabah yapılan açıklamaların, akşama kalmadan geçersizleştiğine şahitlik ediyoruz.Balon misali patlayan, 2023 hedefleri bir kenara, Sayın Erdoğan ve ekibinin, 2018 yılı hedefleri, daha beşinci ayın başında, tükenmiş ve bitmiştir.

Uzun dönemdir süregelen, ekonomideki sapma eğilimi, artık çözülme sürecine girmiş durumdadır.Son birkaç yıldır, yerli ve yabancı bütün analizler, Türkiye’nin, en kırılgan ekonomilerin başında geldiğini, ortak kanaat olarak vurguluyor.Enflasyon ve faiz sarmalı, tekrar ortaya çıkmıştır. Devam etmesi yıkıcı etkilere yol açacaktır. Sayın Erdoğan’ın yurtdışında, ekonomi konusunda, yaptığı konuşma, Türk ekonomisinin sahipsizliğini, hatta ondan öte, temel ekonomik realitelerden bile kopuk bir anlayışla zorlandığını, dünya kamuoyuna göstermiştir.Kimse, ülkesinin ekonomisini, hem de uluslararası bir ortamda, kendi şahsında toplayamaz. Aklı başında hiç kimse, bağımsız olması gereken kurumlara, seçim sonrası müdahale edeceğini söyleyemez ve halkı korkutmaktan beslenemez.

Türkiye, ağzından çıkan laflara mukayyet olamayan biri tarafından yönetiliyor.Seçmeni korkutarak seçim kazanmak gibi, kendi çıkarlarına, ülkeyi feda eden yaklaşım kabul edilemez.Bunu, en üst düzeyde bir sorumsuzluk örneği olarak görüyoruz.

Başından beri söylediğimiz gibi “ekonomiyi güven yönetir.”Siyasi iradenin en temel görevi bu güveni sağlamaktır.Ekonomide yapılması gereken, hukuk devleti ve piyasa koşullarının işlevselliğidir.Konularında deneyimli ve başarılı geniş bir kadro içerisinde yeterli hazırlığımız var. Dünya öyle bir dünya ki, ne ekonomi, ne de siyaset, boş laflarla yürütülme dönemini, çoktan geçmiştir.Siyasetçinin, kendine aşık her boş lafının bedelini, millet öder, zaten ödüyor da.
Biz diyoruz ki, Eğer, işin ehli olanlar, Türkiye’yi yönetirse, o yorgun şoförün elinden, o direksiyon alınırsa, ülkemiz uçuruma yuvarlanmaktan kurtulacağı gibi, yolunada, huzur ve güvenle devam edebilir.

Pekâlâ Türkiye buradan nasıl çıkar?


Türkiye’yi refaha çıkarmak için; Öncelikle ekonomiyi işinin ehli kadrolara teslim edeceğiz. Biz, Merkez Bankamızın bağımsız hareket etmesini sağlayacağız. Biliyoruz ki bağımsız hareket edebilirlerse, piyasalar da Merkez Bankası’nın doğru zamanda, doğru kararlar alacağını bilirler. Böylece Bankaya olan güven artar. Bugün Merkez Bankası’nın hem paramızın dolar karşısında değer kaybetmesini engellemesi, hem de enflasyonu düşürmek için, paramızın fiyatı olan faiz oranlarını ekonominin gereği şeklinde düzenlemek gerekmektedir.

Merkez Bankası’nın, enflasyon ile mücadelede kararlı olması, enflasyonu düşürecek, paramızı güçlendirecek ve orta vadede faiz oranlarının da, beraberinde düşürülmesine imkân verecektir.Bunu yaparken, maliye politikasında da, istikrarı tekrar tesis etmek ve bozmamak gerekmektedir. Biz vergileri tabana yayarak, daha fazla vergi geliri yaratmayı, böylece vatandaşın üzerindeki vergi yükünü azaltmayı planlıyoruz.

Ayrıca, bütçemizdeki gereksiz harcamaları kısıp, geri kalan harcamaların da, doğru alanlara harcanmasıyla, maliye politikamıza, tekrar güveni tesis edebileceğimize inanıyoruz.Bir devlet başkanının işi, ekonomiyi yönetmek değildir.
Burada da, yamuk bir bakış açısıyla karşı karşıyayız.Onun işi, ekonomiyi yönetenleri yönetmek ve güveni tesis etmek olmalıdır.

PEKİ PARAMIZ NEDEN DEĞER KAYBEDİYOR?

Bu sorunun kısa cevabı, Ak Parti iktidarına ve Cumhurbaşkanına, artık güven kalmadığı için, değer kaybediyor olmasıdır. Onların, doğru para politikaları uygulayacağına yerli ve yabancı yatırımcılar inanmıyorlar. Paralarını dışarıya çıkarıyorlar. Elinde dövizi olan halkımız da tabi ki elindeki dövizi bozdurmuyor, çünkü onlar da hükûmete güvenmiyor. Dövizi olmayan da, elinde zar zor biriktirdiği tasarruflarının enflasyon yüzünden eriyip gitmemesi için döviz alıyorlar.

'İYİ DE KURUMLARIMIZA VE HÜKÜMETE NEDEN GÜVEN DUYULMUYOR'

Çünkü;Bu iktidarının özellikle son 5 yılında, Merkez Bankası’nın eli ayağı bağlandı. Siyasi baskılar sonucunda Merkez Bankası, enflasyonu kontrol etmeyi bırakıp takip edici konuma itildi. Merkez Bankamızın halk gözünde, yatırımcı gözünde güveni sarsıldı.Son 5 yılda, enflasyonun düşürülmesine izin vermeyen hükûmet, faizlerin de yüksek kalmasına yol açtı. Haliyle yüksek faizden borçlanmak istemeyen şirketlerimiz de, dışarıdan dolarla borç almaya başladı.
Bu durum öyle bir hal aldı ki önümüzdeki, 12 ay içerisinde Türkiye 240 milyar dolar civarında para bulmak zorunda. Böylece bu para ile bankaların, şirketlerin ve kamunun, önümüzdeki 12 ay içerisinde vadesi gelen, 186 milyar dolarlık borcu ödesin.
Ekonomimizin ihtiyacı olan ithal enerjiyi, girdileri, malları ve hizmetleri satın alabilmek için, 50-55 milyar dolara ulaşan cari işlemler açığını finanse etsin.

BU PARA NASIL GELECEK?

Ya borçla gelecek ya kısa vadeli sıcak para dediğimiz portföy yatırımları ile gelecek. Ya da en güzeli olan, uzun vadeli, doğrudan dış yatırımlarla ülkemize gelecek.

Ancak Ak Parti’ye güvenmeyen yatırımcı, uzun vade de parasını Türkiye’ye getirmek istemiyor. Kısa vadeye yöneliyor. Kısa vadeli para girişleri de ancak, para ve maliye politikasına güven olduğunda geliyor. Zaten, Merkez Bankamıza güveni bozmuşlardı. Elimizde sadece maliye politikasına güven kalmıştı, maalesef secim kazanma namına onu da bozdular. Böyle olunca da yerli ve yabancı yatırımcı da parasını çıkardı. Halkımızın da dövize olan talebi arttı.

Akşener daha sonra sözü İYİ Parti'nin ekonomi kurmayları; Ayfer Yılmaz ile Durmuş Yılmaz'a bıraktı.

DURMUŞ YILMAZ KİMDİR?

Ekonomist, bürokrat ve siyasetçi olan Durmuş Yılmaz 1947'de Uşak'ın Eşme ilçesinde doğmuştur. İlk ve orta öğrenimini Uşak'ta tamamladı. Lise eğitimini Ankara Tapu ve Kadastro meslek lisesinde tamamladı. Muğla'da Harita ve Kadastro teknisyeni olarak çalışırken Muğla Turgutreis lisesinden normal lise diploması aldı. Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nde 3 sene Hukuk öğrenimini gördü. 1970 yılında Millî Eğitim Bakanlığının açmış olduğu Devlet Bursu sınavını kazanarak İngiltere'ye Ticaret Bakanlığı adına iktisat öğrenimini için gönderildi.

City University of London'da ekonomi dalında lisans, University College, University of London'da lisans üstü eğitim gördü. 1980 yılında Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Kambiyo Genel Müdürlüğünde göreve başladı. Dış Borç Erteleme, Döviz Kurları ve Döviz Rezerv Yönetimi alanlarında çalıştı. 1993 yılında Döviz İşlemleri Müdürlüğü Müdür Yardımcısı, 1995 yılında Bankalararası Para Piyasası Müdürü, 1996 yılında Ödemeler Dengesi Müdürü, 1997 yılında Döviz Risk Yönetimi, Krediler, Döviz ve Efektif Piyasaları ile Açık Piyasa İşlemlerinden sorumlu Piyasalar Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı, 2002 yılında İşçi Dövizleri Genel Müdürü oldu. 7 Nisan 2003 tarihinde yapılan Banka Genel Kurulunda Banka Meclisi üyeliğine seçildi ve Mayıs 2003 - Nisan 2006 tarihleri arasında bu görevi sürdürdü.

18 Nisan 2006 tarihinde Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası Başkanlığına atandı. 2009 yılında Euromoney dergisi tarafından "Yılın Merkez Bankası Başkanı" seçildi. Bu görevini, görev süresinin bittiği 13 Nisan 2011 tarihine kadar sürdürdü. Nisan 2011'de Cumhurbaşkanı Abdullah Gül tarafından Cumhurbaşkanlığı Ekonomi başdanışmanlığı görevine atandı.

AYFER YILMAZ KİMDİR?

Ayfer Yılmaz 1956, Ankara doğumludur. 1978 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi İktisat Maliye Bölümü'nü bitirdi. Bonn Büyükelçiliği Ekonomi ve Ticaret Müşavir Yardımcılığı, Hazine Kamu Finansmanı Genel Müdürlüğü, Hazine ve Dış Ticaret Müsteşarlığı Müsteşar Yardımcılığı, Hazine Müsteşarlığı, Dünya Kalkınma Bankası, Asya Kalkınma Bankası, Avrupa İmar ve Kalkınma Bankası, İslam Kalkınma Bankası Türkiye Başkanlığı, XX.ve XXI. Dönem İçel (Mersin) Milletvekilliği ile Devlet Bakanlığı yapmıştır. 2002-2009 Başkent Üniversitesi Stratejik Araştırmalar Merkezi Genel Sekreterliği görevini yürütmüştür. Okan Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Danışma Kurulu üyesidir 1 çocuk annesidir.