Bize ayrılan süre burada bitti. Bugün bu röportajın son günüydü. Ama size içtenlikle söylemeliyim ki; biz daha bu kitabı da, bu kitap projesini de çok konuşacağız. Hatta sadece biz bile değil, dünya konuşacak. Tek bir tüyo veriyorum; İzmir Marşı’ndaki “Yaşa Mustafa Kemal Paşa Yaşa, Adın Yazılacak Mücevher Taşa” dizeleri bu yıl hayata geçecek !...

- İnsan merak ediyor; bu kadar alıntı ve anekdot arasında yazarı olarak sizi en derinden etkileyeni hangisi mesela?

Mustafa Kemal gerçekten inanılmaz bir karakter. Diyorum ya; Mustafa Kemal’in hayat hikayesi Türkiye’nin kurtuluş reçetesi. Bunu sadece ideolojik manada söylemiyorum. Mesela keşke her Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı Mustafa Kemal’in temizlik alışkanlığını örnek alsa. İlle siyasi, askeri, politik özelliklerinden bahsetmiyorum. Keşke onun yeme içme alışkanlıklarını örnek alabilsek. Keşke onun arkadaşlarıyla ilişkilerini örnek alabilsek. Mesela keşke onun merak etme duygusunu, kitap  okuma duygusunu örnek alabilsek. Mesela keşke onun öngörülerinden  faydalanabilsek. Ama benim okurken, yazarken en çok etkilendiğim noktalardan biri para ile olan ilişkisi. Hayatı boyunca parasını ödemeden bir kap yemek bile yememiş. Ülkenin tapusunu üzerine geçirme yetkisi varken, arkadaşlarının yediği yemeğin bile parasını ödeyen bir insan. Ve gerçekten sıfır lirayla gelip, sıfır lirayla giden, para konusunda milletin kuruşunu her şeyin üzerinde gören bir karakter. Bir de keşke o dönem IQ testi yapılabilseydi… Yüzde 150’nin üzerinde çıkacağından eminin IQ’sunun! Çünkü sanki bu bir film… Filmin sonunu izlemiş ve sonra dönmüş baştan yaşanacakları bilir gibi yaşamış. Bu gerçekten çok etkileyici ve doğuştan elbette. Burada bir mucize arıyorsak; buradaki mucize Mustafa Kemal Atatürk’ün Türk milletine denk gelmiş olması bence.

“TARİH VE VİCDAN AFFETMEZ!”

- Para demişken, İş Bankası hisseleri meselesi nereye varır sizce?

İş Bankası hisselerinin içinde Zübeyde Hanım’ın Milli Mücadele için verdiği çeyiz bileziği de var. Latife Hanım’ın babası Muammer Bey’in, yani Mustafa Kemal’in kayınpederinin parası da var, Mustafa Kemal’in parası da var. Milli Mücadele’nin parası da var. Yani Türkiye İş Bankası sadece Türk finans sisteminin kurucusu değil, aynı zamanda Mustafa Kemal Atatürk’ün somut mirası. Bütün vicdani değerlerimizi, bütün milli değerlerimizi yok bile saysak, miras hukukunun bir parçası. Yani İş Bankası’nın bu şartlarından koparılması, miras hukukunun da yok olduğu anlamına gelir. Bunu yaparsanız, o zaman Türkiye’de istediğiniz herkesin malına mülküne de durup dururken el koyabilirsiniz. Siyasi günlük kavgalarla, bir takım bankaların birilerine peşkeş çekilme duygusuyla yapılabilir mi? Elbette yapılabilir. Ama tarih ve vicdan bunu affetmez.

- Bu arada, kitapta öyle alıntılar var ki; adeta ekonomik krizden çıkış reçetesi gibi!...

Askeri dehasından diplomatik zekasına kadar Mustafa Kemal’le ilgili pek çok şey yazıldı bugüne kadar. Ama Mustafa Kemal’in ekonomi dehasıyla ilgili kitap yok. Bir örnek vereyim; Kurtuluş Savaşı enflasyon olmadan yaşanmış dünya tarihindeki tek savaş! Enflasyon yok! Niye olmamış? Bununla ilgili bir araştırma yok. Bununla ilgili bir kitap yazılmamış. O zaman tekrar söylüyorum; bir sihirli el, öğrenmeyelim istemiş. Yanmış, yıkılmış, yok olmuş bir vatanda cumhuriyet ilan etmişiz. Savaşlar ve yokluk yüzünden hastalıklı bir nüfus… Temel gıda maddeleri başta olmak üzere fiyatlar yükselmediği gibi düşmüş! Mesela Mustafa Kemal Atatürk’ün Atatürk Orman Çiftliği odağı ile başlattığı kooperatif sistemleri, tarımsal faaliyetleri kitaplaştırılmamış. O zaman görüyorsun ki burada bir kasıt var. Atatürk’ün patron yönü hiç kitap olmamış. İş Bankası da öyle bir şey aslında. Atatürk 1924’te kurmuş İş Bankası’nı. Aradan neredeyse bir asır geçmiş. Türkiye’nin en büyük bankası bugün.

- Ama özel hayatında mutlu değil, hatta yaralı bir adam…

Hayatı boyunca maalesef yalnız ve kırık bir kalple yaşamış. Kız kardeşi Makbule’ye göre; Latife Atatürk’ü, Fikriye Mustafa Kemal’i sevmişti. Yani biri sonuca, öbürü sebebe aşık. Bence de çok doğru bir tarif. Ama ben Sabiha Gökçen’in yorumundan çok etkilendim. Kitaba da aynen koydum. Latife Hanım’ı çok sevmesine, çok saygı duymasına rağmen diyor ki; “Keşke Fikriye ile evlenseymiş”. Bunlar tabii insanların özel hayatları. Ama mesela Fikriye ve Atatürk’e dair hakikaten 10 binlerce sayfa okudum. Fikriye hakkında olumsuz tek bir cümle kuran görmedim. Fikriye herkes tarafından müthiş sevilmiş. Ortak görüş; Fikriye’nin çok iyi bir insan ve çok güzel bir kadın olduğu. Müthiş özgür ruhlu bir kadın. Henüz Türk kadınına dair devrimler gerçekleşmeden bile o devrimleri zaten yaşamış bir kadın.

[caption id="attachment_2693095" align="alignnone" width="880"]EN KÜÇÜK HAYRANIYLA ‘mustafa kemal’ HATIRASI Mustafa Kemal piyasaya çıktığı 3 Ekim’den bu yana satış rekorları kırdı. 7’den 70’e yüzlerce okuyucu Yılmaz Özdil’e kitabını imzalatmak için saatlerce sırada bekledi. Özdil, anne ve babasıyla gelen bu minikle de bir fotoğraf çektirerek bu anı ölümsüzleştirdi. Özdil, 10 yıl araştırma sonucu yazdığı Mustafa Kemal için 7 bin sayfa not tuttu. EN KÜÇÜK HAYRANIYLA ‘MUSTAFA KEMAL’ HATIRASI
Mustafa Kemal piyasaya çıktığı 3 Ekim’den bu yana satış rekorları kırdı. 7’den 70’e yüzlerce okuyucu Yılmaz Özdil’e kitabını imzalatmak için saatlerce sırada bekledi. Özdil, anne ve babasıyla gelen bu minikle de bir fotoğraf çektirerek bu anı ölümsüzleştirdi. Özdil, 10 yıl araştırma sonucu yazdığı Mustafa Kemal için 7 bin sayfa not tuttu.[/caption]

LATİFE’NİN SUÇU!...

- Latife Hanım için de çok çarpıcı bir yorum yapıyorsunuz; “Türkiye’nin yok saydığı, dünyanın saygı duyduğu rol model…”

Türkiye’de maalesef kadınla erkek boşanıyorsa, mutlaka suçlu kadındır. Hele boşanan adam Atatürk’se o kadın kesin suçludur! Latife bunun kurbanı olmuş. Maalesef Türk trajedisi. Halbuki Latife gerçekten inanılmaz etkileyici bir kadın. Paris’te ve Londra’da yaşayan, bugünkü parayla dolar milyarderi bir ailenin kızı, her şeyi bırakıp işgal altındaki topraklara dönecek kadar vatansever. Çok etkileyici bir eğitim hayatı var. Ama bunun dışında müthiş bir entelektüel. Olmamış maalesef! Hayat.. Ama Latife’nin hayatına yakından baktığımızda boşandıktan sonra da Mustafa Kemal Atatürk’ü gerçekten onurla temsil eden, onurla taşıyan bir kadın.

“BENİMLE GEL” DEDİĞİ İLK VE TEK KADIN…

- Açıkçası Mevhibe Celalettin’i de hiç böyle okumadık daha önce…

Bana göre en enteresanı Mevhibe Celalettin. Niye dersen, bu benim yorumum; Mustafa Kemal hayatı boyunca bir kadına “Benimle gel” diyor. O da Mevhibe Celalettin. Dolayısıyla ben bu sebeple onun belki de hayatı boyunca en çok etkilendiği kadın olduğunu düşünüyorum. Çünkü bekar bir adam, cazip bir adam, pek çok arkadaşlığı oluyor. Ama hayatı boyunca sadece bir kadına; “Benimle gel” diyor. Dolayısıyla bu toplumun Mevhibe Celalettin’i tanımamış olması da hep söylediğim sebepten. Bir sihirli el tanımamızı istememiş!

- Peki çok samimi bir cevap istiyorum; yazarken ağladınız mı hiç?

Çoook!... Çünkü ben bu kitabı yazarken Mustafa Kemal’i bir hologram olarak canlandırayım istedim. Karşımızdaki koltukta oturuyormuş da, o bize anlatıyormuş gibi olmasını çok istedim. Tabii bu hologramla kendim de karşılaştığım için, 10 Kasım 1938’de hayatını kaybettiğinde, sanki Atatürk’ün ölümünü ilk kez öğreniyormuşum gibi hissettim.  

“CUMHURiYET’iN KORUYUCU KUŞAĞI BiZiZ!...”


- “Bizim Mustafa Kemal’imiz var. Aydınlık günlere kavuşacağız” diyebiliyor musunuz?

Somut olarak bunu diyorum. Evet bugün bizim yaşadığımız bir takım sıkıntılar var. AKP’li yurttaşlar da aynı sıkıntıları yaşıyor. Hatta onlar biraz daha fazla sorumluluk hissediyorlar. Çünkü kendi oyları ile ülke bu hale geldi. Ama burada önemli olan doğruyu bulabilmek. Belki farklı yollardan gidiyoruz, ama hepimiz bu ülke iyi olsun istiyoruz. Mesela bizi hukuksuz bir ülke ile, ya da şu anki ekonomik sıkıntılarımız yüzünden ekonomisi bozuk ülkelerle kıyasladıklarında ben çok üzülüyorum. Çünkü o ülkeler bunu yapamayacak olabilirler, ama biz yapabiliriz. Çünkü geçmişimizde Milli Mücadele gibi  inanılmaz bir destan var. Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları gibi inanılmaz bir nesil var.  Biz bu insanların attığı temellerin üzerinde yükselen bir nesiliz ve Cumhuriyet’in koruyucu kuşağı biziz.

MUSTAFA KEMAL’DEN… 

“MiLLET HESAP SORAR!”

“Hediye, bağış, ödenek” gibi kavramlar, Mustafa Kemal için hassas konulardı, asla ihmal etmezdi.
Mutlaka kayda geçirtirdi.
Sivas’a gelir gelmez maiyetinde görev yapan Hacı Derviş’i çarşıya göndermiş, büyükçe bir defter aldırmıştı. Kongre vesilesiyle yapılan masrafları, harcanan paraları kuruşu kuruşuna yazdırıyordu.
Bir gün Hacı Derviş dayanamadı…
‘“Paşam bu hengamede kim hesap soracak” dedi.
Mustafa Kemal’in cevabı ibretlikti.
“Gün gelir millet benden de başkasından da tek tek hesap sorar, biz bugün hesabımızı eksiksiz yazalım, millet de yarın parasının nereye harcandığını bilsin” dedi.  

CEBiNDEKi BiN LiRA!

İçişleri bakanlığından makbuz karşılığında sadece bin lira ödenek tahsis edilmişti. Gel gör ki… Mustafa Kemal’e verilen bu cüzi ödenek, Mustafa Kemal karşıtları tarafından yıllar sonra kaleme alınan kitaplarda kasıtlı olarak abartıldı, çarpıtıldı. Kimisi 300 bin lira verildiğini yazdı, kimisi 50 bin sterlin verildiğini yazdı, kimisi Vahdettin’in şahsi servetinden 40 bin altın verdiğini öne sürdü, kimisi 400 bin altın teslim edildiğini iddia etti.
Adeta açık arttırma gibi yükseltildi.
Elbette hepsi yalandı. 
Mesela o tarihteki 400 bin altın, bugünkü Cumhuriyet altını hesabıyla kabaca 850 bin altına denk geliyor, bu ağırlıkta altını Bandırma vapuruna yükleyip,  Anadolu’ya taşıyabilmek için kamyon filan tutmak gerekirdi!
Üstelik Mustafa Kemal tarafından imzalanmış bir belge devletin arşivinde duruyor. 
Bu belgede açık açık “iç asayişte sarf edilmek üzere bin Osmanlı lirasının alındığını gösterir makbuzdur, ordu müfettişi mirliva Mustafa Kemal” yazıyor. 
Ve üstelik… Mustafa Kemal Samsun’a vardıktan 10 gün sonra sadarete telgraf çekerek, bu bin lirayı nerelere harcadığını tek tek belirtmiş, aldığı ödeneğin hesabını vermişti. Bu telgraf da yine devletin arşivinde yer  alıyor.

FIRIN MAKARNASI!

1938… Ağır hastaydı, karnından su alınmıştı.
Doktorları tarafından sıkı perhize sokulmuştu.
Aşçısı Mehmet Yücel elinde tepsiyle yatak odasına girdi. Bir dilimcik tereyağı sürülmüş ekmek getirmişti. 
“Beni nasıl buluyorsun Mehmet, yaşayacak mıyım sence?” diye sordu. Mehmet ne desin… “Aman paşam nasıl söz” diyebildi.
Tepsiyi başucundaki sehpaya bırakacağı sırada Mehmet’i kolundan yakaladı, kimse duymasın diye sesini alçaltarak, “bana fırın makarnası yap Mehmet, çok canım istedi” dedi.
Odadan çıkarken de tembihledi:
“Bu işe doktorları karıştırmadan yolla.”
Mehmet o makarnayı ağlaya ağlaya pişirdi.
Mustafa Kemal’in iştahla yiyebildiği son yemekti.

ZiYAFET SOFRALARI

Çankaya mutfağında etli yemek ender pişerdi. Biftekmiş, pirzolaymış, bu konuda tek satır hatıra bile yok. Tavuk, hindi kırk yılda bir denir ya, öyleydi…
Boğazına düşkün değildi, az yemek yerdi.
Çok yemeği hem sağlığa zararlı bulurdu, hem israf olarak görürdü, hem de memleketin nereden geldiğini hatırlatarak “ayıp” sayardı.
“Ziyafet sofralarının bol çeşitli yemeklerle değil, bol çeşitli sohbetlerle, bol çeşitli konuklarla ziyafet olabileceğini söylerdi…

KEDi’YLE DiPLOMASi!

Kediyle diplomasi yapan ilk ve tek devlet adamıydı.
Yunan başbakanı Venizelos 1930 yılında Ankara’ya geldi, Cumhuriyet Bayramı törenlerine katıldı. İki ülkenin şerefine kadeh kaldırmak için bir kasa Atina şarabı getirtmişti. Mustafa Kemal ise dostluğun simgesi olarak beyaz renkli Ankara kedisi hediye etti.

KADiR GECELERi…

Kadir geceleri oruç tutardı. Ramazanda şarkılı türkülü davetlere ara verirdi.
Kandil gecelerinde de öyle.
İçki içmezdi.
Akşam sofraları iftara dönüşürdü.
Yaşar Okur’u çağırır, Kur’an-ı Kerim okuturdu…
Kur’an-ı Kerim’i tüm incelikleriyle bilirdi.
Orijinal Arapçasını defalarca okumuştu.
Türkçe ve Fransızca çevirilerini defalarca okumuştu.
Tefsir ederdi.
Mustafa Kemal’in tarih boyunca tüm devrimcilerden farkı dindi… İslamiyete, inanç kavramına entelektüel seviyede kafa yormuştu… 

-BiTTi-


mustafa-kemal-manset

YILMAZ ÖZDİL‘in ‘MUSTAFA KEMAL’ adlı kitabını www.sozcukitabevi.com’dan ya da 0212 948 22 78 numaralı telefondan temin edebilirsiniz…