Sadi ŞiraziGülistan” kitabında anlatıyor: Bir gece, Kur’an kucağımda, pederimle oturmuş idim. Hane halkı ise yanımızda uyuyorlardı. Babama dedim ki: “Ne olur, şunlardan biri kalkıp da iki rekât namaz kılsa...” Pederim: “Canım oğul, onları çekiştireceğine ha keşke sen de uyuyaydın!” dedi.

Bu anlayış, daha doğrusu bu ahlaki yaklaşım ne yazık ki anekdotlarda kaldı. Hangi konuda olursa olsun, bu titizlik gösterilmediği sürece, orada İslam yoktur. Şirazi’nin yaklaşımı tam da bu hakikati ifade eder; zira kendisini barış olarak tanımlayan bir din, başka türlü okunamazdı ve okunmamalıydı. Ne yazık ki aksi okumalar ile “asıl” kayboldu ve  “ahlakçılık” dinin yerine ikame edildi. Orada da kalınmadı, din, her türlü haksızlığa, arsızlığa, görgüsüzlüğe meşruiyet zemini yapıldı.

NEYDİ KAYBOLAN?

Kendiyle değil de başkalarıyla uğraşmayı görev bilen bu Müslümanlık anlayışının göz ardı ettiği bir konu var; “iç ses”.  Evet, “iç ses” yerini başkalarına bıraktı. İslam Peygamberinin iyiliği ve kötülüğü anlamanın yeri ve yolu olarak gösterdiği “iç ses”; yani uyaran, yani ölçen-tartan-biçen ve sonunda yap ya da yapma diyen ses susturuldu. Mezhep imamları konuştu, şeyhler konuştu, cemaat liderleri konuştu, abiler-ablalar konuştu, televizyonda nutuk çekenler konuştu, ama “iç ses” hep sustu, susturuldu. Sokrates o sese “Benim daimonum” diyordu. Ona göre de Tanrı, insana, rahipler, falcılar aracılığıyla değil, doğrudan seslenirdi. Peki, neydi o ses; o ses vicdandı. “Fetva verenler fetva vermiş olsa bile, nefsine bir sor, fetvayı nefsinden al” hadisinin ta kendisiydi o.

İÇ AHLAK DIŞ AHLAKA HAYAT VERİR

Mimar Sinan Üniversitesi’nden Felsefe Profesörü Hakan Poyraz, “Ahlak Bekçisi Olmak Yerine, Ahlak Kişisi Olmak” başlıklı makalesinde, “İç, işlemediğinde ahlakın içi boşalıyor. O zaman ahlak bekçileri giriyor devreye. Ahlakın ölümüdür bu. O zaman ahlak, ahlaksızlığın gerekçesi de olabiliyor. İşte o zaman ahlak bir mahkûmiyete, sihirli bir yüzükle kurtulabileceğimiz bir mecburiyete dönüşüyor. Yeter ki yakalanma, yakalanmadığın sürece ahlaklısın!”  diyor. Ahlakı iç ahlak ve dış ahlak olarak ayıran Poyraz, “toplumsal ilişkileri düzenleyen ahlak zırh gibidir, fonksiyonunu yerine getiremiyorsa o ahlak, içi boş bir ahlaktır. Bu anlamda toplumsal/dış ahlak, iç ahlaka çerçeve üretir; iç ahlak (kişi ahlakı) dış ahlaka hayat verir” diyor.

Ahlak, insanın kendini gerçekleştirmesi, bir başka ifadeyle kendini yaratması demektir. Kelimenin kökeni “hulk” bizi yaratma kavramına götürür. “Halk etme” fiziksel yaratılış, “hulk” ise manevi yaratılış olarak kullanılır. Dolayısıyla buradaki yaratıcılık, Tanrının yeryüzündeki temsilcisi olan insanın, yaratıcısının yetkilerini kullanabiliyor olmasıdır. “Allah’ın ahlakı ile ahlaklanmayı” böyle anlamak mümkündür. Bu da, bize bahşedilen o “iç sesi” duymakla sağlanır. Günlük koşuşturmalar içinde, asli varlığımızı bize hatırlatacak olandır iç ses. Bizi bize çağırır; bize kendine gel çağrısı yapar.

TOPLUMSAL AHLAK ENGELİ

Geçmişte yaşanmış iç ahlakların, somutlaşmış, kalıplaşmış şekillerine toplumsal ahlak diyoruz. Buna ihtiyacımız var, zira onlarla iç ahlaka bir çerçeve çiziyoruz. Fakat toplumsal ahlak yenilenmezse kokuşur. “İç sesler” bu kokuşmuşluk içinde kaybolur. Dolayısıyla oradan çıkıp, toplumsal ahlakı ifna etmek anlamında değil ama ona yeniden bir ufuk vermek anlamında, “iç sese” ihtiyacımız var.  Şairin “Ben melamet hırkasını/ Kendim giydim eğnime /Ar u namus şişesini/ Taşa çaldım kime ne” ifadesinde vücut bulan, yüksek bir bilinçten bahsediyorum. Nasıl aklın sınırlarına varmadan aklı terk edemiyorsak, o toplumsal ahlakın yeterliliklerini aşmadan, toplumsal ahlaka karşı çıkmak da mümkün olamaz

KUR’AN BOZULANI DÜZELTTİ

Cahiliye döneminin insanları cahil değildi. Onların da töresi, geleneği, hukuku, ahlakı vardı; büyük bir kısmı İslam geleneği içinde varlığını sürdürüyor. Kur’an, bu kültürde var olan doğruları tasdik etti (musaddık), yanlış olanları düzeltti (müheymin); yani vicdanın dili oldu. İç sesin duyulmasını istedi. Kibri kırarak, biriktirme hırsını yerle bir ederek, yalan ve riyaya karşı çıkarak, haksızlıklar karşısında mazlumun yanında durarak vb. toplumsal ahlak içinde ayıklanması gerekenlerin neler olduğunu fark ettirdi. Orijinal, yeni bir şey değildi söyledikleri, ayıklama hareketiydi. “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim” sözü, bunu ifade ediyordu.

Ezcümle, ahlak, ne otomatiğe bağlanmış ibadetlerdedir, ne dünyayı Müslüman yapalım mücadelesinin içindedir. Ahlak, insanın yüzünü iyiye çevirmesidir. Sağlamayı neyle mi yapacağız?  Her birimize bahşedilmiş vicdan ile... Yeter ki sesini duymak isteyelim.