Aklın görevi nedir? Vahyin görevi nedir? Aralarında nasıl bir ilişki söz konusudur? Benzer pek çok soru insan zihnini meşgul eder.

Soruları akıl sorar ve akıl cevaplar. Peki, akıl nasıl anlar? Akıl, kendisine verili olandan hareket eder ve verili malzemeyi bilgiye dönüştürür. Peki, Tanrı kavramı insanın kendisine verilmiş bir kavram mıdır? İnançlı kişi için bu sorunun cevabı evettir. Tanrı kavramı, bize, doğuştan verilmiştir. Nitekim Descartes bunu söyler: Bizde bir mükemmellik fikri var, biz eksik bir varlığız, eksik varlıkta mükemmellik fikri, ancak mükemmel olan bir Tanrı tarafından konulmuştur; dolayısıyla Tanrı vardır.  Aynı kanıtlamayı tersinden kullananlar da var. Sözgelimi Feuerbach; insan eksik varlıktır, eksik olduğu için kendi eksiğini bir mükemmellikle tamamlamak ister. Bundan dolayı bir üst insan olarak Tanrı’yı yarattı, der. Aklın aynı öncüllerden farklı sonuçlara varabilmesine bir örnektir bu. Ortaçağ ve İslam felsefesinde akıl yoluyla ortaya konulan Tanrı kanıtları da bu yolla çürütülebilir veya tersinden türetilebilir. Demem o ki akıl bu konuda açmaza düşüverir.

AKLIN KONUSU

Verili olanlar yani beş duyu ve deney (a posteriori) aklın kalıplarına dökülür, aklın yapısı içerisinde yargılar oluşturur. Bu yargılar dille ifade edilen kategorilerdir. Dolayısıyla aklımızın kategorileri kadar yargılarımız vardır. Ancak, Tanrı, bizim aklımızın kategorilerine dökülebilecek bir duyusal malzeme olamayacağı, yani aklı aşan (müteal) olduğu için, o bilginin değil imanın konusudur. Peki, akıl ile iman çatışır mı? Ortaçağ felsefecilerinin “saçma olduğu için inanıyorum” deme gerekçeleri tam da budur. Zira aklın yakalayamadığı, ulaşamadığı ve açıklayamadığı bir alanın konusudur iman. Şöyle somutlaştıralım: Eşi Hz. Hatice ve yakın çevresi, Hz. Peygamber’in Allah’tan vahiy aldığına inanmamış olsalardı Müslümanlıktan söz edilebilir miydi?

SONSUZ SORULAR

Evet, hep öteye aşmaya çalışan akıl, açıklayamadığı o öteye iman ederek teskin olmak isteyecektir ama diğer taraftan, teslim olduğu alana yönelik soruları sormaya da devam edecektir. Hem sınır çizecektir, hem de sınırın ötesini merak etmekten geri durmayacaktır. Zira sınır çiziyorsa, ötesi de olmalıdır; sınırın ötesi var, ama sınırın ötesi hakkında bilgi üretmesi noktasında çaresiz. Kur’an, aklın bize emanet olarak verildiğini söyler; o halde, akıl, sahibini aramaktan geri durmayacaktır. Yani akıl bizi en azından kendisini ve tüm kâinatı yapan/ yaratan yaratıcıyı sorularıyla bulmaya çalışacaktır. Bu noktada aklın imdadına koşan vahiydir: Seni aşan bir hakikat var, buna teslim olmalısın, çağrısını yapar. Ancak akıl, vahye, akılla teslim olmaz, iman ile kendini teslim eder.

Vahyin hitabı akıl sahiplerinedir. Buna rağmen vahiy fizik ötesi konularda bilgi vermez. Örneğin  “Sana ruhtan soruyorlar, de ki, ruhun ne olduğunu ancak Rabbim bilir, size ise pek az bilgi verilmiştir.” (İsra/85 ) denilir.

Ancak, düşünmeye davet eden onlarca ayet vardır. Evrene, gökyüzüne, dağlara bakın ve düşünün, olaylara bakın ve düşünün vb. Bu düşünceler yoluyla akıl vahyin kaynağına yönelmektedir. Akıl, sebep sonuç ve nedensellik ilişkisi kurduğu için bilgiyi elde eder; bütün bunların bir yapıcısı olması gerektiğini de bu nedensellikten çıkartır. Yani akıl, duyusal malzemeyi alır, inceler, kategorize eder ve böylece eşyanın görünüşleri hakkında bilgi sahibi olur. Fakat mahiyetleri hakkında sınırlı kalacaktır.

DİLİN SINIRLARI

Aklın ortaya koyduğu yargı kalıpları bir kültürün, bir dilin kalıplarıdır. Dolayısıyla aklın, dilin ve kültürün kalıplarından bağımsız düşünmesi pek mümkün görünmüyor. Dil aklın çizdiği bir çerçeve, bir sınır. Peki, sınırlı olan sınırsız olanı nasıl anlayacak? Şöyle: Vahiy insana (peygambere) ve o insanın yaşadığı toplumdaki dile ve o dilin kalıplarına döküldüğü zaman. (Kadim tartışmadır, Kur’an mahluk mudur, değil midir?) Dolayısıyla vahyin evrensel olduğuna inanıyorsak, vahyin kendisi, indiği yer ve zaman kalıplarıyla anlaşılacak bir şey... Yani onu anlayanlar, kendi kültür ve kalıplarıyla onu anlayabilirler. Ama dili ve kültürü aşan muhtevasını da dikkate alırsak, bu anlama tam bir anlama olmayacaktır. Eğer vahiy evrensel ise bu evrensel olan her bir dil ve kültür çerçevesi içerisinde yeni anlamalar için muhataplar bulmak zorundadır.