Ciddiyet. Tek başına dahi ağır bir sözcük; sözlük tanımının içinde ağırbaşlılık, vakurluk, derin bir samimiyet, yani aldatmadan, tezvirattan ve ikiyüzlülükten ari bulunma durumu var. Belki kavram haritasının içine edep, adap, görgü, yerini-haddini bilme kavramları da eklenebilir, hatta eklenmesi doğru olur. Ayrıca dikkat, titizlik ve derin düşünce de aynı kavramsal çerçeve içindedir. Bir meseleyi derinlemesine ele almak, tartmak, değerlendirmek, tahlil etmek her şeyden önce ciddiyet gerektirir. Tevazu, incelik, zarafet ise ciddiyetin getirdiği görgünün tamamlayıcılarıdır. İnsanın böylesi bir ekini bünyesinde yetiştirmesi, onun harsını (kültürünü) işlemesi zaman alır, emek ister ve belki de en önemlisi ebeveynin harsına, harasetine bağlıdır. Başka bir deyişle, ciddiyet sahibi olmak ana-baba ön koşuluna bağlıdır. Yapılan işin de söylenen sözün de ağırlığı buradan doğar; muhataba karşısındakini tartma imkânı sunar. Tartışmalarda da mantık yürütme zinciri, aynı ciddiyetin ve onun sağladığı bilgi birikiminin sınırları içinde işletilir. Böylece konuşmacı kendisini dinleyeni de ciddiye aldığını, ona saygı duyduğunu ve onu önemsediğini açık bir şekilde ortaya koymuş olur. Son tahlilde bu anlattıklarımız, ne yazık ki belli başlı birkaç üniversite ya da mekân dışında görmeye pek alışık olmadığımız durumdur.

ŞIMARIKLIK VE PESPAYELİK

Buna mukabil şımarıklık; izlenen, takip edilen temel değerler (!) arasında. Üzeri de hamasetle, riyakârlıkla ve (ciddiyet yoksunluğundan kaynaklanan bilgisizliğin verdiği) küstahlıkla örtülmekte ya da en azından bir müddet dahi olsa üzeri örtüldüğü sanılmakta. Artık milliyetçilik sosu da dincilik sosu da fayda etmiyor. Bu bir yana, konumuza dönecek olursak, Türk Dil Kurumu’na göre hamaset sözcüğünün karşılığı yiğitlik, kahramanlık, cesaret olarak verilmiş. Tabii doğru anlaşılabilmesi için buna yiğitliğin aslen içi boş bir yiğitlik olduğunu da hatırlatmalı. Aziz Nesin’in Zübük romanındaki Zübükzade’nin yiğitliğini, cesaretini, kahramanlığını herkes bilir. Böylesi bir bilgisizlik ve akılsızlık, birikiminin kerameti kendinden demeçler, analizler, hikmet yumurtlamalar halindeki yansımaları bakalım bundan yirmi otuz sene sonra, 2000’li yılların Türkiye’sini çalışan bir siyaset sosyolojisi ya da toplum psikolojisi öğrencisinin tezine, tezlerine nasıl yansıyacak. Hangi sözcüklerle, belki yüzü de kızararak nasıl anlatacak içinden geçtiğimiz bu devirleri. Ha, sergilenen hamasete örnek sunmamı mı istiyorsunuz? Son bir ay içinde dış basına verilen demeç ve röportajların Türkçe tercümeleri her yerde mevcut, aklıselim ile izleyiniz, göreceksiniz. İç basından örnek vermeye dahi gerek yok, durum zaten evlere şenlik, bir o kadar da içler acısı. Serbest piyasa ekonomisinin amansız şartları içinde, normalde (bu pespayelikle) işsiz kalması gereken ‘gazeteciler’in düştüğü durum ortada.

AYA DÖRT ŞERİTLİ YOL

İşte yazılı basında ve ekranlardaki bu sığlık, karşısındakinin aklıyla dalga geçme ve onu aptal yerine koyma çabası, siyaset sahasında da hâkim. Ülkemiz üçüncü dünya ülkeleri içinde, son yüzyılda kurulmuş bir cumhuriyet olarak kalkınmasını ancak gerçekleştiriyor olabilir. Anadolu topraklarında imar ve bayındırlık seviyesi ancak gelişmekte ve ilerlemekte olabilir. Görünürde, göz önünde, biraz da şovla yapılan imar, altyapı ve bayındırlık hizmetleri halkın gözünde iyi bir yere sahip olabilir. Bunlar popülist siyasetin olmazsa olmazlarıdır. Ayrıca bunların yine aynı halkın verdiği vergilerle yapıldığı neden unutulur? Yani bu hizmetleri sunduğunu iddia eden bir iktidar, bu projeleri, babasının düğününden kalan mirasın geliri ile değil, fakir halkın dişinden tırnağından artırarak devletine ödediği vergilerden; üstelik bir de yap-işlet-devret modeli ile maalesef parasal açıdan halkın oldukça zararına inşa etmekte. Hal böyle iken bir bakanın, hem de siyasetin bir numaralı ismi ile hısımlık bağı olan ve belki de makamını bu iktidar ilişkisine borçlu olan bir bakanın, ‘Cumhurbaşkanımız çıksa şuradan aya kadar dört şeritli yol yapacağım dese vallahi inanırız’ şeklindeki talihsiz beyanatı dillendirmesi gelinen noktanın en acı göstergesidir. Zira ülkenin ‘Zihni Sinir’e taş çıkaracak ‘çılgın’ ve bir o kadar da abes projelere ihtiyacı yok. Bilakis, ülkenin aklı selim, basiret sahibi, ağır başlı ve uluslararası sahada saygınlık ve itibar uyandıran isimlerin ortaya koyacağı siyaset ve çözümlere ihtiyacı var.

Ezcümle, laf ile peynir gemisi yürümez. Hamaset ile varılacak yer ise ancak geçmişin karanlığıdır, bir o kadar da itibar kaybıdır. İhtiyacımız olan felsefedir, sanattır, evrensel eğitim-öğretimdir, eleştirel akıldır. Dünyada Zübükzadelerin çöküşü de böyle mümkün olacaktır.

sozcu-banner-1