Uç Beyliği ne demek? Tarihteki yeri nedir? Mehmed Bir Cihan Fatihi dizisinde Sultan Mehmet'in Şehzade Orhan'ı Bizans'ın elinden almasına Uç Beyleri karşı çıkar. Uç beyi unvanı, sınırın ötesinde bulunan Hıristiyan Bizans İmparatorluğuna karşı savaşan komutanlar için kullanılırdı. Yine aslında bir Uç Beyi olan Osman Gazi, 1299 yılında Selçuklu sultanı II. Mesud tarafından 1288 yılında beylik statüsü verilmiş olan devlet yapısının özerkliğini ilan etmiştir. Erken dönem Osmanlı İmparatorluğunun Rumeli yönüne genişlemesinde, Uç Beyleri ve Gazi ideolojisi çok önemli birer rol oynamıştır.

Uç Beyleri özellikle Rumeli'ndeki fetihler için büyük öneme sahipti. En ünlü Uç Beyleri arasında Trakya ve Makedonya fatihi Gazi Evrenos, Üsküp fatihi (1392) Paşayiğit Bey ve oğlu Tesalya fatihi Turahan Bey bulunurdu.

Uç Beyleri, savaşçı birliklerinin komutanlarıydı ve Osmanlı sultanlarından belli ölçüde bağımsızlığa sahipti. Otoriteleri, kendi hanedanlarını kuracak kadar ileriydi. Ancak ortak özellikleri, Osmanlıya karşı daima sadık kalmış olmalarıydı. Timur'un Yıldırım Beyazıt'ı esir alarak Osmanlıda sebep olduğu yönetim boşluğu döneminde bile Uç Beylerinden hiç biri gerçek bağımsızlık için çaba göstermedi, ayaklanmadı. Uç Beyleri tarafından fethedilmiş olan bölgeler, Osmanlı Devleti'nin erken döneminde Osmanlı sultanı tarafından resmen Uç Beylerinin mülkü olarak kabul edilmişse de, bu topraklar daha sonra fethi gerçekleştiren Uç Beylerinin torunları tarafından yönetilen vakıflara çevrildi.

İslam'ın erken Orta Çağ döneminde yayılmasıyla birlikte, Doğu Anadolu Hıristiyan ile İslam dünyalarınn arasında en önemli sınır bölgesi haline gelmişti. Bu bölgenin sakinleri, olası bir saldırıyı geri püskürtmek ya da düşman topraklarına saldırı düzenlemek için sürekli seferber olmak zorundaydı. Sınır bölgelerde bu nedenle çok özel bir yaşam tarzı gelişmişti. Yerel halkın bu yaşam tarzları, halk ozanları için farklı destanlara ilham kaynağı olmuştur. Bizans kahramanlık destanı olan Digenis Akritas ya da Müslümanların Seyyid Battal Gazi destanı bu tür eserlerin en bilinen örnekleri. Sınır (uç) bölgelerde yaşayan halk için, yeri geldiğinde taraf değiştirmek, karşı tarafın kadınlarını kaçırmak ve esirleri kendi kültürlerine mal etmek gibi alışkanlıklar yaygındı.

Oğuz boyundan Türkmenlerin Orta Asya'dan Anadolu'ya girmesi ve 1071 yılında zuhur eden Malazgirt Savaşı sonrasında, Bizans İmparatorluğu ile oluşan sınırlar Türkmen göçebeler tarafından muhafaza ediliyordu. Yaklaşık 1081 yılından itibaren, Anadolu'da Selçuklu Rum Devleti, Büyük Selçuklu İmparatorluğu'nun bir parçası olarak meydana geldi. 13. yüzyılda Moğol istilaları sırasında İlhanlılar batıya doğru ilerleyince, Anadolu topraklarına ikinci Türkmen akını meydana gelerek, Uç Türkmenlerinin (Bizans sınırlarında yaşayan Türkmenler) sayısı da arttı. Bizanslı tarihçi Akropolites, 1250 yılında kaleme aldığı bir eserinde, Bizans İmparatorluğu'na sınır bölgelerde yaşayan Türk göçebelerini şu sözlerle tarif etmiştir: "Türk topraklarının kenarında yaşayan, Bizanslılara karşı nefret dolu olan, yağmalarıyla övünen ve ganimetlerinin kutlamasını yapan insanlar".

Anadolu Selçuklu Devleti, 13. yüzyılın ortasından itibaren Moğol İlhanlıların himayesinde yavaş yavaş yok olmaya yüz tutunca, sınır bölgelerdeki Türkmen boylarının gücü ve siyasi otoritesi Selçuklu şehzadelere Moğollara karşı destek vadedilerek artmıştır. Bu boyların liderleri her ne kadar Selçuklu sultanına bağlı idiseler de, tamamı Bizans İmparatorluğu sınırında beylik denen, nispeten özerk yapıda küçük devletlerini kurmuşlardır.[1] Selçuklu Devletinin batıdaki sınır bölgeleri Karadeniz bölgesi, Akdeniz bölgesi ve Batı bölgesi olmak üzere üç ayrı bölgeye ayrılmıştı. 13 yüzyılda Denizli (o zamanki adı: Ṭoñuzlu), Karahisar, Kastamonu ve Amasya klasik Müslüman-Türk toplumunun yaşadığı merkezler haline gelmişti. Sınır bölgelerinin dış kısımları, konargöçer Türkmen (Arapça: اتراک اوج - etrak uc - Uç Türkler) savaşçıların kontrolündeydi.